usul-ü fıkıh
Said Fûde misafirimizdi
Müslümanlar modern çağa gerektiği ölçüde mukabelede bulunabiliyor mu? Bu soruya gönül rahatlığı içinde "evet" demek isterdik. Ama realite yazık ki buna izin vermiyor. Modernite, zahirde/dış dünyada olduğundan daha fazla, "bilinçaltı" seviyesinde hakimiyet kurmuştur üzerimizde. Dolayısıyla ona gerektiği gibi mukabelede bulunmak ancak Müslüman bireyin bilinçaltının İslamî kodlarla yeniden inşa edilmesiyle mümkün olabilecektir.
Peki bunu kim/ne yapacak?
Zannedildiğinin aksine bunu Kur'an ve sünnet "doğrudan" yapmaz. Zira Kur'an ve sünnet bizim hayatımıza İslamî ilimler vasıtasıyla girer. İslamî ilimler olmadan Kur'an ve sünnetin rehberliğinden muradullah ve murad-ı Resulullah istikametinde istifade etmek mümkün değildir.
FIKIH ÜZERİNE
Mehmet Emin Er Hoca İle Sohbetler
Fıkıh Üzerine
Soru: Hocam, bize fıkhın lugat ve ıstılah manalarını, sonra da usul-i Fıkhı tarif edermisiniz?
Cevap: Fıkıh, kelime olarak fen, yani anlamak manasına gelir. Ebu Hanife “Nefsin kendi menfaatine ve zararına olan hükümleri bilmesidir.” Diyor. Muteahhirin ulemaları ona ameli de eklemişlerdir. Bu amel (yani uygulama) fıkhı, kelam ve tasavvuftan ayırmıştır. İmam-ı Şafi ise; “Tafsili delillerden istinbat edilen hükümlerdir.” Diye tarif etmiştir.
Usul-u fıkha gelince iki kelimedir. Birisi usul, diğeri fıkıh. Terkip olan ilmi usule, isim ve alem olmuşlardır. Usul, aslın cemidir. Asıl, üzerine bina olunan herhangi bir şey demektir. Fıkhı da tarif etmiştik. Böylece usulu fıkıh, fıkhın asılları demek olduğu anlaşılır.
İSLAMÎ İLİMLERİN ORİJİNALLİĞİ BAĞLAMINDA MODERNİSTLER
İSLAMÎ İLİMLERİN ORİJİNALLİĞİ BAĞLAMINDA MODERNİSTLERİN USUL-İ FIKIH ELEŞTİRİLERİNE CEVAP
İslam dini, insan hayatını bütün cepheleriyle kuşatan ve en ince teferruatına kadar hayatı kainatın yaratılış gayesine uygun biçimde tanzim eden kapsamlı bir dindir. İslam dini insan hayatının sadece ruh ve gönül boyutuyla değil; inanç, düşünce, davranış, yaşayış tarzı ve ahlak boyutuyla da ilgilenir, ölçüler koyar; fertten topluma insan hayatını düzenler. İslam dininin getirdiği ölçüler Peygamber efendimizin (s.a.v) tebliğ ettiği naslar aracılığıyla insanlığa ulaşmıştır. Sözünü ettiğimiz dinî nasların bir kısmı inanç ve düşünceyle, bir kısmı davranış ve yaşayış biçimiyle, bir diğer kısmı da ahlakla ilgilidir. Nasların inanç konularıyla alakalı olarak getirdiği ölçülere “itikadî hükümler”, davranışlarla alakalı olarak getirdiği ölçülere “amelî hükümler”, ahlakla alakalı olarak getirdiği ölçülere de “ahlakî hükümler” adı verilmektedir.Bu hükümler henüz yazılı kültürün yaygınlaşmadığı İslam’ın ilk dönemlerinde ekseriyetle rivayet birikimi olarak kuşaktan kuşağa aktarılmış ancak sonraki dönemlerde kitaplara kaydedilmiştir.
SÜNNETİN ÇEŞİTLERİ
Kavlî Sünnet
Sünnet, Allah Rasûlü’nün (sav) mübarek sözleridir; yani sünnetin bir bölümünü O’nun nurlu sözleri teşkil eder ki, bunlar, Kur’ân’da yer almayan, fakat bütün fukahâca fıkıh kitaplarına alınıp, pek çok hükme esas kabul edilen O’na ait nurefşan beyanlardır ki, misal olarak şunları zikredebiliriz:
a. Efendimiz (sav): “Varise vasiyet yoktur” buyururlar. Yani, miras bırakan kimse, kendisine vâris olacak biri için mirasından vasiyette bulunamaz; şu vakfa veya bu hayır müessesesine vasiyette bulunabilir ama ayrıca kendi mirasçısına mirasından vasiyette bulunup da, “mirasımın şu kadarı ona verilsin” diyemez.
b. Yine, usûl-i fıkıhta, fıkhın prensipleri arasında yer alan bir başka mübarek sözlerinde Efendimiz (sav): “Zarar verme ve zarara zararla mukabele etme yoktur” buyurmuşlardır. Yani, kimseye zarar verilemeyeceği gibi, birine zarar veren kişiye de zararla mukabele edilemez.
Prof.Dr.Hüsameddin Farfûr :Modernistler İslami İlimlere Yabancı
İlmî ve kültürel değerlerine yabancı, ne olduğunun idrakinden uzak, özgüven itibariyle yetersiz olan akademisyenlerin yer aldığı çevrelerde “İslam’ın sol yorumu”, “Liberal İslamcılık”, “Laik İslamcılık”, “Tarihselcilik” gibi adlandırma ve yaklaşımların yüksek sesle dile getirilmesi aslında çok da sürpriz bir durum değildir. Mısır, Türkiye, Endonezya başta olmak üzere bütün bir İslam coğrafyasında etkin olan bu tür akımları ve bu bağlamda ilmî gündeme ilişkin bazı hususları Şam “el-Fethu'l-İslâmî Enstitü”sü idarecisi ve hocası Prof. Dr. Hüsâmuddîn Farfur hocayla konuştuk.
Şam'da 8 asırlık bir geçmişi olan Farfûr âilesi kuşaktan kuşağa yetiştirdiği âlimleriyle meşhurdur. Sözgelimi Hüsâmuddîn Farfûr hocanın dedesi Meşhûr Hamefî fakihlerinden Abdurrahîm el-Farfûr, babası Allâme Muhammed Sâlih el-Farfûr'dur. Muhammed Abdullatîf Farfûr, Veliyyüddîn Farfûr, Abdurrahmân Farfûr, Nasruddîn Farfûr ailenin ilimle meşgul olan diğer fertlerinden bazılarıdır. Hüsâmuddîn Farfûr şu anda el-Fethu'l-İslâmî Enstitüsü'nün ihtisas bölümü başkanı ve hocasıdır. Enstitüde İslâm Düşüncesi ve fıkıh dersleri okutmaktadır.
Enstitü 1956'dan günümüze dünyanın dörtbir yanından Şam'a gelen talebe-i ulûmun ehl-i sünnet anlayışı çerçevesinde yetişmelerine katkıda bulunan önemli bir eğitim kurumudur. Türkiye'den de talebelerin bulunduğu Enstitünün başkanlığını değerli âlim Şeyh Abdurrezzâk el-Halebî el-Hanefî yapmaktadır.
PROF.DR.M.ALİ ESABUNI:ORYANTALİZMDEN ETKİLENENLER KUR'AN-I KERİM'İ ANLAYAMAZLAR
İhsan ŞENOCAK: Bismillahirrahmanirrahim. Hocam Kur’an-ı Kerim’in anlaşılabilmesi için İslam’ın erken asırlarından bu tarafa uygulanan ve zaman içerisinde de tedvin edilerek metin haline getirilen tefsir ve fıkıh usulü günümüzde modernist müslümanların yenilenme çağrıları ile karşı karşıyadır. Modernistler, mevcut tefsir ve fıkıh usulü ile Kur’an-ı Kerim’in anlaşılamayacağını, mutlaka batılıların geliştirdiği çağdaş anlambilimin verilerinden istifade edilmesi gerektiğini söylemektedirler. Üç telif tefsirin sahibi olarak ne söyleyeceksiniz? Kur’an-ı Kerim’i anlarken fıkıh/tefsir usulünde yetersizlik gördünüz mü? Görmediyseniz, bu çağrının arka planında ne olabilir?
M. Ali SÂBÛNİ: Allah Teala’ya hamd ve O’nun bütün beşeriyete rahmet olarak gönderdiği Muhammed Mustafa’ya salat-u selam olsun.
Kur’an-ı Kerim Allah Teala’nın bütün insanlığa gönderdiği Arabi bir kitaptır. Bütün insanlık O’nun nuru ile aydınlansın diye nebilerin sonuncusu olan Muhammed Mustafa’ya -sallallahu aleyhi ve sellem- Arapça olarak indirilmiştir. Çünkü; Allah Resul’ü Arap’tı ve Arabi bir çevrede yaşıyordu. Bu yüzden fesahat ve beyanın zirvesi olan Kur’an’da Arapça olarak indi.