Zehirli | Konular | Kitaplar

ehli sünnet itikadı

İNDİRİLEN İSLAM'IN MUHKEM KALELERİ MEZHEPLER

Cemiyet halinde yaşamak hayatın devamı için bir zorunluluktur. Çünkü “İnsan, yaratılışı gereği medenidir.”1

İnsanlar, yaşamlarında sayısız olaylarla karşıla-şırlar. İctimai düzenin sağlanabilmesi için herkesin karşılaştığı olayları, fıkhın temel esaslarına muvafık bir şekilde çözmesi gerekir. Fakat, bütün insanların, uyması gereken kuralları ayrıntılı bir şekilde bilmeleri mümkün değildir. Bu yüzden modern hukukta “avukatlık” ve “hukuk danışmanlığı” mesleği ihdas edilmiştir.2 Fıkıhta ise, söz konusu işlevi, yani fıkhi hükümleri Müslümanlara açıklama ameliyesini fakihler yerine getirmektedir. Bundan dolayıdır ki fakih, zamanı okuyan-zamana hükmeden adamdır. Medeniyetin özünü teşkil eden esaslar Ona aittir. O ise Kur’an ve Sünnet’e. Tesbit ettiği esaslar ve istinbat ettiği hükümler itibariyle fakih ilmin olduğu gibi fikir tarihinin de öncü ismidir.

Müslümanlar, İslam’ın başlangıcından günümü-ze kadar fakihlerin içtihatlarını taklit ederek, yükümlülüklerini yerine getirmektedirler.3 Fuka-hayı taklit etmek cemiyetin çoğunluğunu teşkil eden avam adına bir zorunluluktur. Çünkü fıkhın esası olan Kur’an ve Sünnet’in bir kısmı herkesin anlayabileceği bir tarzda açıkken, önemli bir bölümü ancak içtihatla anlaşılabilecek bir yapıdadır. İçtihatla anlaşılabilecek hükümlerse fıkhın geneline nisbetle çoğunluğu teşkil etmektedir. 4

İTİKAD ALİMLERİMİZ EBU'L HASAN EŞ'ARİ

Ehl-i sünnetin îtikâddaki iki imâmından biri ve büyük velîlerden. İsmi Ali bin İsmâil, künyesi Ebü'l-Hasan'dır. Eshâb-ı kirâmdan Ebû Mûsâ el-Eş'arî'nin neslinden geldiği için Eş'arî nisbesiyle meşhûr olmuştur. 874 (H.260) veya 879 (H.266) senesinde Basra'da doğdu. 935 (H.324) veya 941 (H.330) senesinde Bağdât'ta vefât etti. Kabri Bağdât'ta olup, Basra kapısı ile Kerh arasındaki kabristandadır.



İmâm-ı Eş'arî diye de bilinen Ebü'l-Hasan-ı Eş'arî hazretleri küçük yaştan îtibâren ilim tahsîline yöneldi. Tefsîr, hadîs ve fıkıh ilimlerini zamânının meşhur âlimlerinden Zekeriyyâ bin Yahyâ es-Sâcî, Ebû Halîfe el-Cümehî, Sehl bin Serh, Muhammed bin Yâkub el-Mukrî, Abdurrahmân bin Halef ve Ed-Dâbiî'den öğrendi. Ebû İshâk Mervezî'nin hadîs derslerine devâm etti. Üvey babası ve Mûtezile kelâmcılarından olan Ebû Ali el-Cübbâî'den kelâm ilmini öğrendi. Kırk yaşına kadar Mûtezile bozuk yolu üzerinde bulundu. Bu fırkanın meşhurları arasında yer aldı. Yazdığı kitaplarında Mûtezilenin fikirlerini müdâfaa etti. Kırk yaşından sonra bozuk yolda olduğunu anladı. Tövbe edip Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine tâbi oldu.

İTİKAT ALİMLERİMİZ İMAM-I MATÜRİDİ

Ehl-i sünnetin iki itikad imamından birincisidir. İsmi, Muhammed bin Muhammed Matüridi'dir. Künyesi, Ebu Mensur'dur. Doğum yeri Semerkand'ın Matürid nahiyesidir. Hicri 333 (m. 944) yılında Semerkand'da vefat etti.

İmam-ı Matüridi, imam-ı a'zam Ebu Hanife'nin naklen bildirdiği ve yazdığı Ehl-i sünnet itikadının, kelam bilgilerini, ondan nakledenler vasıtasıyla kitaplara geçirdi, izah ve ispat etti. Kelam ilminde, akaidde müctehid olan imam-ı Matüridi, kelam ve fıkıh ilmini Ebu Nasr İyad'dan öğrendi.

İlimde çok iyi yetişen imam-ı Matüridi, çeşitli kitaplar yazmak ve talebe yetiştirmek suretiyle Ehl-i sünnet itikadını yaymıştır.

Yetiştirdiği talebelerden el-Hakim es-Semerkandi adıyla meşhur Ebul-Kasım ishak bin Muhammed, Ebu Muhammed Abdülkerim bin Musa el-Pezdevi, Ebul-Leys el-Buhari ve Ebul-Hasen bin Said gibi ilim ve takva yönünden yükselmiş olan büyük âlimler başta gelmektedir. Böylece, İmam-ı a'zam hazretlerinden gelen itikad bilgilerini nakleden İmam-ı Matüridi'den sonra da, talebeleri ve talebelerinin talebeleri bu hususta binlerce kitap yazarak, Peygamber efendimizin gösterdiği doğru yol olan Ehl-i sünnet itikadını yaymışlardır.

İmam-ı Matüridi'nin yaşadığı devir, Abbasi

EHL-İ SÜNNET'İ MÜDAFAA VE BİD'ATLERİ TENKİD

Takdîm edeceğimiz kitab, bir kısmı evvelden muhtelif zaman ve zeminlerde neşredilmiş, bir kısmı da ilk kez neşredilen te’lîf ve tercüme makâlelerden müteşekkil bir derlemedir. Makâlelerin tümü mâhiyet i’tibâriyle Ehl-i Sünnet müdafaası veya bid‘at tenkîdi sayılmasa da hepsinin, umûmiyetle, doğrudan veya dolaylı olarak bu mevzû etrâfında şekillendiği söylenebilir.

Kitab üç bölüme ayrılmış. Birinci bölümde toplam onsekiz makâle yer alıyor. Makâle yazarları umûmiyetle yabancısı olmadığımız isimler: (kitabdaki sıralanışına göre) Ahmed Ali Aksoy, Ahmed Akgündüz, Ali Nar, Said Ramazân el-Bûtî, Juan Ricardo Cole, Ebûbekir Sifil, Müfid Yüksel, Tahsin Görgün, Muhammed Reşâd, İbrahim Hatiboğlu, Osman Şimşek, Ayhan Tekineş, Bilgin Aydın, E. Sadettin Doruklu, Kutb Mustafa Senû, Nedim Yüksel, Yusuf Hanîf. Hepsi çok kıymetli olan bu makâlelerden ba’zılarını bahsetmek istiyorum.

Ahmed Ali Aksoy, bugüne kadar umûmiyetle ilmî/akîdevî yönden tenkîd edilen Yaşar Nuri Öztürk’ü aktüel cihetiyle ele alıyor ve yine ilmî bir şekilde tenkîd ve tahlîle tâbi tutuyor. Makâlede, 1415’de (1995) neşredilen İslâm Gerçeği adlı kitabdan hareketle Y.N.Ö.’ün fecî hatâları ve Moon tarîkati gibi ba’zı karanlık çevrelerle olan ilişkileri fevkalâde isâbetle tesbit ve teşhis edilmiş.

İBN TEYMİYYE'NİN İTİKADİ GÖRÜŞLERİ

İslam düşünce tarihinde leh ve aleyhinde en fazla konuşulan isimlerin başında Takiyyuddin İbn Teymiyye (v. 728/1328) gelmektedir. 661/1263 yılında Harran’da doğan İbn Teymiyye, Hanbeli mezhebinin güçlü alimlerini içerisinde barındıran bir aileye mensuptur. Dedesi Mecdüddin İbn Teymiyye pek çok alanda eser veren bir alimdir. Babası Abdulhalim’de, Harran yöresinde etkin olan bir Hanbeli fakihidir.

Moğolların Bağdat’ı işgal etmeleri ve Bağdat merkezli saldırılarını Harran’a kadar genişletmeleri üzerine İbn Teymiyye ailesi 667/1269 yılında Dımaşk’a göç eder. Babası başta olmak üzere bir çok hocadan ders okuyan İbn Teymiyye, 683’te Sükkeriyye Darulhadisine hoca olarak atanır. Bir yıl sonra da Emeviyye Camii’nde tefsir dersleri vermeye başlar.

Kısa zamanda şöhreti Dımaşk başta olmak üzere mücavir şehirlere de yayılan İbn Teymiyye VIII/XIV. yüzyılın başlarından itibaren kendisini ilmi ve fikri tartışmaların içerisinde bulur. Ehl-i Sünnet’in itikadi mezheplerine özellikle de Eş’ariliğe sert tenkitler yöneltir. Sıfatlar ve müteşabihat meselesinde selef-i salihinin usulünü benimsediğini iddia ederek ayet ve hadisleri zahiri anlamlarında anlar. Verdiği fetvalarla da bir çok konuda mezhepler arası icmaya muhalefet eder.

Mevcut İslami disiplinlerin hemen tamamına itirazları olan İbn Teymiyye en sert eleştirilerini tasavvufa yöneltir. İbn Arabi’yi ve onun görüşlerini benimseyen mutasavvıfları açıkça tekfir eder.

SELEFİLİK NEYİN DEVAMI

Yatağından ayrılan nehir suyu gibi, vahyin aydınlık yolundan uzaklaşan insan zihni de saf halini kaybeder. İdeolojiler mahşerine dönüşen zihnin, hakikati yanlışlardan ayıklayabilmesi, vahyi bozulmamış bir akılla okuması ile mümkündür.

Peygamberler farklı renk, dil ve iklimlerin egemen olduğu zihinleri yanlışlardan ayıklayıp “hakikat” etrafında yek vucût olmaya çağırdılar.

Her peygamber ümmetini Allah’a ve ahiret gününe iman etmeye davet etmiştir. En son Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) farklı düşünceleri İslam etrafında bir araya getirip mümin zihinleri ideolojik ihtilattan kurtarmıştır.

İnsanlık tarihi Hz. Adem’den Efendimiz’e (sallallahu aleyhi ve sellem) doğru tarandığında görülecektir ki esasta aynı şeyleri söyleyen peygamberler ömürlerini zihinleri yanlışlardan arındırmaya yani bâtılı geçersiz kılmaya adamışlardır.

İslam’ın ilk yılları yanlışların silinip, farklı düşüncelerin tevhit edilmesinin örnekleriyle doludur. Değişik kabulleri, algıları, istekleri olan kabileler mümin kimliği altında tek renge bürünmüşlerdir.

DEĞİŞİKLİK YOK ETMEK DEMEKTİR

Bid’at sahiplerini sevmemek hatta buğdi fillah etmemiz lazım ama iç içeyiz ne yapmamız lazım?

CEVAP
Sevmemek başka iyi geçinmek başka. Herkes ile iyi geçinmek gerekir. Bid’at ehli, küfre düşmemişse müslümandır. Din kitaplarımızda, kâfirlerin bile kendilerinin değil, itikadlarının pis, kötü, yanlış olduğu bildirilmektedir. Bid’at ehlinin hâli de buna benzer.

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
(Bid’at ehli, yapacağı değişikliklerle, dini düzelteceklerini, olgunlaştıracaklarını zannederek bid'at çıkarıyor, bid'atlerin zulmetleri ile sünnetin nurunu örtmeye çalışıyorlar. Bunlar, dinin noksanlıklarını tamamladıklarını iddia ediyorlar. Bilmiyorlar ki din noksan değil, kâmildir. Dini noksan sanıp, tamamlamaya [çağa uydurmaya, çeşitli bid’atler çıkarmaya] çalışmak, Maide suresinin, (Bugün sizin için dininizi ikmâl eyledim. Üzerinize olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslamiyet’i vermekle razı oldum) mealindeki 3. âyetine inanmamak olur. (m.260)

KUR'AN-I KERİMİ KİM ANLAR?

Kur’an-ı kerimi herkes anlayabilir mi?
CEVAP
İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
(Üç kimse, Kur'an-ı kerimin manasını anlayamaz:
1- Arabiyi ve tefsir ilmini iyi bilmeyen.
2- Büyük günaha devam eden fasık.
3- Bid'at sahibi [Eh-i sünnet itikadında olmayan].

Görülüyor ki, Ehl-i sünnet olmayan, Arabiyi çok iyi bilse de, Kur'an-ı kerimi doğru anlayamaz. Yanlış anladıklarını yazarak, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından nakletmeyip kendi görüşünü din diye ortaya koyan herkesi felakete sürükler. Hadika’daki (Ümmetim, kötü din adamlarından çok zarar görecek) hadis-i şerifi, böyle mezhepsizlerin zuhur edeceğini haber vermektedir.

Tefsir, akla değil, nakle dayanır. Ehl-i sünnet âlimlerinin, Peygamber efendimizden ve Eshab-ı kiramdan alarak yaptıkları tefsirlere aykırı tefsir yazan, küfre düşer. Hadis-i şerifte, (Kur'an-ı kerimi kendi görüşüne göre tefsir eden kâfir olur) buyuruldu. (Mek.Rabbani m.234)

Mezhepsizler, bu inceliği anlayamadıkları için, (Herkes Kur'an okumalı, dinini bundan kendi anlamalı, mezhep kitaplarını okumamalı) diyerek, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarının okunmasını yasak ediyorlar. Hadis-i şerifte, (Kur'an-ı kerimi, kendi görüşü ile açıklayan, doğru olsa dahi, mutlaka hata etmiştir) buyuruldu. (Nesai)

ALİMLERE UYAN DOĞRU YOLU BULUR

"Elimizde Kur'an var iken âlime ne lüzum var" demek doğru mudur?
CEVAP
Bunları söyleyenler, âlimin dindeki yerini bilmeyenlerdir. Kur'an-ı kerimi herkes kolayca anlasa idi, Peygambere ihtiyaç kalmazdı. Hadis-i şerifler, Kur'an-ı kerimin açıklaması mahiyetindedir. Hakiki âlimler de, hadis-i şerifleri açıklamışlardır. Arapça bilen herkese âlim denmez. Hakiki âlim, Kur'an-ı kerimi, hadis-i şerifleri açıklayan yetkili yüksek insandır. Sünneti, bid'ati bilir. Hakkı bâtıldan ayırır. Selef-i salihin itikadındadır. Yani Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadındadır.

Çok ilmi olduğu halde, hakkı bâtıldan ayıramayan, hakiki âlim değildir. Yetmiş iki sapık fırkanın önderleri de derin âlim idi, hakkı bâtıldan ayıramadıkları, Ehl-i sünnetten ayrıldıkları için dalalete düşmüşlerdir. Mesela Vasıl bin Ata, Hasan Basri hazretlerinin talebesi iken, hocasına itiraz edip, Ehl-i sünnetten ayrılarak Mutezile fırkasını kurdu. İbni Teymiye’nin de ilmi çok idi. Selef-i salihinin yani Ehl-i sünnet âlimlerinin sözbirliğinden ayrıldı. Necdi fırkasının kurulmasına sebep oldu. Bugünkü mezhepsizlerin de önderi durumundadır.

EVLİYADAN YARDIM İSTEMEK ŞİRK DEĞİLDİR

Sual: Ruhun var olduğuna, insan ölünce ruhun ölmediğine vehhabiler inanmıyor mu?
CEVAP
Ruhun var olduğuna herkes inanıyor. Ruhun ölmediğine biz müslümanların inandığı gibi vehhabiler de inanıyor. Çünkü buna inanmamak insanı, tekrar dirilmeyi inkâra yol açar. Beden ölse bile ruhun ölmediğine inanıp da, bu ruhun bedende iken bulunan özelliklerine yani görmesine, duymasına, işitmesine, hareket etmesine inanmamak açık bir çelişkidir.

Ruhun ölmediğine inandıkları gibi, bu ruhun duyduğuna, işittiğine, gördüğüne de inanmalılar. Bu inanmaları hâşâ böyle mantık yoluyla da olmamalı. Çünkü dinimiz bunu açıkça bildirmektedir.

Böyle olunca, ruhdan şefaat dilemek, ondan yardım istemek gibi, Allahü teâlânın yaratmasına vasıta olmasını beklemeye, karşı olmamak icap eder. Çünkü, bütün dinler, insan ölünce, ruhun diri kaldığını bildirmektedir. Diri insanlar, Allahü teâlânın yaratmasına vasıta, sebep oldukları gibi, diri ruhların da, Allahü teâlânın yaratmasına sebep olacağı red edilmez.

Kabirde, hem ruha, hem de bedene nimet ve azap vardır. Buna, böylece inanmak lazımdır.

ESHAB-I KİRÂMIN FAZİLETİ VE HAZRET-İ MUÂVİYE

İmam-ı Kastalanî hazretleri diyor ki:

"Resulullah aleyhisselamın yüceliği, risalet makamının yüksekliği, nübüvvetinin nuru, öyle bir mertebede idi ki, şerefli bakışıyla baktığı kimse bir ahmak arabî de olsa, Allah'ın hikmetiyle söylemeye başlardı." (Mevahib, c.1, s.509)

Birgivî Vasiyetnamesi Şerhi'nde şöyle yazılı:

"Resulullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) mübarek meclisinde az bir zaman kalan bir Müslüman köylü, hikmet söylemeye başlardı." (s.147)

Hindistan'da yetişmiş büyük alimlerden Muhammed Senâüllah-i Osmânî Dehlevî, İrşâd-üt-tâlibîn adındaki kitabında buyuruyor ki:

"Eshâb-ı kirâmın her birinin, Eshâb olmıyan müslümanların hepsinden daha üstün oldukları sözbirliği ile bildirilmişdir. Hâlbuki, kıyâmete kadar gelecek olan islâm âlimleri arasında ilimleri ve amelleri, Eshâb-ı kirâmın bazılarının ilm ve amelleri kadar olanları çok vardır: Bundan başka, hadîs-i şerîfde, (Başkaları Allah rızası için Uhud dağı kadar altın sadaka verseler, Eshâbımın Allah yolunda verdiği yarım Sâ’ arpanın sevâbına kavuşamazlar) buyuruldu. Eshâb-ı kirâmın ibâdetlerinin böyle kıymetli olması, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” sohbetinde bulunmakla, kalblerinde hâsıl olan (Bâtınî kemâl)lerinden dolayıdır. Onların bâtınları ya’nî kalbleri, Resûlullahın mubârek bâtınından nûr aldı. Bâtınları nûrlandı."

EHL-İ SÜNNET MEZHEPLERİ

Ameli Açıdan Mezhepler

Ehl-i Sünnet itikatında, ameli konularda dört mezhep vardır:

1) Hanefi mezhebi; İmam-ı Azam Ebu Hanefi tarafından kurulmuştur.
2) Şafii mezhebi; İmam-ı Şafii tarafından kurulmuştur.
3) Hanbeli mezhebi; İmam-ı Hanbeli tarafından kurulmuştur.
4) Maliki mezhebi; İmam-ı Malik tarafından kurulmuştur.

Bu bölümde mezhep imamlarımız ve onların görüşleri üzerinde duracağız.

Hanefi Mezhebi ve İmam-ı Azam Ebu Hanefi

İmam-ı Azam hicri 80 yılında Küfe’de doğmuştur. Asıl adı Numan b. Sabit’tir. Yaşadığı bölge itibariyle bazı rivayetlerde O’nun Türk asıllı olduğu söylenmektedir. Ticaret uğraşan varlıklı bir insan olan babası, Hz. Ali (r.a.)’nin halifeliği sırasında onun hayır duasını almıştır.

İmam-ı Azam genç yaşta Kuran’ı ezberledi. Arap dili ve edebiyatı, fıkıh, hadis ve kelam ilimlerinde kendisini geliştirdi. Bulunduğu yöredeki sapkın dini görüşlere sahip olan insanlarla tartışarak birçoğunu ikna etmeyi başardı. Böylece Ebu Hanefi ismi duyulmaya başladı.

Peygamber Efendimiz (S.A.V )'in Sünnetini Doğru Anlamak

Günümüzde insanları, özellikle de gençleri, doğru olana, en güzel ahlak ve tavra özendirmek önemli bir sorumluluktur. Bir Müslümanın, tavrına ve ahlakına özenmesi, benzemek için çaba göstermesi gereken kişi ise, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav)'dir. Kuran ayetlerinden ve hadis-i şeriflerden, mübarek Peygamberimiz (sav)'in güzel tavırlarını, konuşmalarını, gösterdiği güzel ahlakı anlayabilir, O'nu örnek alabiliriz.

Allah (cc) bir ayette şöyle bildirmektedir:

Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resûlü'nde güzel bir örnek vardır. (Ahzab Suresi, 21)

"Cennete Güzel Ahlak Sahipleri Girecektir"

Peygamberimiz (sav)'in "Size iki şey bırakıyorum. Bunlara uyduğunuz müddetçe asla sapıtmayacaksınız: Allah (cc)'ın Kitabı ve Resulü'nün sünneti" hadis-i şeriflerinde de bildirdiği gibi, Müslümanların en önemli iki yol göstericisi Kuran ve Peygamber Efendimiz (sav)’in sünnetidir. Peygamber Efendimiz (sav) hem güzel ahlakı ile insanlara örnek olmuş, hem de insanları güzel ahlaklı olmaya çağırmıştır. "Müminin mizanında en ağır basacak şey güzel ahlaktır. Muhakkak ki, Allah Teala işi ve sözü çirkin olan ve hayasızca konuşan kimseye buğz eder" buyuran Peygamberimiz (sav), bir sözlerinde de "Ruhumu kudret altında tutan Allah'a yemin ederim ki cennete sadece güzel ahlak sahipleri girer" demişlerdir.

EHL-İ SÜNNET KİMDİR?

Ehl-i Sünnet demek, Kur'an ve sünnetin öğrettiği şekilde inanan ve yaşayan Müslümanlar demektir. Ebedi kurtuluşa vesile olacak iman ve Allahu Teala'yı tanımak, ancak Ehl-i Sünnet itikadına sahip olmakla mümkündür. Sünnete uymak için Peygamberimiz (sav)’in Kuran uygulamalarını ve Ashab-ı Kiram'ı tanımak ve takip etmek gerekir. Çünkü bizimle sünnet arasında onlar köprü vazifesi görmektedir. İman ve İslam konusunda Ashabın yerini ve gereğini Allah Resulü (s.a.v) Efendimiz şöyle belirtmiştir:

"Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak; birisi hariç diğer hepsi Cehennem'de olacak" Oradakiler, hayretle: "O kurtulacak grup hangisidir Ya Rasulallah" diye sordular, Efendimiz (s.a.v): "Benim ve Ashabımın yolunda olanlar." buyurdu. (Tirmizi, iman; 18.)

Bu kurtulan fırkaya "Fırka-i Naciye" denir. Bu fırkanın bir diğer ismi de "Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat" fırkasıdır.

İtikad ve amelde bütün hak mezheplerin buluştuğu nokta Kur'an ve sünnetin çizdiği noktadır. Bu mezheplerin bütün çabaları Allahu Teala'nın ve Resulünün (s.a.v) muradını anlamak, anlatmak ve yaşamaktır.

Ehl-i kıble tekfir edilmez

“Günde beş defa Kâbe’ye yönelip, tehiyyatta kelime-i şehadeti söyleyen, küfre düşüp küfrüne tövbe etmese de, küfrü üzerinde sabit kalmaz” diyenler çıkıyor. Bu yanlış değil mi?

CEVAP

Bu söz ehl-i sünnet itikadına aykırıdır. İmam-ı a’zam hazretleri buyuruyor ki: Tövbe için yalnız kelime-i şehadet söylemek kâfi değildir, küfre sebep olan şeyden de tövbe etmesi gerekir. O şeyden tövbe etmezse, namaz kılsa da kâfirdir.

Bazısı, (La ilahe illallah diyen Cennete girer) hadisine göre, 72 dalalet fırkası da Cehennemde sonsuz kalmaz” diyor. Bu açıklama doğru mudur?

CEVAP

Yanlıştır. Bir münafık da la ilahe illallah diyebilir. Kâfir olarak ölenleri Cennete giremez.