Zehirli | Konular | Kitaplar

hadisi şerifler

DİNİMİZDE KADININ YERİ

İslamiyet’ten önce kadının hiç değeri yoktu. Araplar, kız çocuklarını diri diri gömüyorlardı. Kâbe etrafında bile kadınlar çıplak dolaşırlardı. Müslümanlık gelince bu kötü âdetler son bulmuştur.

Bugün de dünyanın birçok yerinde kadınlar horlanmaktadır. Rusya’da da kadına zulmedildi. Zorla Kolhozlara sokuldu. Erkek gibi, en ağır işlerde, erkek şeflerin baskısı altında, insafsızca boğaz tokluğuna, hayvanlar gibi, en ağır işlerde zorla çalıştırıldı. Fakat zulüm payidar olmadı. Bilinen akıbete uğradı.

Hür dünya dedikleri Hıristiyan ülkelerde ve İslam ülkeleri denilen Arap ülkelerinde, (Hayat müşterektir) denilerek, kadınlar da, fabrikalarda, tarlalarda, ticarette, erkekler gibi çalışıyorlar. Çoğunun evlendiklerine pişman oldukları, mahkemelerin boşanma davaları ile dolu olduğu, günlük gazetelerde sık sık görülmektedir.

Peygambersiz Kur'an Müslümanlığı Olur mu?

Bir tanıdığı okuyucuma soru sormuş. Okuyucum da bu soruya bir hadisle cevap vermiş. Ancak soru sahibi hadisle cevaptan pek memnun olmamış da demiş ki:

– Bize Kur’an müslümanlığı lazım. Başka şeylerden delil göstermeyin. Bizi Kur’an’dan başkası bağlamaz!...

Şaşıran okuyucumuz diyor ki:

– Kur’andan sonra hadisler de dinimizi anlatan deliller değiller mi? Yani hadissiz Kur’an’ı anlamak mümkün mü? Peygamberimizin görevi Kur’an’ı yaşayışıyla, sözleriyle açıklamak değil mi? Sünneti, hadisi devre dışına iterek sadece “bize Kur’an müslümanlığı lazım, başkası bize delil olmaz” demek doğru bir iddia mı?

Efendim, dinde tartışılamayan bir temel doğru da şudur:

– Rabbimiz gönderdiği Kur’an’ı, kullarının doğru anlamaları için bir de peygamber görevlendirmiştir. Peygambersiz Kur’an’ı anlamak mümkün değildir. bu itibarla, Peygamberimizin Kur’an’da geçen emir ve yasakları anlatma görevini hiçbir Müslüman basite alamaz, yok sayamaz. “Bize sadece Kur’an müslümanlığı gerek, sünnet bize delil olmaz, hadisler bizi bağlamaz” diyemez.

TIBB-I NEBEVİ TIP DÜNYASINA UFUK SAÇIYOR

Günümüzde teknolojik tıp aletleri ve büyük yatırımlarla ulaşılan modern tıp bilgileri, aynı zamanda asırlardır oluşan bir bilgi birikimi ve tecrübenin sonucudur. Ancak tüm bu olumlu şartların ve teknolojik imkanların bulunmadığı, bundan yaklaşık 1400 yıl önce Peygamber Efendimiz (sav)in sağlık konusunda ümmetine verdiği tavsiyeler ve örnek olduğu uygulamalardan oluşan Tıbb-ı Nebevi, bugün tıp dünyasına ışık tutmaktadır.

Peygamber Efendimiz Hz.Muhammed (sav), her konuda olduğu gibi tıp konusunda da oldukça bilgili ve tüm alemlere örnek bir kişiydi. Hadislerle günümüze dek ulaşan tavsiyeleri, Kendisinin günümüz tıbbının pek çok tespitine vakıf olduğunu ortaya koymaktadır. Elbette ki bu Allahın hatem-ül enbiya Peygamber Efendimiz (sav)e bahşettiği akıl ve ilham sayesindedir. Peygamberimiz (sav)in sağlık konusundaki tavsiyelerinin çoğu bugün uzmanlar tarafından önerilen uygulamalardır.

Peygamberimiz (s.a.v)' in sağlığa verdiği önem


Sağlık, dünya hayatında Allah'ın, Rahman sıfatının tecellisi olarak herkese verdiği en büyük nimetlerden biridir. Şüphesiz sağlık iman ile birlikte olduğunda ne denli önemli bir nimet olduğu daha iyi bilinmekte ve Allah'a daha fazla şükretmeye vesile olmaktadır. Peygamber Efendimiz (sav) sağlıklı olmanın cennet nimeti olduğunu şöyle bildirmiştir:

Mu'âz bin Abdu'llah babasından ve amcasından anlatır: "Peygamber 'aleyhi's-selâm buyurdu ki: "Zenginlik hoştur, takva ile olursa zarar vermez. Sağlık, takva ile olursa, zenginlikten üstündür. Sağlıklı olmak, cennet ni'metlerindendir.” 1

Tedavi olmak ve ilaç kullanmak

Dünya hayatında ortaya çıkan hastalıklar, Yüce Allah'ın kulları için yarattığı önemli birer imtihandır. Bu hastalıklar nedeniyle tedavi olup ilaç kullanabilmekse Rabbimiz'in bu imtihanları kolaylaştırdığı bir rahmetidir. Bugün birçok hastalık, geliştirilen tedavi yöntemleri ve ilaçlar vesilesiyle tedavi edilebilmekte ve hasta kişilerin çeşitli hastalıkları kısa sürede geçirmeleri sağlanmaktadır.

Peygamberimiz (sav) de, hastalıkların şifasıyla birlikte yaratıldığını anlatmış ve şifa için gerekli sebepleri yerine getirmeyi tavsiye etmiştir. Bunlar arasında doktora başvurma ve ilgili ilacı kullanma da bulunmaktadır.

HADİS KÖŞESİ

Peygamber Efendimiz (sav)'in Namaz ve Abdest ile İlgili Sözleri

Câbir radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Beş vakit namazın benzeri, sizden birinizin kapısı önünden akıp giden ve her gün içinde beş defa yıkandığı bol sulu bir ırmak gibidir."

(Müslim, Mesâcid 284)



Osman İbni Affân radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Kim güzelce abdest alırsa, o kimsenin günahları tırnaklarının altına varıncaya kadar bütün vücudundan çıkar."

(Müslim, Tahâret 33. Ayrıca benzer rivayetler için bk. Nesâî, Tahâret 84; İbni Mâce, Tahâret 6)



Osman İbni Affân radıyallahu anh şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i benim şu abdestime benzer şekilde abdest alırken gördüm. Sonra da şöyle buyurdu: "Bir kimse bu şekilde abdest alırsa geçmiş günahları bağışlanır. Onun namazı ve mescide kadar yürümesi de fazladan kazanç sayılır."

(Müslim, Tahâret 8. Benzerleri içi bk. Ebû Dâvûd, Tahâret 50; Nesâî, Tahâret 84; İbni Mâce, Tahâret 6)

HADİSLER VE MODERN DEĞERLENDİRMELER

Soru

Sayın kardeşim; sizin gazetede yayınlanan kütüb-i sitte'deki üç hadis ile ilgili, prof. dr. Süleyman Ateş'e soru sordum. Gelen yanıt aşağıdaki gibidir. Aklınızı başınıza toplamanız dileği ile saygılarımı sunarım.

"… Ayrıca bu gibi şeyler dinin değil, dünyanın sınırı içindedir. Peygamberimiz din konusunda insanlara kurallar belirlemiş, dünya işini insanların deneyimine bırakmıştır. "Siz dünya işlerinizi benden iyi bilirsiniz!" buyurmuştur. Hadis diye ortaya atılan, akıl ve mantık dışı birçok söz Peygamberimize iftiradır. Kütüb-i Sitte denilen Hadis mecmualarında bulunan sözler içinde pek çok zayıf, uydurma sözler vardır. Koskoca İmamı A'zam, İbn Haldun'un Mukaddimesinde belirttiğine göre ancak 17 Hadise güvenebilmiştir, haydi biz, daha iyimser olarak elli hadisi güvenilir ve kanıt bulduğunu kabul edelim. Gerisi kuşkuludur.

Kandiller,Üçaylar Ve Diğer Bazı Hususlarda Bir Açıklama

BEYAN - Mayıs-Haziran 1999



I- Kandil geceleri


Yeni Şafak gazetesinde yayımlanan "Üç Aylar ve Faziletleri Üzerine" başlıklı yazısında Prof. Dr. Süleyman Ateş, Receb ve Şa'ban aylarında oruç konusunda Hz. Peygamber (s.a.v)'in tutumunu belirttikten sonra sözü kandil gecelerine getirmekte ve şöyle demektedir: "Üç ay ardı ardına oruç tutmak veya Kandil geceleri adıyla Receb ve Şa'ban ayalarının bazı gecelerini kutlamak sünnet olmadığına göre bid'attir. Kadir gecesi dışında Hz. Peygamber'in herhangi bir geceyi diğerlerinden farklı biçimde kutladığı hakkında herhangi bir rivayet yoktur. (...) Kadir Gecesi dışındaki Kandil geceleri, Hz. Peygamber'den hayli zaman sonra bazı zahidlerin uygulamalarıyla gelenek haline gelmiştir."


Ancak Ateş'in burada bir çelişkiye düştüğü görülmektedir. Zira yukarıya aldığımız cümlelerden önce, Şa'ban ayının 15. gecesi (Berât gecesi) hakkında Hz. Ali (r.a)'den gelen bir rivayeti aktarmış ve hakkında herhangi birşey söylememiş, sadece sözünü ettiğimiz hadisten sonra şöyle demiştir: "Hz. Aişe'den Peygamber'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Yüce Allah, Şa'bân'ın orta gecesinde en yakın göğe iner; Kelb kabîlesi koyunlarının tüylerinin sayısından daha çok kimseyi affeder." Senedi zayıf olan bu rivayet, dinde kanıt olamaz."

Hz.İsa Ve Hz.Mehdi Gelmeyecek Nidaları,Hz.İsa Ve Hz.Mehdi'nin Geliş Alametidir


Peygamberimiz (sav), sahih hadisleriyle hem manevi hem fiziksel özellikleri, hem de yapacakları icraatlarla Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelişi hakkında çok detaylı bilgiler vermiştir. Ancak kimi çevreler, hiçbir bilgi ve delile dayandırmadan bu iki mübarek şahsın gelişini reddetmeye çalışmaktadırlar. Bu amaçla, Hz. İsa'nın yeniden yeryüzüne geleceği beklenen, içerisinde bulunduğumuz bu dönemde, "Hz. İsa'nın öldüğü ve ikinci kez gelmeyeceği" yanılgıları gündeme getirilmektedir. Aynı şekilde Hz. Mehdi'nin gelişi de çeşitli açıklamalarla tevil edilmeye çalışılmaktadır. "Hz. Mehdi'nin geçmişte geldiği, Mehdiliğin bir şahsı manevi olacağı ya da Hz. Mehdi'nin hiç gelmeyeceği" gibi yanlış, Peygamberimiz (sav)'in hadisleriyle ve İslam alimlerinin açıklamalarıyla açıkça çelişen mantıklar öne sürülmektedir. Oysa burada gözardı edilmemesi gereken çok önemli bir gerçek vardır:

"HZ. İSA VE HZ. MEHDİ'NİN GELMEYECEKLERİNİN SöYLENMESİ, ASLINDA BU MüBAREK ŞAHISLARIN GELECEKLERİNİ ORTAYA KOYAN öNEMLİ ALAMETLERDEN BİRİDİR."

Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelmeyecekleri iddiaları, bu iddiaları öne sürenlerin gerçekte, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelmesi ihtimalinden çok tedirgin olmalarından kaynaklanmaktadır.

HZ.İSA NASIL TANINACAK ? -1

(HZ. İSA’NIN KİŞİLİGİ VE FİZİKSEL ÖZELLİKLERİ)


Hz. İsa, diğer tüm peygamberler gibi insanları doğru yola çağırmakla görevlendirilmiş Allah'ın seçkin bir kuludur. Ancak Hz. İsa'yı diğer peygamberlerden ayıran bazı özellikler vardır. Bunlardan en önemlisi O'nun halen ölmemiş, Allah Katına yükseltilmiş ve yeryüzüne tekrar geri gönderilecek olmasıdır.

Hz. İsa bundan yaklaşık 2000 yıl önce yaşamış olan, Allah'ın dünyada ve ahirette seçkin kıldığı bir elçisidir. Hz. İsa'nın doğumu, hayatı ve Allah Katına alınması hep mucizevi şekillerde gerçekleşmiş, bu mübarek insanın hayatı Kuran'da ayrıntılı olarak haber verilmiştir. Allah Kuran'da birçok peygamberin kıssalarını bizlere bildirmektedir. Ancak Hz. İsa çeşitli yönleriyle diğer peygamberlerden farklı bir konuma sahiptir. Allah'ın üstün ilimlerle desteklediği bu değerli kulu daha beşikteyken konuşmuş, dünyada kaldığı süre içerisinde çevresindeki insanlara büyük mucizeler göstermiştir. Onun bu özel durumunun diğer bir delili de, Allah Katına alınışı ve tekrar dünyaya gönderileceğine dair Kuran'da önemli işaretlerin olmasıdır. (Nisa Suresi, 156-159; Al-i İmran Suresi, 55; Maide Suresi, 117; Zuhruf Suresi, 57-61; Al-i İmran Suresi, 45-48; Maide Suresi, 110; Al-i İmran Suresi, 59; Meryem Suresi, 33) Bu ayetlerin bir tanesinde “Şüphesiz o, kıyamet-saati için bir ilimdir.

Hadis-i Şeriflerde Ramazan'ın Fazileti

Ramazan ayı dinimizce yüce ve kutsal kabul edilmiş bir aydır. On bir ayın sultanıdır. Onun bu kutsiyet ve fazileti Kur´an-ı Kerim´de ve hadis-i şeriflerde belirtilmiştir. Sevgili Peygamberimiz bir Şaban ayının sonunda Ramazan ayına girerken ashabına hitabederek Ramazan ayının kutsiyet ve faziletini şöyle belirtmiştir:

- Ey insanlar! Yüce ve mübarek bir ayın gölgesi üzerinize bastı.
O ayda bir gece vardır ki bin aydan daha hayırlıdır.
Allah o ayda oruç tutmayı farz kıldı. Geceleyin ibadet yapmayı (terâvih namazı kılmayı) nâfile kıldı.
O ayda bir hayır işleyen kimse diğer aylarda bir farz işlemiş gibi olur.
O ayda bir farz işleyen ise diğer aylarda yetmiş farz işlemiş gibi sevap alır.
O, sabır ayıdır. Sabrın karşılığı ise cennettir.
O, yardımlaşma ayıdır.
O ayda müminin rızkı bollaştırılır.
O ayda kim bir oruçluyu iftar ettirirse bu, günahlarının bağışlanmasına ve cehennemden kurtulmasına sebep olur.

SAHABE MÜDAFAASI

Bir pazartesi gecesiydi. Fatih’in çevresinde Haliç’e bakan bir evde dört köşesi kitaplarla dolu bir odada “Usul-u Fıkh” okuyorduk. Aslında başka dersler de vardı okuduklarımız arasında. Fakat bahse konu olan zamanda, rahlelerin üzerinde sadece “Usul” kitapları bulunuyordu. Dersin son anlarına doğru içeriye uzun boylu, kırk yaşlarında birisi girdi. Selamlaştık. Boş bir yere oturup dersi dinlemeye başladı. “Fatiha” dedikten sonra, nereli olduğunu sordum. “Azeriyim fakat İran’da ikamet etmekteyim” dedi. Ne işle iştigal ettiğini sorunca; tahsil için bulunduğu bütün mektepleri uzun uzun tâdat etti. Bunlar arasında teşehhüt miktarı bulundukları da vardı. Anlaşılan ya da anlatılmak istenen karşımızdakinin sıkı bir molla olduğuydu. Elân bir üniversitede ders okutmaktaydı.

Molla’nın ifadeleri heyecanlı olduğunu ihsas ettirmekte idi. Münazara yapmaya geldiği her halinden belliydi. Harici hadiselere dair birkaç kelam henüz etmiştik ki meramını yani gelişinin nedenini izhar etti; “Ben dedi, sizinle asırların davasını yani Ehl-i Sünnet’le Şia arasında ihtilafa sebep olan “İmamet meselesini, Hz. Ali’ye (r.a.) karşı(!) olan sahabenin durumunu konuşmaya geldim.”

RESULULLAHA SELAM VERMEK

Sual: Vehhabiler, (Peygamber ölüdür, işitmez, ona salevat getirmek faydasızdır) diyorlar. Peygamber efendimiz salevatları işitmez mi?

CEVAP
Elbette işitir. Resulullah efendimiz, kıyamete kadar dünyadaki her müslümanın her mescide girişlerinde kendisine salevat okumalarını istemekte ve ben salevatlarınızı işitirim buyurmaktadır.

Birkaç hadis-i şerif meali:
(Mescide giren kimse, Peygamberinize [Esselamü aleyküm ya Resulallah diyerek] selam versin!) [Müslim, Ebu Davud, Nesai]

(Kabrimin yanında, benim için okunan salevatı işitirim. Uzak yerlerde okunanlar bana bildirilir.) [İbni Ebi Şeybe] (Diri olan işitir. Bir söz, ancak diri olana bildirilir.)

(Cuma günü bana çok salevat getirin, çünkü salevatlar bana ulaştırılır ve ben onları işitirim.) [İbni Mace, İ. Şâfiî, Hâkim, Beyheki]

İŞİTTİRMEK KABUL ETTİRMEK DEMEKTİR

Sual: Vehhabiler, ruhun ölmediğini söyledikleri halde, Resulullah da ölüdür, işitmez, şefaat ya Resulallah diyen kâfir olur diyorlar. Sebebi ne?

CEVAP
Mecazı bilmiyorlar. Bu konudaki birkaç âyet-i kerime meali şöyledir:
(Savaşta öldürülenleri siz değil, Allah öldürdü. Attığın zaman da, sen değil, Allah attı.) (Enfal 17)
Birileri, ötekileri öldürüyor, Allahü teâlâ, ben öldürdüm diyor, Resulullah atıyor, sen atmadın ben attım buyuruyor.

Aşağıda da kabirdekilere sen değil, ben işittiririm buyuruyor.
(Kâfirler, sağır, dilsiz, kör oldukları için doğru yola gelmezler.) [Bekara 18]
(Kâfirler sağır, dilsiz ve kör oldukları için, akledemezler, düşünemezler.) [Bakara 171]
Yani hakkı işitmedikleri için sağır, doğruyu söylemedikleri için dilsiz, gerçeği görmedikleri için kör, denilerek hidayete kavuşmadıkları bildirilmiştir. Buradaki işitmek, kabul etmek demektir. (Beydavi)

(Bu dünyada kör olan, ahirette de kördür.) [İsra 72]
Bu âyette de yaşayan ve ölen kâfirlere kör deniyor. Yoksa dünyadaki körler ahirette kör olmayacaktır.

MÜMİN VE KÂFİR HER ÖLÜ İŞİTİR

Sual: Buhari ve diğer hadis kitaplarında ölülerin işittiğini Resulullah bildiriyor, ama ona da inanmam, çünkü Kur’an ölü işitmez diyor. İşte âyet:
(Sen ölülere işittiremezsin; arkalarını dönüp giden sağırlara da daveti duyuramazsın. Körleri sapıklıklarından vazgeçirip doğru yola getiremezsin; ancak âyetlerimize inananlara duyurabilirsin.) [Neml 80, 81 Rum 52, 53]

CEVAP
Kur’anı da Resulullah bildirdi. Hadise inanmayan Kur’ana inanır mı? Diğer müfessirler gibi İmam-ı Kadı Beydavi, o âyetin tefsirinde diyor ki: Burada diri olup, gözü kulağı ve beyni olan kâfirler ölüye benzetiliyor, (Ölüleri [kâfirleri] imana kavuşturamazsın) deniyor. (Ölülere, sağırlara işittiremezsin) ifadesinden sonra, (Sen ancak âyetlerimize iman edeceklere işittirebilirsin) deniyor. Kâfirlerin işitmeyeceği, [hakkı kabul etmeyeceği], ancak iman edeceklerin işitecekleri, [kabul edecekleri] bildiriliyor. Eğer kabirdekilerden maksat ölü olsa idi, ölü de işitmeseydi iman edenlere işittirebilirsin ifadesi yersiz ve yanlış olurdu. Hem de kâfir ölü işitmez, mümin ölü işitir anlamı çıkardı. Halbuki en kıymetli hadis kitabı olan Buhari’deki hadis-i şerifte, (Kâfir ölü de işitir) buyuruluyor.

RUH ÖLMEZ ÖLÜ İŞİTİR

Sual: (Ölüler işitmez. Peygamberler de ölüdür. Onlar da işitemez. Onun için şefaat ya Resulallah veya yetiş ya Resulallah demek şirktir) diyenlere nasıl bir cevap vermek gerekir?

CEVAP
Bunlar vehhabilerin ve bunlara aldanan bazı mezhepsizlerin iddialarıdır.
Şirk demek büyük hatadır. Çünkü ruh ölmez. Ruh [can] bedenden ayrı bir varlıktır. Bir âyet meali şöyledir:

(Allah, öleceklerin ölümleri anında, ölmeyeceklerin de uykuları esnasında ruhlarını alır. Ölmelerine hükmettiği kimselerinkini tutar, diğerlerini bir süreye kadar salıverir. Elbette düşünenler için bunda alınacak ibretler vardır.) [Zümer 42]

Bu âyet-i kerime de ruhun bedenden ayrı bir varlık olduğunu bildirmektedir. İşiten ruhtur. Ruhsuz beden bir işe yaramaz. Ama bedensiz ruh, nimet veya azaba duçar olur. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Müminlerin ruhları 7. kat göktedir. Orada Cennetteki makamlarını seyrederler.) [Deylemi]