misyonerlik faaliyetleri
Dinlerarası Diyalog Ve Misyonerlik Faaliyetleri
Özellikle son yıllarda ülkemizin değişmez gündem maddeleri arasında kendisine sağlam bir yer edinen dinlerarası diyalog ve misyonerlik faaliyetleri, orta ve uzun vadede ülkenin geleceği üzerinde kalıcı ciddi etkiler yapabilecek tabiatı dolayısıyla, karşı karşıya bulunduğumuz handikaplar listesinin başlarına, hatta en başına yerleştirilmelidir.
Zira söz konusu faaliyetler, ülkemizi ve insanımızı "din" ve "kültür" gibi temel varoluş alanlarında zayıflatmayı, kuşatmayı ve son tahlilde teslim almayı hedeflemekte, bu hedefe ulaşabilmek için başta siyaset ve ekonomi olmak üzere birçok enstrümanı etkin biçimde kullanmaktadır.
Bu bakımdan dinlerarası diyalog ve misyonerlik faaliyetleri yürütülürken ön plana çıkarılan "hoşgörü, barış, çoğulculuk, farklılıklara tahammül, İbrahimî dinlerin birliği..." gibi kavramsal gücü olan "masum" ve "sivil" tabirlerin, bu meyanda yalnızca birer "maske" işlevi gördüğünü tesbit etmek durumundayız.
MİSYONERLER VE MİSYONER FAALİYETLERİ
Genel olarak misyonerlerin görüşleri şöyle:
(Müslümanları hıristiyan yapmak, gerek Katolikler, gerekse Protestanlar tarafından çok makbul sayılan bir iştir. Çünkü, müslümanları hıristiyan yapmak, çok müşküldür. Zira müslümanlar, her şeyden önce ananelerine son derece sadıktır. Ancak aşağıdaki hususlar iyi netice vermektedir.
1- Müslümanlar umumiyetle fakirdir. Fakir bir müslümana bol para vererek veya ona bir hıristiyan yanında iş imkanı sağlayarak, kendisini Hıristiyanlığa teşvik etmelidir!
2- Müslümanların çoğu, din ve fen bilgilerinde cahildir. Ne Kitab-ı mukaddes, ne de Kur'an-ı kerim hakkında tam malumatları yoktur. İbadet etmek için kendilerine gösterilen bir tarzı, şartlarını anlamadan ve hakiki ibadetin ne olduğunu bilmeden, gafil olarak tatbik ederler. Çoğu Arabi bilmediği ve İslam ilimlerinden haberdar olmadığı için, Kur'an-ı kerimdeki ve İslam âlimlerinin kitaplarındaki ince bilgilerden tamamen habersizdir. Ezberledikleri bazı âyetlerin tefsirini bilmeden, okurlar. Hele Kitab-ı mukaddesi hiç bilmezler.
SÜNNET'İN OTORİTESİ
İslam'ı ve Müslümanlar'ı tarihsel düşman olarak bellemiş bulunan Batı'nın, bu düşmanı ortadan kaldırmak veya en azından etkisiz hale getirmek için tarih boyunca çeşitli yöntemler kullandığını, bu durumun günümüzde de aynen devam ettiğini ayrıca belirtmeye gerek yok.
Haçlı seferleri, fiilî işgaller, sömürgeleştirme, misyonerlik faaliyetleri ve nihayet Oryantalistler'in gayretleri, Batı'nın İslam'ı çökertme emelini gerçekleştirmek üzere uygulamaya koyduğu yöntemlerden belli başlılarıdır.
Bu yazının konusunu, bunlar arasında Oryantalistik yöntemin ilgi alanına giren ve kaynağını orada bulan bir "problem" oluşturmaktadır: Sünnet'in otoritesi ya da Hz. Peygamber (s.a.v)'in teşri (hüküm koyma) yetkisi.
Kur'an'ın tefsiri, beyanı, hayata açılımı noktasında tek bağlayıcı merci Sünnet'tir ve bu, bizzat Kur'an tarafından ortaya konmuş bir realitedir. Efendimiz (s.a.v)'e itaati ve ittibayı emreden, O'na muhalefetten sakındıran Kur'an ayetleri bu hususu tartışma götürmez bir kesinlikte ortaya koymaktadır.
(MİSYON)ER KİŞİ NİYETİNE!
“HEPİMİZ insan olmaktan kaynaklanan özel bir potansiyele sahibiz ve ortak hedefler söz konusu olduğunda bu potansiyele müracaat ederek yollarımız, hedefe ulaşma zamanımız farklı da olsa bir şekilde amacımıza ulaşırız” der, bir psikoloji teoretisyeni. Bu aslında, “her insan dünyayı ve insanlığı kurtarmaya ya da batırmaya kuvvetli bir adaydır” öngörüsünün fikir altyapısını oluşturan bir düşüncedir. Bu anlamda ilgilendiğimiz, yetiştirmeye çalıştığımız her çocuk özel bir yaklaşım gerektirir zira o; dünyayı kurtarmaya ya da batırmaya kuvvetli bir namzettir. Ailenin ve eğitim sisteminin bu süreç içindeki rolü çocuğun yönelimleri açısından çok önemlidir.
ABD ve Almanya’nın yeni savaş yöntemleri
1982 yılına kadar Amerika Birleşik Devletleri dış ülkelere doğrudan müdahale
ediyordu.
1. ve 2. Dünya Savaşlarında ve son olarak da Vietnam Savaşı’nda olduğu
gibi ülke dışına kendi askerini göndererek, “yeni dünya düzeni”ni
yürütüyordu.
Bu savaşların bedeli ise binlerce askerin ölümü olduğundan kendi toplumu
için yıkıcı oluyordu.
1982 yılında Amerika Birleşik Devletleri dış ülkelere karşı düzenlerini
daha zahmetsiz sürdürebilmek için son yılların en önemli yapılanmasına
geçti.
Şöyle ki:1982’de NED (MiLLÎ DEMOKRASi FONU) adında sivil toplum
örgütlenmesinin ana yapısına ait kanun ABD kongresinden geçti ve böylece
yeni bir yapı kurulmuş oldu. Federal hükûmet dışında her şahıs ve