Osmanli
Hıristiyanlığa geçme ve 18 yıllık "Türkçe Ezan" serüveni
"Bu topraklarda “yabancı ses Tanrı Uludur”un minarelerden ilk yükseldiği günün üzerinden tam 75 yıl geçti.." Muharrem Coşkun'un kaleme aldığı yazı dizisinin tam metni:
Ezanın Özgürleşmesi
Bu topraklarda “yabancı ses Tanrı Uludur”un minarelerden ilk yükseldiği günün üzerinden tam 75 yıl geçti..
29 Ocak 1932 tarihinde yani bir ramazan ayında başlayan dinde reform girişimlerinin bir parçası olan Türkçe Ezan, ilk kez Hafız Rıfat tarafından Fatih Camii minaresinden seslendirilmişti.. Aslında Osmanlının Batılılaşmasını savunan kesimin son 200 yıldır istediği şey de reformasyondu.. Cumhuriyet işte bu istekleri hayata geçirmek için oldukça elverişli görülüyordu. 1932 Ramazanına kadar çeşitli yıllarda nabız yoklamayla yapılan denemeler 1932 ramazanında fiilen uygulamaya konulacaktı.. Program çerçevesinde ilk Türkçe Kur’an için Yerebatan Camii (22 Ocak 1932), İlk Türkçe Ezan için Fatih Camii (29 Ocak 1932) İlk Türçe Tekbir için Ayasofya Camii -şimdi ibadete kapalı- (4 Şubat 1932) ve İlk Türkçe Hutbe için de Süleymaniye Camii (5 Şubat 1932) seçilmişti.. Aslında Reformasyon hareketi sadece ibadetin dilinde görülmeyecek, giyimden kuşama, medeni hayattan, sokaklara, harften kanunlara kadar her alanda kendini gösterecekti.. Zaten ilk Türkçe hutbeyi Süleymaniye’de seslendiren Hafız Sadettin Kaynak’ın fraklı ve başı açık, cemaatin de fötr şapkalı olması bunun açık göstergesiydi.. Türkçe Ezan uygulaması 18 yıl aradan sonra, Demokrat Parti (DP)’nin iktidara geldiği 14 Mayıs’tan sadece 1 ay sonra 16 Haziran 1950 tarihinde sona ermişti.
Müslümanlar Niçin Geri Kalmıştır
İslamiyet, faydalı her yeniliği emreden bir dindir. Bundan dolayı, ilim adamlarına çok önem verilmiş, ilmi, fenni ve teknik tecrübeler yapılmış, müslümanlar, tıpta, kimyada, astronomide, coğrafyada, tarihte, edebiyatta, matematikte, mühendislikte, mimarlıkta ve bunların hepsinin temeli olan, güzel ahlak ve sosyal bilgilerde, en mükemmel dereceye vasıl olmuşlar, bugün de tazim ile yâd edilen kıymetli âlimler, hakimler, mütehassıslar, üstadlar yetiştirmişler, dünyanın hocası, medeniyetin rehberleri olmuşlardır.
O zaman, yarı vahşi olan Avrupalı, fen bilgilerini İslam üniversitelerinde öğrenmişler, hatta Papa Sylvester gibi, Hıristiyan din adamları da Endülüs üniversitelerinde okumuştur. Bugün, hâlâ Avrupa’da kimyaya, Chemie ve cebire, [Arabi El-cebir kelimesinden] Al-gebra ismi verilmektedir. Çünkü bu ilimler, önce müslümanlar tarafından dünyaya öğretilmiştir.
ABD TARİHİNE DAMGASINI VURAN MÜSLÜMANLAR
Sahabe ve Tabiinden İlk Muhacirler
Dünyaca ünlü Harvard Üniversitesi eski profesörlerinden, ABD Bilim Sanat Akademisi üyesi Barry Fell'in (1917-1994), 1980’de yayımladığı “Saga Amerika” (Efsane Amerika) isimli çalışmasındaki bilgiler gösteriyor ki, Müslümanlar, daha Hz. Ali ve Hz. Osman döneminde Amerika'ya ulaşmıştır.
Prof. Fell, Prof. Heizer ve Prof. Baumhoff'un yaptıkları arkeolojik kazılarda elde edilen bulgular sonucunda, ABD'nin Nevada, Colorado, New Mexico ve Indiana eyaletlerinde, 7. ve 8. yüzyıllarda açılmış Müslüman okulları olduğu; burada İslâm’ın ve bilimin, özellikle denizciliğin okutulduğu bir okulun varlığı ortaya çıkmıştır.
Batı Amerika'nın el değmemiş bölgelerinde kayalar üzerinde bulunan yazılar, çizimler ve tablolar, Müslümanların o zamanlar ilk ve orta düzeyde bir eğitim sistemini uyguladıklarının kalıntıları durumundadır. Dolayısıyla bütün bunlar, zikri geçen eyaletlerde, 7. ve 8. yüzyıllarda Müslüman Arapların yaşadığını kesin olarak ispatlamaktadır.
ABD'deki İslâm/Müslüman izleri ile ilgili diğer bir çarpıcı bilgi, 1787'de Massachussets eyaletine bağlı Boston'daki yol çalışmaları sırasında, üzerinde "La ilahe illallah, Muhammedun Resulullah" yazan, 9. ve 10. yüzyıllara ait Semerkand dirhemlerinin bulunmasıdır.
İbni Suud'a Şovalyelik Nişanı
“İngilizlerin bölgedeki siyasi temsilcisi W. Shakespear, 1914 Şubatında Riyad’a gelmiş, bu vesileyle İngilizler ile Suudiler arasında sıcak yakınlaşmalar tesis edilmişti. I. Dünya Savaşı çıkınca bu dostluk daha da pekişti. Osmanlı’nın ittifak çağrısına red cevabı veren İbni Suud, bunun hemen arkasından, Osmanlı heyeti hala Riyad’da iken, İngilizlere ittifak teklifinde bulundu....Artık büyük savaşta Osmanlı’nın Necd valisinin safı belli olmuştu. Bu birliktelik, İbni Suud’a İngiltere-Hindistan İmparatorluğu’nun şövalyelik nişanı verilmesiyle pekiştirildi.” (s.46 )
“İbni Suud şunları söylemektedir:
(Eğer siz İngilizler, kızlarınızı karım olsun diye bana önerseniz kabul ederdim...Fakat Mekke Şerifi’nin veya Mekkelilerden ve diğer müslümanlardan müşrik saydıklarımızın kızlarını alamam. Hıristiyanların kestiği hayvanların etlerini sorgusuz sualsiz yerim.)
Osmanlı' da Haremin Gerçek Yüzü
Bir ülkede deprem sözkonusu olursa jeologlar, hastalıklar sözkonusu olursa doktorlar, savaş sözkonusu olursa siyasiler ve askerler konuşurlar. Bu bizim ülkemizde de böyledir. Ancak bizde iki konu vardır ki bunlar üzerinde herkes konumuna, birikimine, eğitimine bakmadan üstelik de allame edasıyla konuşur. Bu konulardan bir tanesi dindir diğeri tarih.
Tarihle ilgili bir şeyler söz konusu olduğunda siyasetçi konuşur, gazeteci konuşur, televizyoncu konuşur vs. Bir Allah kulunun aklına da bu işin profosörleri bulup konuşturmak gelmez. Veya gelir de, onların söyleyecekleri işlerine gelmez.
Tarih deyince her zaman revaçta olan konulardan bir tanesi de Osmanlı ve haremidir.
Türklere karşı savaşanlar 'aziz' olacak!
Papa, Osmanlı'nın, İtalya'nın güneyine yaptıkları çıkarma sırasında yaşamını yitirenleri aziz ilan edecek. Vatikan'dan edinilen bilgilere göre, Papa 16. Benediktus, günümüzden 517 yıl önce cereyan eden Otranto çıkarması sırasında hayatlarını kaybeden, Piskopos Primaldo da dahil toplam 800 Hristiyana azizlik unvanı verilmesine ilişkin kararnameyi imzaladı.
Vatikan'da Azizlik Davalarını Değerlendirme Kurulu'ndan onay almış olan kararname 16. Benediktus tarafından da imzalanmış bulunuyor.
Din yeni gelmiş değildir
Osmanlıyı savaşlarda yenemeyen düşmanlar, taktik değiştirdiler, Müslümanların arasına girdiler, bazı grupları, bazı din adamlarını satın aldılar. Özel yetiştirilmiş oldukları için çabuk yükseldiler. Önemli yerleri tuttular. Bilim adamı âlim olarak çıktılar. Müctehid olarak lanse edildiler.
Milleti cahil yapmak, dinlerinden uzaklaştırmak için akla hayale gelmeyecek hilelerle tahribat yaptılar. Oldukça başarı da elde ettiler. İmparatorluğu parçalayıp yıktıkları yetmiyormuş gibi hâlâ faaliyetlerine devam ediyorlar.
Bedevîlikten medenîliğe geçişin bedeli
Tarihte bugün (27 Mart); büyük devlet adamımız, ilim-fikir ve kültür insanımız, tarihçi-hukukçu-sosyolog… vb. daha pek çok vasfını sıralayabileceğimiz değerli şahsiyet Ahmed Cevdet Paşa (1822-1895)mızın doğum günüdür. Bu vesileyle kendilerini rahmetle anar, mübarek ruhlarına Fatihalar gönderirken, muhallet (kalıcı/klasik) eseri Tarih-i Cevdet’ten kısa bir anekdot sunmak istiyorum.
Bir buçuk asır öncesinden günümüze seslenen ilim adamımız, “bedevilikten medeniliğe geçişin bedeli” diye özetleyebileceğimiz sosyal vak’ayı ve neticelerini şöyle açıklıyor:
OSMANLI'DA İLK FEMİNİST KADIN
Mary Mills Patrick, feminizm hareketini Amerika’dan Osmanlı’ya taşıyan ilk kadın... İstanbul’da bisikletle ve peçesiz olarak sokağa çıkan ilk kadın da budur. Onun bu davranışı, Hıristiyan azınlıklara mensup kız öğrenciler tarafından bile büyük tepkiyle karşılanmıştır.
Patrick, İrlanda’dan Amerika’ya göç etmiş bir ailenin kızıydı. Üniversite eğitimini Amerika’da yaptı. İsviçre’nin Bern Üniversitesinde eski Yunan felsefesi üzerine doktora eğitimi aldı. Fransızca, Almanca, Ermenice, Yunanca ve Türkçe biliyordu. O, iyi yetiştirilmiş bir misyonerdi.