Din ve Inanc

DİN HIRSIZLARI !!!

Bunlar, “Her zaman yaşadığımız” ve din adına yapılan rezil tartışmalarla, “sürekli” ekranlarda boy gösteriyorlar.

Dini öğretmek değil, tahrip etmekten başka bir işe yaramayan bu reyting ayarlı programlarda, magazinel bir mantıkla, çok önemli bir dini mevzu masaya yatırılıyor, biri önünden biri arkasından vuruyor.

Sonuçta ele alınan mevzu, “yerle bir oluyor!” İnsanların kafası karıştıkça karışıyor.

Bunun en çarpıcı örneğine “Kur’an’ın Şifresi” tartışmalarında şahit olduk.
Edip Yüksel; “Kendisinin son elçi!” olduğunu iddia eden Reşad Halife’nin talebesi Edip Yüksel, Ceviz Kabuğu programında ve Karşısında da O’na cevap vermek için oturtulan Prof. Dr. Süleyman Ateş.

Oyunun telefonla katılan “aktörleri!” ise, Prof. Hüseyin Hatemi ve “Kur’an’ın Şifresi” adlı ucube bir kitap yazan Ömer Çelakıl.

Edip Yüksel eline tebeşir alıyor ve başlıyor o muhteşem “19 mucizesini!” anlatmaya. Yüksel’e göre, Kur’an’da 19 rakamına bağlı bazı mucizeler var. Kendince bunu ispata çalışıyor. Sanıyorsunuz ki, bunu, “insanların imanını güçlendirmek için yapıyor.”

Ama bir süre sonra baklayı ağzından çıkartıyor ve “bu 19 şifresine uymadığı için, Tevbe Sûresi’nin son iki ayetinin Kur’an’da olmadığını”söylüyor. (Kâfir) Bununla da yetinmiyor, Hz. Peygamber Efendimizin bütün hadislerini reddediyor. “19 rakamına uymadığı için!”

Kur’an ayetlerinin bir kısmını anında inkâr eden bu adam, müsteşriklerin yüzlerce yıldan beri yapamadığını bir kalemde yapıyor. Hadisleri de, bazı ayetleri de reddediyor. Süleyman Ateş ise, sinirlenerek O’na cevap vermeye çalışıyor. Bağırıyor, çağırıyor.

Okuyucu Soruları 26 Bediüzzaman ve Risalei Nur

Fethullah Gülen hocaefendiye ABD'de sağlanan sadece ikamet imkânı değil. Cemaatin orada da yapılandığı ve çok yönlü faaliyetler yürüttüğü bilinen bir husus. Bu durumu nasıl değerlendirmeliyiz?

Şu bir gerçek: ABD için öncelik sıralamasının en başında yer alan husus kendi "kırmızı çizgileri"dir. Herhangi bir ekonomik girişim, fikrî oluşum, devlet, rejim, cemaat, tarikat, kişi, kuruluş... bu çizgileri geçme anlamına gelecek bir eğilim göstermediği etmediği sürece ABD için problem oluşturmaz. Böyle bir eğilim taşıyanların "kara liste"ye alındığı ise herkesin malumu. Hatta "eğilim" de şart değil, bu anlamda bir "potansiyel"in tesbit edilmiş olması dahi yeterli!

Şu nokta kesin: ABD herhangi bir kişi, kuruluş... vb.nin üstünü çizmişse, onu kendisi için tehlikeli/zararlı telakki etmiş demektir. Açıklığa kavuşturulması gereken nokta ise şu: ABD'nin üstünü çizmediği kişi, kuruluş... vb.nin "ABD'nin dostudur, öyleyse İslam'ın düşmanıdır, ya da en azından İslam'a zararlıdır" denebilir mi?

Muhtelif meseleler 4

Okuyucunun, "İslam-laiklik-demokrasi ilişkisi" temalı 3. sorusunun cevabına devam ediyoruz.

Önemli olan, Müslümanların, ezelî ve ebedî hakikatleri mümkün olduğunca fazla sayıda insana ulaştırma, mümkün olduğunca fazla sayıda insanı, hayatı bir bütün olarak kucaklayan İslam'ın diriltici soluğuyla buluşturma azminde ve cehdinde olmasıdır. Din'in sabitelerinin, Allah ve Resulü'nin çizdiği sınırların herhangi bir biçimde zedelenmemesine, örselenmemesine azami dikkati göstererek, Din'in bütünlüğünün muhafazasını gözeterek bu temel görevi yerine getirmek, meselenin olmazsa olmazını oluşturuyor. Geri kalan kısım ise nihaî noktada şartlar ve imkânlar göz önünde bulundurularak tesbit edilecek "metot"la ilgilidir.

Filistin Davası

Daru'l-Hikme'nin sitesinde yer alan haber, İslam alimlerinin Filistin davası ve son gelişmeler üzerine uyarılarını aktarıyor. İşgalci Siyonist İsrail devleti özel olarak Mescid-i Aksa, genel olarak Filistin toprakları üzerindeki sinsi planlarını adım adım uyguluyor.

Dikkat çekilmesi gereken en önemli nokta, Siyonist yönetimin, bu planları "haşlanmış kurbağa" metoduyla icra ediyor olması. İsrail, amacına ulaşmak için birden ve topyekün bir hamle yapmak yerine, dünyayı ve İslam alemini "alıştıra alıştıra" gidiyor. İşgali genişletme ve Filistin toprağına Yahudi damgası vurma adına ortaya koyduğu her uygulamaya kendince uygun kılıflar üretmeyi de ihmal etmiyor.

İSTİBRA - MÜSLÜMAN ERKEKLERİN DİKKATİNE - BİLHASSA İMAMLARIN-

İSTİBRA USULÜ (Müslüman Erkegin Dikkatine)

Büyük ve küçük abdest yaptıktan sonra temizlenmektir. İdrardan ve necasetten temiz olma kurulanma demektir.

Erkegin istibra yapması farzdır .Kadında istibra icap etmez. İstibra yapmadan alınan bir abdestten sonra veya abdest alma esnasında çok azda olsa idrar damlası çıksa veya idrar mahallinde bir yaşlık görülürse abdest bozulur . Bu şekilde alınan abdestle yapılacak ibadetler geçersiz olur . Müslümanlar istibraya dikkat etmelidir. Bilhassa İMAMLAR bu duruma daha fazla ehemmiyet vermeli ; hem kendi , hem de cemaatin namazını ifsad etmemelidir .

İDRARDAN KORUNMAK :

DİN TAHRİFÇİLERİ

“Şimdi (ey müminler) onların size inanacaklarını mı sanıyorsunuz? Oysaki onlardan bir kısmı, Allah’ın kelamını işitirler de iyice anladıktan sonra bile bile onu tahrif ederlerdi.” (Bakara 75)

İnsanlık tarihine baktığımızda ne gariptir ki, tamire müvekkel kılınan insan, sanki tahrife müvekkel kılınmışçasına, kimi zaman bilerek, kimi zaman bilmeyerek, kâinattaki ölçü ve dengeleri tahrife (bozma, değiştirme, çaptırmaya) yönelmiştir.

Bunu tarihimizde ve günümüzde tarihin her alanında görmek mümkündür. Allah’ı inkâr, Allah’a isyan, Allah’ın ahkâmını keyfî yorumlama, insanın yaradılış gayesini unutmuş, nefsinin şeytana uyması, kötü ahlakları huy edinmesi, keyfî bir şekilde suretine müdahale (estetik v.b) etmesi, tabiata müdahale, bilinçsiz ziraî mücadele, hayvan ve bitkilerin fıtratlarına müdahale, hepsi birer tahrifattır. Tabiata bilinçsiz müdahale günümüzde küresel ısınma v.b sıkıntılara kapı aralamıştır.

Maddî ve manevî hayata yönelik her türlü bilinçsizlik ve bilgisiz müdahale, insanın o alanla ilgili mezarını kazmasına sebep olmakta ve olacaktır da.

“Hâzâ min fadli Rabbî.”

KUR’ÂN-I HAKÎM, semavî fermanlarıyla bizi varoluş hikmetimize uygun şekilde yaşamaya çağırırken, yolumuzda duran iki tehlikeye de dikkat çeker: Yahudiler ve Hıristiyanlar sözkonusu edilirken dikkatimiz çekilen iki ayrı tehlike... Her iki grup da, resullere ve semavî kitaba muhatap olmuş; ama zamanla, iki zıt yönde sapma yaşamışlardır. Meselâ Yahudilerde, cemalsiz bir celâl; Hıristiyanlarda ise, celâlsiz bir cemal sözkonusudur. Biri Musa ile gelen ilahî şeriatın hem içini boşaltmış, hem de Hz. Yahya’yı öldürme ve İsa aleyhisselâmı öldürmeye teşebbüs etme örneğinde görüldüğü üzere, bu şeriatı ruhsuz ve merhametsiz bir muhtevaya büründürmüştür. Hıristiyanlar ise, tam aksi bir tavırla, zaman içinde Hıristiyanlığı ‘şeriatsız bir din’ haline getirmişlerdir. Yahudiler hak dinden nefis-eksenli bir yorumla sapmış; buna mukabil, Hıristiyanların geliştirdiği ‘ruhbaniyet,’ nefsi kontrol adına, verilmiş bazı kabiliyetleri de öldürme çizgisine ulaşmıştır.

Nebîlere ve semavî kitaplara muhatap olup zamanla böylesi bir bozulma yaşayan her iki zümrenin serüveni, aslında tüm insanlığın ve her bir insanın her daim yüzyüze olduğu bir problemi ele verir. Gerçi insan, hayır-şer, hidayet-dalâlet, iman-küfür gibi bir ikilemle karşı karşıyadır. Ama bu denklemlerin menfi kısmında bir değil, iki seçenek vardır: ifrat ve tefrit. Bu yüzden, iman-küfür, hayır-şer, hak-bâtıl denklemini kurduktan sonra, dengeyi korumak için, küfür, şer ve bâtıl tarafının hem ifrat, hem tefrit boyutunu da açımlamamız gerekmektedir.

Sözgelimi, akıl bize verilmiş bir imkândır. Denge hali, onu Vereni bilmek; o aklı, onu Verenin veriş amacına uygun biçimde kullanmaktır. Aklımızı kendimize mal etmek açık bir sapmadır. O denli göze çarpmayan bir diğer sapma ise, bu sapmaya düşme korkusuyla aklı hiç kullanmayıp heder etmektir. Her iki halde de, ‘hikmet’e ulaşılmamaktadır.

Din, İnananların Her Şeyine Karışır mı?

İlk insan Hz. Adem ile birlikte, din de dünyaya gelmiştir. O günden bugüne dünyada dinsiz bir dönem olmamıştır. Dinsiz fertler ve topluluklar olmuştur ama, dünya hiçbir zaman bütünüyle dinsiz olmamıştır. Atamız Adem ile anamız Havva'nın, cennetteki misafirlikleri sona erip de esas imtihan sahası olan dünyaya gönderildiklerinde, Hak Teala bundan sonrası için olacakları haber vererek. "(İyi bilin ki) size benden bir hidayet geldigi zaman, kimler benim hidayetime uyarsa, artık onlara bir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. İnkar edip ayetlerimizi yalanlayanlar ise, cehennem halkı olacaklardır ve orada ebedi kalacaklardır." (Bakara, 38-39) buyurmuştur. Bunun manası şudur: "Artık dünyadasınız ve gerektiği zamanlarda siz insanlara Allah'dan ne yapacağınızı bildirecek peygamberler ve kitaplar gelecektir. Bunlara uyduğunuz takdirde, korku ve üzüntü yaşamazsınız. Uymazsanız âkıbetiniz ateştir."

Kâfirler Cehenneme girmeyecek mi?


Sual: Bir arkadaş milletine hizmet eden bütün kâfirler Cehenneme girmez dedi. Yanlış değil mi?

CEVAP
Müslüman olmayanların yani bütün kâfirlerin Cehenneme gireceğini Allahü teâlâ bildiriyor. Bunu günlük işlerdeki örneklerle açıklayalım: Mesela, Türkistanlı bir Türk Türkiye’ye gelse; Türk vatandaşlığına kabul edilmediği sürece, profesör olsun, Edison gibi bilim adamı olsun, Türk vatandaşına tanınan haklardan faydalanamaz. Mesela oy kullanamaz, milletvekili olamaz. Çünkü T.C. vatandaşı değildir. Vatandaş olmayan, bu haklara sahip olamaz. Allahü teâlâ da Cennete girmek için, mümin olma şartını koymuştur.

Bir Türk resmi dairedeki bir memurun yanına gelip, ona günlerce yardım etse, ay sonunda o Türk’e bir kuruş para verilmez. Halbuki o dairedeki herhangi bir personel, çok az çalışsa, hatta izinli olsa da, ay sonunda maaşını alır. Çünkü bu personelin o dairede kaydı vardır. Başka kimselerin o dairede kayıtları bulunmadığı için, çalışmaları nazarı itibara alınmaz. Mümin olan; suç ve günah işlese de, iman kaydı bulunduğu için Cennete gider. İman kaydı bulunmayan kâfir de, yararlı işler yapsa da Cehenneme gider..

Din'de Reform

Din akıl sahibi insanları kendi tercihleriyle bizzat hayırlı olan şeylere götüren ilahi bir kanundur.

Din insanları yaratılıştaki gaye ve hikmetten haberdar eder. İnsanlara hidayet ve saadet yollarını gösterir.

Dinin vãzi-i hakikisi, Cenabı Hak olup menşe-i aslisi vahy ve nübüvvettir. İnsanlar bizzat din vâzi-i olamazlar. Hatta peygamberani izam hazaratı yalnız ahkam-ı diniyyeyi tebliğe memurdurlar.

İnsanlar maddî, manevî her nokta-i nazardan dine muhtaçtırlar. İnsanların ilmî, edebî, ictimaî, siyasî, tekâmülatı hususunda dinden daha ulvî, daha mühim bir âmil olmaz. Ahlâkın esası, medeniyetin en birinci istinatgâhı dindir. (Muvazzah İlm-i Kelam, Ömer Nasuhi Bilmen

Din insanlar için en büyük nimettir. Dinin yerine başka birşey kâim olamaz. İslâm dini zannedildiği gibi akıl dini değil vahye dayanan ilâhî bir dindir. Ancak akla uygundur. Akıl İslâm’ı anlama ve uygulamada güzel bir vasıtadır. Aksi halde akıl yolu ile insanlar vahiyden neşet eden Kur'an ayetleri karşısında Kur'an-ı ve hükümlerini hiçe sayarsa Allah'a şirk koşmuş olur.

Hz Kur'an Namaglub Galib Olan Hz Allah'ın Ezeli Olan Kelami Ebediysidir.

Esselamu Aleykum Ve Rahmetullahi Ve Berakatuhu.

Hamd Bizleri Şeref-i İslam İle Muserref Kılan Galib-i Mutlak Kadir-i Muhtesem Hz Allah'a Aittir.

Salat Ve Selam Alemleri Yokluktan Varlığa Sırf Kendisi Hurmetine, Çıkardığı O Sultanlar Sultanına, O Kelam-i Ezeli İle Muhatab Olan Habib-i Edibi Uzerine Olsun.

10000 Sahabi-i Kıram Hazaratının İcma-i İle Kainatta Benzeri Görulmemiş Bir Tevaturle, Menkul Olup Paslanmıs Gönullerimizi Ezeli Nuru İle, Munevver Kılan Hz KUR'AN Ezeli Ve Ebedidir.

SAHİH BİR İTİKAD NASIL OLMALI?

İman, İslam binasının temelini oluşturmaktadır. İman olmadan hiçbir amel Allah katında makbul değildir.

İslam'da ilk önce iman gelir. İman, her Müslümanın öncelikle sahip olması gereken bir özelliktir. Dolayısıyla Müslümanın en değerli varlığı imanıdır diyebiliriz. Çünkü insan, dünyada huzur ve saadete, ahirette ebedi mutluluğa ancak imanla kavuşabilir. Ancak, son nefese kadar imanı korumak ve ahirete bu imanla gitmek gerekir.

İman ve inanç çok önemli olduğu için Kur'an'da, Mekke döneminde inen ayetlere baktığımızda, tamamen inançla ilgili prensipleri açıkladığını görmekteyiz. Mekke döneminde hüküm ayetlerinin çok az olduğu, hükümle ilgili ayetlerin genellikle Medine'de inmeye başladığı görülmektedir.

Yani, ancak inançla ilgili prensipler açıklanıp da insanların zihinleri yanlış, batıl ve hurafe düşüncelerden temizlendikten sonra Medine döneminde ibadetlerle ilgili ayetler inmeye başlamıştır.

VEHHABİLİK SON DİN Mİ Kİ

Vehhabiler, (Münafıkları Allahü teâlâya ve Resulüne çağırırsanız, yüz çevirirler, gelmezler) âyet-i kerimesini yazarak, Ehl-i sünneti bu münafıklara benzetiyorlar. (Ehl-i sünnete âyet, hadis gösterilince, bunlardan yüz çevirip mezhep imamlarına uymakta ısrar ediyor, müşrik oluyorlar) diyorlar. (Feth-ül mecid, s.393)

CEVAP
Burada da, Ehl-i sünnet olan müslümanlara iftira etmektedirler. Münafıklar için, kâfirler için, puta tapanlar yani müşrikler için gelmiş âyet-i kerimeleri güya delil göstererek kendileri gibi inanmayan müslümanlara müşrik, kâfir demektedirler. Kendileri gibi yani vehhabi gibi inanmadığımız için, atalarımız da biz de güya şirk üzere yani kâfirlik üzere imişiz. Asırlardır milyarlarca müslüman hep müşrik olarak yani kâfir olarak ölmüşler.

Birinci maddede yani Vehhabilik Nedir maddesinde de yazdığımız gibi şöyle diyorlardı:

(Vehhabilik gelmesi ile, dininiz şimdi tamam oldu. Allah sizden razı oldu.

ALLAH'IN ELİ NE DEMEKTİR?

Sual: Kur’anda Allah’ın iki eli tabiri geçmektedir. Bu, Allah’ın bizim gibi iki elinin olduğunu göstermez mi?

CEVAP
Asla göstermez. Çünkü Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Onun benzeri hiçbir şey yoktur, O hiçbir şeye benzemez.) [Şura 11]

Onun eli ayağı, gözü var demek, yaratıklara benzetmek olur. Yed’den muradın keyfiyetini Allah bilir demekle yetinmelidir. Çünkü düşündüğümüz, hayal ettiğimiz her şey mahluktur, yaratıktır. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Bildiğimiz, hatırımıza, hayâlimize gelen, duygu organlarımıza etki eden her şey mahluktur. Çünkü, insanın bildiği, hissettiği her şey, kendi eseridir. Bizim, Allahü teâlâyı tenzîh etmemiz, bir şeye benzemez dememiz bile benzetmek olur. (2/9)

ARŞ DA SONRADAN YARATILDI

Arş da sonradan yaratıldı
Hıristiyan taraftarı görünen Yahudiler, Hz. İsa’nın, göğe çıkıp, Allah’ın sağına oturduğu ve Allahü teâlânın gökte olduğu inancını Hıristiyanlığa sokmuşlardır. Hıristiyan İngilizler tarafından uydurulan selefi inanışına göre de tanrı gökte, Hz. Muhammed de sağ tarafında oturmaktadır. Kitabül-Arş isimli kitapta, “Allah Arşa oturur, yanında Resulullaha da yer bırakır” deniyor. Hıristiyanlarla selefilerin böyle konularda birbirine benzemesi tesadüf değildir. Yahudiler Hıristiyanlığı bozdukları gibi, Hıristiyanlar da Müslümanlığı bozmaya uğraşıyorlar. İstisnasız Ehl-i sünnet âlimlerinin hepsi “Allah mekandan münezzeh” buyuruyor.

İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
Ehl-i bâtıl, istiva, vech, yed gibi kelimeleri tevil etmedikleri için sapıtmışlardır. Allah’ın, Arşı istiva etmesi, Arşı hükmü altına alması demektir. (İlcam-ül-avam)