alimlere olan itimadı yıkmak

İMAM EL-GAZÂLÎ VE İHYÂ

Modern zamanlarda Ümmet'in yaşadığı arızalardan birisi de ilim ve alim konusundaki hassasiyet kaybıdır. Yaşadığımız durumun bir "arıza" olduğunu fark edemiyorsak, bu alanda oluşan boşluğu –kaçınılmaz olarak– farklı unsurların doldurmuş bulunmasındandır. Tasavvurumuzdaki kırılmanın da, rahmet ve bereketin hayatımızı büyük ölçüde terk etmesinin de izahı burada yatmaktadır.

Son zamanlarda dikkatimi çeken bir hususa getirmek istiyorum sözü: Bu köşeyi takip edenler, zaman zaman "iç muhasebe" kabilinden, bazı alimler hakkında bir kısım tesbitlere yer verdiğimi biliyor. İmam el-Gazzâlî ve onun İhyâ'sı hakkındaki değerlendirmeler de bu cümleden olarak burada zaman zaman dile getirildi.

Bazı kardeşlerimin İmam el-Gazzâlî'nin adı geçen eserindeki bir kısım rivayetlerin durumu hakkında muteber ulemanın tesbitlerini nakleden ifadelerimden hareketle, Hüccetu'l-İslam'ı ve onun muhalled eseri İhyâ'yı gözden düşürme anlamına gelen tavırlar içine girdiklerine dair duyumlar alıyorum.

Müslümanlığın Birliğini Bozan Mezhepsizlik Fitnesi

MÜSLÜMANLAR için büyük fenalıklardan biri dinî konularda herkesin kendi kafasından, kendi heva re’yine göre konuşması, ulu orta dinî ve şerî konularda açıklama yapması, hüküm vermesidir.

Bundan kırk, elli sene önce ülkemizde böyle bir kötülük yoktu. Sonra “iyi yetişmemiş” icazetsiz kişiler kafa karıştırıcı, tahripkâr bir çığır açtılar.
Biri çıktı, Reşid Rıza adındaki Arap yazarının Telfik-i Mezahib (Mezhepleri bir araya getirmek, hükümlerini karışık olarak tatbik etmek) kitabını bastırdı. Hem de Diyanet’e bastırttı. Hâlbuki İslâm uleması telfika cevaz vermemiştir.

Bu kapı aralandıktan sonra bunun ardından mezhepsizlik fitnesi ülkemize sokuldu. Aslında bu fikir ve cereyan şu meşhur farmason ve takiyyeci Cemaleddin Efgani’nin çıkarttığı bir şeydir. Adam, Ehl-i Sünnet disiplinini yıkmak, dinin safiyetini bulandırmak için “İşte Kur’an, işte hadisler! Herkes dinini bu ana kaynaklardan öğrensin” diye bir “İctihad çığırı” açtı. Mühendis, doktor, hukukçu, işadamı, terzi, üniversite öğrencisi velhasıl dinî tahsili olmayan her Müslüman eline Kur’an tercümeleri, mealleri, tefsirleri alacak, bunlara ilaveten hadîs kitapları, külliyatları... Bunlara bakarak, bunlardan hüküm çıkartarak dinini öğrenecek. Ne kadar yaldızlı bir hayal. Niceleri böyle kendi kafalarınca hüküm çıkartırken, dinden çıktılar da haberleri olmadı.

İbni Teymiyye Hakkında Günümüz Kaynaklarından İktibaslar

Molla Sadreddin Yüksel diyor ki:

Türkiye'de bilhassa İstanbul'da kupkuru, tam manasıyla cahil yeni bir gurup türemiştir. Bu gurup kendine selefi ismini vererek, Allahü tealaya -haşa- cisim ve mekan isnad edecek kadar ileriye giden İbni Teymiyye ve haleflerini örnek aldığını iftiharla söylemektedir. Mezhepleri ve müctehidleri reddediyorlar. (Makaleler, Madve Yayınları: 11, Ekim 1985; s.7)

Ubeydullah Küçük diyor ki:

Şeytani ihtilaf yangınını İslam dünyasında ilk çıkartan hain, yahudi dönmesi İbn Sebe'dir. Farmason ve anarşist Afgani, onun çömezi mason Abduh, onun tilmizi İngiliz maşası Reşid Rıza ve günümüzdeki takipçileri de yakıcı ve yıkıcı ihtilaflar çıkartmışlardır. Haşa, "Allah semadadır" diyen İbn Teymiyye, Müslümanları müşrik ilan eden M. bin Abdülvehhab da bu uğursuz kafiledendir. Her müslüman rahmani çeşitlilik ile şeytani ihtilaflar arasındaki farkı bilmelidir....İbni Teymiyye birçok noktalarda aşırı gitmiş, "gulüvv"a sapmış, İslam'ı daraltmış, tecsim (antropomorfizm) girdabına batmış, ezici çoğunluk tarafından reddedilmiş, şaibeli bir kimsedir, kılavuz olamaz. (Bedir Yayınevi'nin Kitabül-Kebair kitabına yapılan 8. Ek, s.287-288)

Sünnete Fransız Kalanlar İçin


Bu başlığı takriben on sene kadar önce Malatya’da eski apartman komşumuzun dükkânında sünnet konusunu konuştuktan sonra yazacağım ilk kitap başlığı olarak ajandama notlamıştım… O tarihe kadar kitap yazmak gibi bir düşüncem yoktu… Ama arkadaşımın sünnet konusundaki fikrini öğrenmiş olmam pek de önemsemediğim bir konuyu araştırmama vesile oldu…

Arkadaşım; Kur’anın korunduğunu ama sünnetin korunmadığını ve bizleri bağlamadığını iddia ediyordu… Sünnet, vahiy olamaz ve peygamberimiz kuran dışında emir ve yasak koyamaz demişti… O saate kadar sünnetin önemi ve dindeki yerini hiç düşünmemiştim… Kaynağı belli olmayan hadisler dışındaki tüm sahih hadisler başımla gözüm üstüneydi ki hala öyle…

Arkadaşımı ikna edecek bilgi birikimim yoktu ama yanıldığından adım gibi emindim… Konuşurken ses tonu ve mimik hareketleri sanki ‘ iyi ki de sünnet dinde delil değil! İyi ki tüm emir ve yasaklar kuranla sınırlı! Yoksa rahat bir hayat yaşamazdık!’ der gibiydi…

AKLI KARIŞIKLAR İÇİN TASAVVUF MÜDÂFÂSI -IV-

Tasavvuf müessesesi, özellikle son dönemde ülkemizde inanılmaz bir tenkit ve tabiri caiz ise bir tekfir yağmuruna tutuldu. Medyaya da malzeme olan ve köklü tasavvufi kurumların dışladığı kötü malzemeye bakarak, mutasavvıfların tamamını kötü kabul etmek, zandan kaçınmayı emreden Kur’an ile taban tabana terstir. Buna rağmen bu yazımızda, özel bir takım iftira ve iddiaları dile getirmek istiyorum.

Mutasavvıfların Akidesi Ehl-i Sünnet ile Uyuşmaz İddiası

Mutasavvıfların maruz kaldığı iftiralardan en büyüğü olan bu akıl almaz ve mantık kabul etmez iddianın sahipleri, Şah-ı Hazne ve Seyyid Abdulhakîm Hüseyni’nin (kaddesallâhu esrârahum) de yetiştiği Halidî yolunun temel eserlerinden Âdâb-ı Fethullah’a bakmış olsalar, aslında hadiseyi kafalarında çözmüş olacaklardı.

Âdâb isimli eserinde Şeyh Fethullah-ı Verkânisî (ks) Nakşî-Halidî yolundan istifade etmek isteyen kimse için gerekli olan en mühim şartın, itikadını Ehl-i Sünnete göre tanzim etmesi olduğunu bildirmiştir. Yine Mustafa İsmet Efendi’de (ks) Risâle-i Kudsiyye’sinde “Bir Ehl-i Sünnet olmak isterse mensûb” beytiyle, Ehl-i Sünnet ve’l Cemaât itikadında olmayanlara, tarikat dersi verilmeyeceğini beyan etmiştir.

MEZHEBSİZLİK TEHLİKESİ VE HAK MEZHEBLER


Mezhebleri Kim Tartışıyor?

Günümüz İslam Dünyasında en çok tartışılan dini meselelerin başında, bir mezhebe bağlı olmak konusu geliyor. Özellikle oryantalistlerden etkilenen bir zümre var ki, mezheb kelimesini duyduklarında hemen karşı çıkarak; “Ne gerek var canım bir mezhebe uymaya? Hz. Peygamber zamanında mezheb mi vardı sanki? Eski alimlere uymaya ne gerek var, biz de alimiz, elimizde hadis var, Kur’an var, biz anladığımız gibi hüküm verir, ona göre amel ederiz” diye cesurca (!) bir tavır sergiliyorlar.

Kendilerini ‘alimler üstü’ gören, ancak gerçekte Sahabe ve Tabiin’den başlayarak oluşan İslam ilmi geleneği içerisinde bir yerleri olmayan böyle kimselere, olsa olsa ‘din bilimi araştırmacısı’ veya ‘din-bilim adamı’ denilebilir. Aldıkları akla ve felsefeye dayalı ‘teoloji’ (din bilimi) eğitimi ile Kur’an-ı Kerim’i kendi ‘modern’ anlayışlarına göre yorumlayıp, hadislerden sadece işlerine geleni kabul etmektedirler.

İslami ilim usulüne göre ilmî yeterlikleri olmadığı halde, mezhebleri, Kur’an ve Sünnet dışı birer ayrılık unsuruymuş gibi gösteren bu kimseler, bu halleri ile de İslam’ı içten çökertmeye çalışan müsteşriklere hizmet etmektedirler. Elbette, her ilahiyat (teoloji) eğitimi alan kişinin aynı durumda ve görüşte olduğunu söylemek doğru değildir.

Hatada ısrar helak olmaya sebeptir

Âlim, hakkı bâtıldan ayırt eden, İslam âlimlerinden nakil yapan kişidir. Âlim, ışığı, karanlığı gören kimsedir. A’ma, ışığı göremez. Zira a’maya, her şey hep karanlıktır.

Hakiki âlim, nakledendir, vasıta olandır. Kendinden söyleyen ve kendine bağlayan değildir. Bunun için dini konularda, kendinden bir şey söylememelidir. Zira dinimiz nakil dinidir. İman ibadet bilgileri kıyamete kadar hep aynıdır, değişmez. Dinde yorum, görüş olmaz. Benim görüşüme, senin görüşüne göre din olmaz. Din, ne ise odur. Allahü teâlâ ve Onun Peygamberi Muhammed aleyhisselam nasıl bildirmiş ise, o öyledir. Buna ilave yapılamadığı gibi, eksiltme de olmaz. Bu sebeple nakleden aziz olur, nakle dayanmadan kendi düşüncesini din diye anlatan rezil olur. Ehli sünnet itikadını, ehli sünnet âlimlerinin kitaplarından nakletmeli ve böyle kıymetli eserleri yaymalıdır. Zira doğru iman, doğru ibadet bilgilerini duymak, öğrenmek, insanların en tâbii hakkıdır. Bunu yapmak, kıymetli ve şerefli bir hizmettir.

Bir insanın, iki şeyden birine tâbi olma mecburiyeti vardır. Ya kendi düşüncesine, görüşüne, anlayışına tâbi olur veya hakiki bir âlime tâbi olur. Kendine tâbi olan kendi gibi olur. Ama hakiki bir âlime tâbi olan, o âlimin bildirdiklerine mesela İmam-ı Rabbani hazretlerinin sözüne göre hareket eden insan, yavaş yavaş olgunlaşır, zamanla fazilet sahibi bir insan olur.

Âlim,hakkı bâtıldan ayırandır

Âlim, bilen, bilgin anlamındadır. Her bilene âlim veya İslam âlimi denir mi veya kime âlim denir? İslam âlimi olabilmek için, din bilgilerinin nakli ve akli kısmında mütehassıs olmak, kalbin de bütün kirlerden temizlenmiş olması gerekmektedir. Âlim, ışığı ve karanlığı gören ve hakkı bâtıldan ayırt eden kimsedir. Âlim, İslam âlimlerinin kitaplarından nakil yapan kişidir. Âlimlerin ziyneti, süsü, özelliği; bilmediklerine, bilmiyorum demeleridir. Cahil ise, her konuda, kendi nefsine, aklına göre konuşan kimsedir. Âlim, söyleyeceği ve yazacağı her kelimeden korkar, vesika bulmadan söyleyemez ve yazamaz. Zira sorulan her suale, delilini bilmediği halde cevap vermeye kalkışmak, ahmaklık alametidir.

Dinde söz sahibi olabilmek için, ictihad derecesine yükselmek lazımdır. Zamanımızda böyle bir âlim yok gibidir. Şimdi, âlim olmayanlar, çeşitli maksatlarla, din kitapları yazıyor, âyet-i kerime ve hadis-i şeriflere, çala kalem, manalar verip, Allahü teâlâ böyle söylüyor, Peygamber böyle emrediyor, diyorlar. İslamiyet’i oyun haline sokuyorlar. Böyle yazılmış din kitaplarını almamalı, okumamalıdır.

"Önceki âlimler cahillikle suçlanır!"

Bugün geçmişi inkar; İslam alimlerini, fıkıh kitapları hafife alma, alay etme, hatta hadis-i şerifleri çeşitli bahanelerle (uydurma, akla, mantığı uygun değil gibi) dolaylı inkar günümüz bazı din adamlarının alameti farikası haline geldi. Geriye kalan tek kaynak Kur’an-ı kerime de istedikleri gibi mana vererek, halkın geçmiş ile irtibatını kesmek ve dinde karkaşa çıkarmak istiyorlar. Bu durumu Resulullah efendimiz ondört asır önce “Öyle bir zaman gelir ki, âlimler fitne unsuru olur, camiler ve hafızlar çoğalır, ama, hemen hemen (hakiki) âlim hiç bulunmaz.”, “Daha önce yaşamış âlimler cahillikle suçlanır.” buyurarak haber vermiş, bunun kıyamet alametlerinden olduğunu bildirmiştir.

Kendi foyalarını meydana çıkarttığı için bazı kesimler kıyamet alametleri ile ilgili hadis-i şerifleri de inkar etmektedirler. Halbuki, on büyük alamet çıkmadıkça Kıyamet kopmıyacağını Peygamber efendimiz bildirmiştir.

MEAL TARTIŞMALARI VE İLK MEALCİLER

Meşrutiyetle beraber, Mısır Ezher Üniversitesi mensubu dinde reform yanlısı kimselerin bozuk fikirlerinin etkisi Osmanlı aydını üzerinde görülmeye başladı. Ezher, Batı’nın, İslamı içeriden yıkmada üs olarak kullandığı bir merkezdi. Etkili öğretim üyelerinin çoğu Batı hayranı mason kimselerdi.

Bunlar, asırlardır yapıla gelen uygulamaları bir tarafa bırakıp, dine yeni yorumlar getirerek dinde karmaşa çıkardılar. Geçmiş âlimleri ve kitaplarını çeşitli bahanelerle gözden düşürerek, halkı doğrudan Kur’an-ı kerime yönlendirdiler. Maksatları, dinde birlik ve beraberliğin kaynağı olan, âlimleri ve fıkıh kitaplarını yok ederek birliği bozmak, dini tartışılır hale getirmekti. Onlar da biliyorlardı ki, her meal farklı olacak, bunları okuyan herkes de ayrı bir mânâ, ayrı bir hüküm çıkartacaktı.

Bu sinsi maksadı gören gerçek âlimler halkı uyarmaya başladılar. Bu önemli konu gazetelerde, dergilerde tartışıldı. Dini, Kur’an tercümelerinden ve meallerinden öğrenmenin dine vereceği zararlar, 1924 yılında Sebilürreşad dergisinde uzun uzun tartışılmıştır.

Bir Selefi İle Taklit ve Mezhepler Üzerine Söyleşi

Müslümanlar farklı kültürlerle olan ilk karşılaşmalarında -müktesabatı geniş alimler vasıtasıyla farklılaşmadan var olmayı başardılar. Başka milletlerin medeni birikimlerini öz posa ayırımına tabi tuttular. İlmen ve siyaseten güçlü olmaları yüreklerine güven aşıladı.

İslam düşünce tarihinde değişenler ya da "hakikat"in müşrik kültürler esas alınarak değiştirilmesini talep edenler de vardı. Fakat Sünnet ve Cemaat alimlerinin bereketli çalışmaları onları etkisiz hale getirdi. Yunan İlahiyatına ait malumatı olduğu gibi kopyalayıp İslami inanış sistemine uygulayan "Meşşai" ekolu Gazali gibi muazzam bir zekanın eleştirilerine verecek cevap bulamadı. Bulduysa da (İbn Rüşd´ün Gazali´nin Tehafüt´üne1 yaptığı eleştirileri ihtiva eden çalışması gibi) inandırıcı olamadı.

İslami mirasın Modern zamanda Batı Medeniyetiyle karşılaşması ise Müslümanların aleyhine gelişti. Çünkü yeni dönemde İslam coğrafyası istila edilen-yenilen-ezilen insanların yurduydu. Bu psikoloji genç insanların sahih geleneği sorgulamasına ve hatta ondan kopmasına zemin hazırladı. Galip gelen Batı gibi olmak isteyenler onun değer yargılarını benimsemenin bütün sıkıntılara çare olacağını düşündü.

İslamî Siteler ve İtikadî Tehlike

İslamî Siteler ve İtikadî Tehlike

İslâm dünyasında, kardeşler arasına nifak sokma gayreti, yeni gelişen bir şey olmayıp bilakis evvelden beri bilfiil devam ede gelen bir mefhumdur. Oldukça ciddi ve sinsi planlar çerçevesinde mü’minlerin arasında olması gereken ülfet-ünsiyet ve muhabbetler, kimi zaman “tecavüzkâr” kimi zamanda “tecdîd” veya “reform” kisvesi ve bu kisvenin gereklerinin bir sonucu olarak yok edilmeye çalışılmıştır.

RESULULLAHI YALANLAYANLAR

Okuyuculardan e-mailler geliyor. Hadis, icma, âlim, mezhep falan tanımayanlar çıkıyor. Yalnız Kur’an diyorlar ama Kur’ana da inanmıyorlar. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]
(O, kendisine vahyedilenden başkasını söylemez.) [Necm 4]
(Allah’ın yolu ile, Peygamberlerin yolunu farklı göstermek isteyenler kâfirdir.) [Nisa 150-1]

Bunları kabul etmeyen Kur’ana inanmış sayılmaz. Bir sapığın ibret vesikası olacak yazısı:

Sayın hocam, şunu peşinen söyleyeyim ki ben hiçbir gruptan değilim. Bana hizb-ul-Kur’an derler. Kur’an ne diyorsa o benim yolumdur. Ben mezhep meşrep tanımam. Kur’ana aykırı kim ne söylerse ret ederim. Babam bile olsa teper atarım. İmam-ı a’zam dediğiniz Ebu Hanife olsun, İmam Buhari olsun, İmam Gazzali olsun Kur’ana aykırı ise hiçbirisini kabul etmem. Hatta Resulullah bile Kur’ana aykırı söylese asla kabul etmem.

DİNDE REFORM NE DEMEKTİR

Avrupa dinde reform yaparak ilerledi. Bizim de aynı şeyi yapmamız gerekir" deniyor. Dinde reform ne demektir?

CEVAP
Reform, ıslah etmek, bozulmuş bir şeyi düzelterek, eski doğru haline getirmek demektir. Hıristiyanlık bozulduğu için reform yapıldı. Müslümanlık bozulmadığı için böyle bir hareket bozmak olur. Bunun için reform yapmak isteyenlerin, dinimizi içten yıkmak istedikleri anlaşılmaktadır.

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
(Bid’at ehli, yapacağı değişikliklerle, dini düzelteceklerini, olgunlaştıracaklarını zannederek bid'at çıkarıyor, bid'atlerin zulmetleri ile sünnetin nurunu örtmeye çalışıyorlar. Bunlar, dinin noksanlıklarını tamamladıklarını iddia ediyorlar. Bilmiyorlar ki din noksan değil, kâmildir. Dini noksan sanıp, tamamlamaya [çağa uydurmaya, çeşitli bid’atler çıkarmaya] çalışmak, Maide suresinin, (Bugün sizin için dininizi ikmâl eyledim. Üzerinize olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslamiyet’i vermekle razı oldum) mealindeki 3. âyetine inanmamak olur. (m.260)

BİD'AT EHLİNİN İBADETİ

Bid’at ehlinin amelinin kabul olmayacağına dair hadis var mıdır? Bunun uydurma olmadığını nasıl bileceğiz?

CEVAP
İctihad ictihadla nakzedilmediği gibi, bir âlim başka bir âlimin kitabındaki hadise uydurma demekle o hadis öteki âlime göre de uydurma olmaz. Ayrıca birçok din adamı da sahih olmakla, kabul olmanın ne demek olduğunu bilmiyor. Aşağıdaki yazılardan bir kısmı bu konu ile ilgilidir. Bid’at ehlinin amelinin kabul olmayacağına dair birçok hadis-i şerif vardır. Bir tanesi şöyledir:

(Bir bid'at ehlinin namazı, orucu, haccı, umresi, cihadı, tevbesi, farzı, nafilesi ve hiçbir iyiliği kabul olmaz, hamurdan [yağdan] kıl çıkar gibi, dinden çıkması kolay olur.) [İbni Mace]

Hadika ve Berika’da (Bid'at ehlinin hiçbir ibadeti kabul olmaz) hadis-i şerifi açıklanırken, (İbadetleri sahih olur, fakat sevap verilmez) deniyor. Fasıkların ve bid’at ehlinin ibadetleri sahih olsa da kabul olmaz. Kabul olmaz demek, sahih olmaz demek değildir. Sahih olur, fakat sevabı olmaz [yani işlediği günahlar yüzünden sevabı azalır veya hiç kalmaz] demektir. (Redd-ül Muhtar)

Bir hadisin uydurma olup olmadığını imam-ı Buhari, imam-ı Müslim, imam-ı Gazali, imam-ı Rabbani gibi İslam âlimleri bilemiyorsa, biz nasıl bileceğiz? Resulullahın vârisleri olan bu âlimler, sahih ile uydurma hadisi ayıramayacak kadar, cahil mi? Yahut kasten uydurma hadis alacak kadar din düşmanı mı? Dini yeniden mi açıklayacağız? Mezhep imamlarımızı, hadis imamlarımızı, hâşâ biz mi sorguya çekeceğiz? Onlar dinimizi eksik olarak mı tanıttılar? (Kasten bana izafe ederek yalan söyleyen, hadis uyduran, Cehennemdeki yerine hazırlansın) hadis-i şerifini bilmiyorlar mı veya biliyorlar da önemsemediklerinden dolayı mı uydurma hadisi kitaplarına alıyorlar? Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında uydurma hadis var demek, Resulullahın vârislerine çirkin bir saldırıdır.