Zehirli | Konular | Kitaplar

ehli sünnet vel cemaat

Ehli sünnet yolunun esasları

Ehli sünnet vel cemaat yolu; Peygamber efendimiz ve onun Eshabının yolu. İslamda, Cennete götüren orta yol, ana cadde. Bunun dışındakiler, ana caddeden ayrılmış çıkmaz sokak. Bu yolun reisi, kurucusu İmam-ı a’zam Ebu Hanife hazretleridir. İslâm âleminde Eshâb-ı kiramdan sonra yetişen büyük âlimlerin en başta gelenlerinden.

Hicri ikinci asrın ortalarına doğru, Dehriyyun denilen dinsizler ve Mutezile, Cebriye, Harici, Şia gibi İslamın ana caddesinden ayrılmış akımlar, bozuk düşünceleri ile İslama büyük zararlar vermeye başlayınca, İmam-ı a’zam hazretleri Ehli sünnetin esaslarını toparlayıp ortaya koydu. Bu büyük imamın yaptığı yeni dini kurallar koymak değil, zaten mevcut olan bu esasları sistemleştirmek, yeni usuller, kaideler koyarak diğer akımlardan ayırmak. Ehli sünnet yolunu daha kolay, daha anlaşılır hale getirmek. Böylece, Müslümanların Peygamberimiz ve Eshabının yolundan ayrılmalarına mani olmak.

KURTULUŞ FIRKASI HANGİSİDİR

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Hadis-i şerifte, Müslümanların 73 fırkaya ayrılacakları, sadece bir fırkanın kurtulacağı bildirildi. Bu 73 fırkadan her biri, Cehennemden kurtulacağı bildirilen bir fırkanın kendi fırkası olduğunu iddia eder. Rum suresinde de, (Her fırka, doğru yolda olduğunu sanarak, sevinir) buyuruldu. Peygamber efendimiz ise, (Kurtuluş fırkası, benim ve Eshabımın gittiği yolda bulunanlardır) buyurdu.

İslamiyet’in sahibinin, kendini söyledikten sonra, Eshab-ı kiramı da, söylemesine lüzum olmadığı halde, bunları da söylemesi, (Eshabım benim yolumdadır, benim yolum, Eshabımın yoldur. Kurtuluş yolu, yalnız Eshabımın gittiği yoldur) demektir. Nisa suresi, 79. âyetinde, (Resule itaat, Allah’a itaattir) buyuruldu. Eshab-ı kiramın yolunda gitmeyip de, Peygambere uyduğunu söyleyen, Ona uymuş olmaz. Böyle yol tutan kurtulamaz. Mücadele suresinin, (Doğru bir şey yaptıklarını sanıyorlar.

İMAMIN MASUM OLMASI

Rafizilerin, imamlar masumdur şaşmaz demeleri doğru mudur?

CEVAP
Aşağıdaki yazı, Abdullah-i Süveydi hazretlerinin Hucec-i katiyye kitabından alınmıştır. İran’da Nadir Şah ve halkın huzurunda yapılan bir münazarada İranlı âlimler ve başlarındaki Mollabaşı, hakkı teslim etmek zorunda kalmışlar, Ehl-i sünnetin hak olduğunu karar vermişlerdi. Nadir Şah da, herkesin ehl-i sünnet olması için ferman çıkarmıştı. Kitapta vesikaları vardır. Münazaranın bu kısmını kitaptan nakledelim:

Molla başı dedi ki:
(İmama yani halifeye tâbi olmak, her sözüne uymak, herkese vaciptir. Uyulması vacip olan kimsenin de, günahsız, hatasız olması lazımdır. Zaten, imamın masum olduğu iki tarafın sözbirliği ile söylenmektedir. Aklı olan herkes de, böyle söyler.

Peygambersiz Kur'an Müslümanlığı Olur mu?

Bir tanıdığı okuyucuma soru sormuş. Okuyucum da bu soruya bir hadisle cevap vermiş. Ancak soru sahibi hadisle cevaptan pek memnun olmamış da demiş ki:

– Bize Kur’an müslümanlığı lazım. Başka şeylerden delil göstermeyin. Bizi Kur’an’dan başkası bağlamaz!...

Şaşıran okuyucumuz diyor ki:

– Kur’andan sonra hadisler de dinimizi anlatan deliller değiller mi? Yani hadissiz Kur’an’ı anlamak mümkün mü? Peygamberimizin görevi Kur’an’ı yaşayışıyla, sözleriyle açıklamak değil mi? Sünneti, hadisi devre dışına iterek sadece “bize Kur’an müslümanlığı lazım, başkası bize delil olmaz” demek doğru bir iddia mı?

Efendim, dinde tartışılamayan bir temel doğru da şudur:

– Rabbimiz gönderdiği Kur’an’ı, kullarının doğru anlamaları için bir de peygamber görevlendirmiştir. Peygambersiz Kur’an’ı anlamak mümkün değildir. bu itibarla, Peygamberimizin Kur’an’da geçen emir ve yasakları anlatma görevini hiçbir Müslüman basite alamaz, yok sayamaz. “Bize sadece Kur’an müslümanlığı gerek, sünnet bize delil olmaz, hadisler bizi bağlamaz” diyemez.

DÜNYA VE AHİRET SAADETİ

Dünya ve ahirette saadete kavuşmak isteyen ne yapmalı?

CEVAP
Sonsuz saadete kavuşmak isteyenin, Ehl-i sünnet itikadını kısaca öğrenip, bunlara iman etmesi, sonra dört mezhepten öğrenmesi mümkün ve kolay olan birini seçip, günlük işlerini ve ibadetlerini, sırası geldikçe, o mezhebin kitabından öğrenerek yapması gerekir. Her ülkede, bir mezhebin bilgilerini bildiren doğru ilmihal kitabları vardır. Ele geçirilmeleri kolaydır. Bu kolaylık, Allahü teâlânın, ümmet-i Muhammede olan büyük ihsanıdır. Mezhebsizlerin, dinde reformcuların ve para kazanmak için konuşan ve yazan cahillerin yaldızlı sözlerine ve yazılarına aldanmamak için, çok uyanık olmalıyız!

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Dini hükümleri kendi aklı ile anlamak ve aklı ona rehber etmek isteyen, Peygamberliğe inanmamış olur. Onunla konuşmak akıl işi değildir.

EHL-İ SÜNNET YOLU

DİNDE FARZLAR


Her Müslümanın, otuzüç farzı bilmesi lazımdır. Otuzüç farz şunlardır:

İmanın şartı: 6
İslam'ın şartı: 5
Namazın farzı: 12
Abdestin farzı: 4
Guslün farzı: 3
Teyemmümün farzı: 3

İMANIN ŞARTLARI

İman esasları ayrıntılı olarak altı madde halinde sıralanır. Bunlar:

1) Allah'ın varlığına ve birliğine,
2) Allah'ın meleklerine,
3) Allah'ın kitaplarına,
4) Allah'ın peygamberlerine,
5) Ahiret gününe,
6) Kadere, her şeyin Allah'ın takdiri ile olduğuna, inanmaktır.

SÜNNET-İ SENİYYE'YE UYMANIN ÖNEMİ



Kuran-ı Kerim Allah katından insanlara bir beyan ve ögüt olarak indirilmiş son İlahi kitaptır. İçinde herşeyin açıklaması vardır ve insanlar için bir hidayet vesilesidir. Kuran’daki pek çok ayette Resullullah’a itaat edilmesi emredilmektedir. Bu son derece önemli bir noktadır çünkü Kuran’ın tam olarak anlaşılması ancak ve ancak Sünnet-i Seniyye’ye uymakla gerçekleşebilir.

Kuran’ın açıklayıcısı sünnettir. Sünnet; Resulullah Efendimiz’in (S.A.V.) sahih hadislerinin toplanması ve daha sonraki dönemlerde büyük İslam alimlerinin bu hadisleri yorumlaması ile oluşan Ehl-i Sünnet itikadıdır.

Burada çok önemli bir noktanın üzerinde durulması gerekmektedir. Sünnet Kuran’dan ayrı olarak ele alınabilecek bir kavram değildir. Ayetlerde Peygamber Efendimiz’in insanlar üzerindeki ağır yükleri kaldıran, hüküm koyan, Kuran’daki açık ve gizli hikmetleri ümmetine öğreten özelliklerinden bahsedilmektedir. Nitekim Sünnet-i Seniyye’ye baktığımızda Resulullah’ın ashabına her konu ile ilgili çok sayıda bilgi aktarımında bulunmuş olduğunu görürüz.

SAHABE MÜDAFAASI

Bir pazartesi gecesiydi. Fatih’in çevresinde Haliç’e bakan bir evde dört köşesi kitaplarla dolu bir odada “Usul-u Fıkh” okuyorduk. Aslında başka dersler de vardı okuduklarımız arasında. Fakat bahse konu olan zamanda, rahlelerin üzerinde sadece “Usul” kitapları bulunuyordu. Dersin son anlarına doğru içeriye uzun boylu, kırk yaşlarında birisi girdi. Selamlaştık. Boş bir yere oturup dersi dinlemeye başladı. “Fatiha” dedikten sonra, nereli olduğunu sordum. “Azeriyim fakat İran’da ikamet etmekteyim” dedi. Ne işle iştigal ettiğini sorunca; tahsil için bulunduğu bütün mektepleri uzun uzun tâdat etti. Bunlar arasında teşehhüt miktarı bulundukları da vardı. Anlaşılan ya da anlatılmak istenen karşımızdakinin sıkı bir molla olduğuydu. Elân bir üniversitede ders okutmaktaydı.

Molla’nın ifadeleri heyecanlı olduğunu ihsas ettirmekte idi. Münazara yapmaya geldiği her halinden belliydi. Harici hadiselere dair birkaç kelam henüz etmiştik ki meramını yani gelişinin nedenini izhar etti; “Ben dedi, sizinle asırların davasını yani Ehl-i Sünnet’le Şia arasında ihtilafa sebep olan “İmamet meselesini, Hz. Ali’ye (r.a.) karşı(!) olan sahabenin durumunu konuşmaya geldim.”

İslamî Siteler ve İtikadî Tehlike

İslamî Siteler ve İtikadî Tehlike

İslâm dünyasında, kardeşler arasına nifak sokma gayreti, yeni gelişen bir şey olmayıp bilakis evvelden beri bilfiil devam ede gelen bir mefhumdur. Oldukça ciddi ve sinsi planlar çerçevesinde mü’minlerin arasında olması gereken ülfet-ünsiyet ve muhabbetler, kimi zaman “tecavüzkâr” kimi zamanda “tecdîd” veya “reform” kisvesi ve bu kisvenin gereklerinin bir sonucu olarak yok edilmeye çalışılmıştır.

HERŞEYDEN ÖNCE DOĞRU İTİKAD

Sual: Hangi hallerde Ehl-i kıbleye [namaz kılana] kâfir denir?

CEVAP
Din kitaplarında bildiriliyor ki:
1- İmam-ı a’zam ve imam-ı Şafii, Ehl-i kıble olana kâfir denilmez buyurdu. Bu söz, Ehl-i kıble olan, günah işlemekle kâfir olmaz demektir. 72 fırka, Ehl-i kıbledir. İctihad yapılması caiz olan açıkça anlaşılamayan delillerin tevillerinde yanıldıkları için, bunlara kâfir denilmez. Fakat, zaruri olan ve tevatür ile bildirilmiş olan din bilgilerinde ictihad caiz olmadığı için, böyle bilgilere inanmayan, sözbirliği ile kâfir olur. Çünkü, bunlara inanmayan, Resulullaha inanmamış olur. İman demek, Resulullahın Allahü teâlâ tarafından getirdiği, zaruri olarak bilinen bilgilere inanmak demektir. Bu bilgilerden birine bile inanmamak küfür olur. (Milel-nihal tercümesi)

2- 72 bid'at fırkası, namaz kıldığı ve her ibadeti yaptığı halde, bir kısmı mülhiddir. Dinde icma ile bildirilen bir inanışı veya bir işi inkâr eden, kâfir olacağı için, La ilahe illallah Muhammedün Resulullah dese ve her ibadeti yapsa ve her günahtan sakınsa da, artık buna ehl-i kıble denmez. (Hadika)

TASAVVUFUN ÇIKIŞI

Sual: Vehhabiler ve bunlara aldanan bazı bid’at ehli, evliyanın yolunu yani tasavvufu, tarikatı kastederek, bunların sonradan çıktığını, bid'at olduğunu söylüyorlar. Tasavvufun dinimizdeki yeri nedir?

CEVAP
Bu hususta Muhammed Masum-i Faruki hazretleri buyuruyor ki:

Zahirdeki kemalatın ve manevi makamların hepsi Resulullah efendimizden gelir. Zahirdeki kemalata, yükselmeye sebep olan emirlerini, yasaklarını bizlere din âlimleri bildirdi. Kalbin, ruhun temizlenmesine yarayan gizli bilgileri ve kalb işlerini tasavvuf büyükleri bize ulaştırdı. Kalbe ve bedene yarayan bilgilerimizin hepsi Resulullahtan gelir.

Hz. Ömer vefat edince, oğlu Hz. Abdullah, “İlmin onda dokuzu gitti” buyurdu. Bazılarının bu söze şaştığını görünce; “Dediğim ilim, herkesin bildiği abdest ve gusül gibi bilgiler değil, Allahü teâlâyı tanıtan bilgilerdir” buyurdu.

Tasavvuf, Resulullahın yolunu gösterir. Tasavvuf büyükleri, kendi hocaları vasıtası ile Resulullaha bağlanmıştır. O büyüklerin çalışma usulleri, sonradan uydurulmuş şeyler değildir.

SELEFİYECİLERİN GERÇEK YÜZÜ

S. Uludağ – F. Kavukçu
İkisinin müşterek yazdığı (Kelam Dersleri) kitabında deniyor ki:

(Hanefi, Maliki ve Şafiilerinin eski mensupları da selefiye mezhebinden idiler. Fakat daha sonra Eşariyye ve Matüridiyye mezhepleri teessüs edince bahis konusu mezhep mensuplarının büyük ekseriyeti Matüridiyye ve Eşariyye mezheplerini benimsediler.) (s. 201)

Hiçbir Ehl-i sünnet kitabında selefiye mezhebi diye bir şey yoktur. Selefin mezhebi vardır, selef-i salihinden olan Eshab-ı kiramın tamamı müctehid idi, herbirinin kendi mezhebi idi. Selefiye mezhebi diye bir mezhep yoktu.

Selefiye ne imiş bakalım:
(Kur’an metoduna uygun olarak eshabın dini inancını aynen muhafaza etmek ve sonradan ortaya çıkan fikir ve bid’atlere iltifat etmemek vazgeçilmez bir prensiptir.) (s. 202)

SELEFİYECİLİK NEDİR

Sual: Selefiyecilik nedir? Selefiye mezhebi diye bir mezhep var mı?

CEVAP
Selefiyecilik, vehhabiliğin kamufle adıdır. Vehhabiler, bu isim altında kendilerini gizliyorlar. Hatta kendilerine hakiki ehl-i sünnet anlamında Ehl-i sünneti hassa diyorlar.

Selef, önceki demektir. Istılahta Sahabe ve Tabiine Selef veya selef-i salihin denir. Selef-i salihinin yolunda bulunan müslümanlara (Ehl-i sünnet) denir. Ehl-i sünnet olmayıp, Ehl-i sünnet âlimlerinin nasslarda açık bildirilmemiş olan ahkamdaki ictihadlarını beğenmeyen ve bu manası açıkça anlaşılamayan nassları yanlış tevil ederek, anladıklarını Selef-i salihinin yolu olarak savunan sapıklara Selefiye denir. Selefin mezhebi vardır, selefiye mezhebi diye bir şey yoktur. Selefin mezhebi ise ehl-i sünnet vel cemaattir.

Ehl-i sünnet itikadından ayrılan bazı din adamları Selefiye adını verdikleri sapık bir yol tutmuşlardır.

Bunun itikadda mezhep olduğunu söyleyip, kitaplarında yazmışlardır. Halbuki İslamiyet’te Selefiye mezhebi diye bir şey yoktur.

Sünnet-i Terk Edip Yalnız Kur'an İle Amel Etmek

"Sünnet'i terk edip yalnız Kur'an ile amel etmek isteyenler" var bu konuda ne dersiniz?



Bazı ehliyetsiz insanları görüyoruz ki, yalnız Kur'an-ı Kerim'in getirdiği İlâhî hükümleri kabul edip, dinin diğer temel kaynakları olan Sünnet, İcma ve Kıyas'ı reddediyorlar. Maksatları ise, halkın itikadını bozmak ve saptırmaktan ibarettir. Bunlar, Kur'an'ı tek mezhep kabul edip, sünnet-i Peygamberiyeyi ve İslâm'ın diğer delillerini hafife alırken işlerine gelen hadisleri kabul edip, gelmeyenleri reddederler. Şuurlu müslümanları aldatamadıkları gibi takdir de göremezler, buna haklan da yoktur.

Malumdur ki, müslümanlar Kur'an-ı Kerim'de nazil olan İlâhî hükümlere inanıp onlara uymaya mecbur oldukları gibi, hadislerle buyrulan dinî hükümleri de kabul etmeye mecburdurlar.

Bunlar asırlardan beri tefsir, hadis, fıkıh ve diğer sahalarda yazılmış olan bütün ilim ve fikir ehlinin takdirini kazanan çok kıymetli eserleri hiç dikkate almazlar.

Evet, Kur'an-ı Azimüşşanın gölgesine sığınarak yanlış yönlendirmede bulunan bir kimse hiç olmazsa şunu bilmelidir ki, bir müslüman ne kadar bilgisiz de olsa Kur'an'ı Azimüşşanın Allah kelamı olduğununa katiyyen şüphe ve tereddütü olmadığı gibi sünnet-i seniyyenin de İslâm'ın ikinci bir delili ve dayanak noktası olduğunu kesin olarak bilir ve öyle de inanır.

İslam başka din ve ideoloji mensuplarına benzemeyi yasaklamış mıdır? İslami kıyafet,şekil var mıdır?

Bir kardeşimizin sorduğu soruya ancak vakit ayırabildim. Gecikmesi tevafuk da olmuş, Mustafa isimli yorumcu da bu meyanda sorular tevdi etmiş.

Başta Seyyid Kutub olmak üzere, reformcu ağızların; çağdaş bel’amların, dalkavukluk putuna tapanların birçok kitap ve sözlerinde İslami kıyafet yoktur, Hz.Peygamber sarık cübbe giymemiştir diyebilme cesaretini gösterdikleri bilinen bir hadisedir.
Yüce dinimiz manevi ve maddi benzemeyi yasaklamıştır.Batıl din ve ideolojilerden birinin objektifinden bakar da, İslam’la çatışan bir görüşü meşru görür, doğruluğuna inanır veya doğruluğuna inandığı batılları, İslam’ın mukaddes doğrularına tercih ederse neticesi küfür olan bir itikadi benzeme oluşmuş olur..Kısa misalleri ile Mü’min faizin haram olduğuna inanmazsa kafir olur. Tevbe: 71; Enfal:73 meallerindeki hüküm mucibince kafirleri sevmek, dost edinmek, itikadi bakımdan onlara benzemektir ki, buda küfürdür.

Başka bir örnekle, insanları ve müesseseleri (İslami naslar hususnda) emir vermek, yasaklamak, helal kılmak ve haram saymak hakkına sahip olarak görmek, İslam dininde küfrü gerektirir.Yani bir adama şu haram, içme dediğinde, devlet üretiyor, yasaklamıyor, niye haram olsunki derse, devleti Allah (CC) yerine koyduğundan kafir olur. Son bir örnekte, Şahısları ve müesseseleri saygıda aşırı gitmek, ilahi hakimiyete eş yada ortak etmektir..( A.Rıza Demircan, İslamda Batıla Benzemenin Hükmü, sh:37-45)