M.İslamoğlu'nun Bazı Anormal Görüşleri

E. Sifil, M. İslamoğlu'nun bazı aykırı ve tuhaf sözlerini tahlil etmiş. Okuyalım:

SORMAK DA SORUMLULUKTUR
Milli Gazete - 19 Mayıs 2007

Önce birkaç alıntı:
Soru: Adet halindeyken oruç tutabilir miyim, dinen bir sakıncası var mıdır?
Cevap: Bu Hz. Aişe'nin kendi yaklaşımını aktardığı bir hadise dayanılarak tüm imamlarımız tarafından bir ruhsat olarak değil sanki bir yasak olarak değerlendirildi. Allah'u alem bizim konuyu Kur'an ekseninde yeniden tarayarak vardığımız sonuç o ki, vahye göre hayız "ezen" yani "rahatsızlıktır". Hasta bir kimsenin orucunu isterse erteleyebileceği ve gününe gün kaza edeceği, istemezse ertelemeyeceği hükmü ise Bakara 184'ün açık hükmüdür. Bu sorunuzun cevabını ben değil Kur'an böyle vermiştir. Ona sorup cevabını aldınız.

Soru: Hocam; Hz.Peygamber'in gelecekle ilgili hadisleri olabilir mi?
Cevap: Kur'an açıkça Rasulullah da dahil kimsenin geleceği bilemeyeceğini söyler. Efendimiz de bunu tekrarlar (Osman b. Mazun'un hanımına "vallahi yarın bana ne yapılacağını bile bilmiyorum" sözünü hatırlayalım) Kıyamete, onun alametlerine dair hadisler Rasulullah'ın bir tür tahminleri ve bu konudaki nasları ve olayları "OKUMALARI"dır. Ve efendimizin okumaları bizim için çok değerlidir. Kehanet ve gelecekten haber olarak değerlendirilmemelidirler.

Soru: (…) Bile bile ve şartları müsaitken bırakılan "namazın" kazası olur mu?..
Cevap: Evet, İmam İbn Teymiyye, hocası İbnu'l-Cevzi, büyük talebesi ibn Kayyım el-Cevziyye "Bile bile terkedilen namazın kazası olmaz" demişler…

Soru: Sorum Hz.İsa ile ilgili olacak. Onun tekrar geleceğine inanan yakın dostlarıma nasıl anlatayım da veya nasıl cevap vereyim de, biraz da olsa bilgi sahibi olsunlar. (...) Buhari, Müslim gibi zatların hadislerini gösterdiklerinde bu hadisler uydurma diyemiyorum ve yorum yapamıyorum. Çünkü; hadislerin gerçekliğini bilemiyorum. Bana bu konuda yardımcı olabilir misiniz? Ben gelmeyeceğine inananlardan olduğumu ifade ettiğimde bana itikatımdan bahsediyorlar...

Cevap: Aynen ben de öyle yapıyorum. Bu doğru olan. Buhari ve Müslim'deki hadisleri izahın binbir yolu var. İsa'nın gerçek inancı onu takip edenlere dönecek de diyebiliriz. Fakat bu hadisler haber-i vahid. Zan içerir. Yanlış ve yalana ihtimali vardır. Bu tür haberler akideye konu olmazlar. Bu yeterlidir.[1]

Problem: Benzer örnekler arasından rast gele seçtiğim bu soru ve cevaplar, ciddiye alınması gereken bir "mesele"yle karşı karşıya bulunduğumuzu gösteriyor. Bu köşede fetva sorma/verme konusuyla ilgili birçok yazı okudunuz. Âdâbu'l-müftî ve'l-müsteftî meselesini gömeli hayli zaman oldu. Onu anlıyoruz da, şahsen benim anlamadığım bir şey var: Milyonlarca kişinin kullanımına arz ederek kalıcılaştırdığı bu ve benzeri yanlışların telafisinin olmadığını bu arkadaşımız bilmiyor mu? Ali el-Karî, "Kim ilimsiz fetva verirse günahı fetvayı verenin boynunadır[2] hadisi üzerinde dururken ilginç bir noktaya temas eder. Hadis iki şekilde anlaşılmaya müsaittir. Birincisi yukarıda verildiği gibidir. İkincisi ise şöyledir: "Kim ilimsiz olarak fetva verirse, günahı, ona fetva soranın boynunadır."[3] Çünkü fetvaya ehil olmayana soru soran kişi, onu, bilmediği ya da "yeterince" bilmediği bir konuda fetva vermeye teşvik etmiş olmaktadır. Yukarıdaki soruların cevapları mı? Gördüğünüz gibi daha sonraya bırakmak zorundayım…

[1] Bunlar ve daha fazlası için bkz. mustafaislamoglu.com/sorular.php
[2] Ebû Dâvud, el-Hâkim. [3] Mirkâtu'l-Mefâtîh, I, 503.

Okuyucu Soruları 8 KABİR AZABI
Milli Gazete - 20 Mayıs 2007

Geçen hafta değindiğim "kabir azabı" konusuyla ilgili birçok e-posta aldım. Hepsini burada zikretmeme imkân yok. İlgili Kur'an ayetlerinin konuya doğrudan (hatta bir kısmına göre "dolaylı da olsa") delalet etmediğini, ilgili hadislerin ise (kimine göre "uydurma", kimine göre ise "haber-i vahid" oldukları için) bu meselede kaynak olarak kullanılamayacağını söyleyen e-posta sahipleri ve konuya ilgi duyan başkaları ile bir hususu paylaşalım öncelikle:

Snouck Hurgronje, tesbitinde haklı çıkmış ve Müsteşrikler amacına ulaşmıştır.[1] Müslümanlar'ı çözmenin, dönüştürmenin, bitirmenin yolu, onların bilinçlerinde Sünnet'i zedelemekten ve aşındırmaktan geçer. Zira bu, yeni ve farklı bir "din tasavvuru" demektir. Nitekim öyle de olmuştur. Bu yeni "din tasavvuru"nun kıblesinin neresi olduğunu kısmet olursa başka yazılarda ele almak üzere ...
(...)
Kabir azabı meselesine dönecek olursak, kabir azabı bağlamında zikredilen birkaç ayetin, diyelim ki konuya delaleti tartışmalıdır. Peki bu durumda yapılması gereken nedir? Sünnet'ın Kur'an'ın "beyan edicisi" olduğunu söylüyorsak –ki öyledir– nasıl anlaşılması gerektiği noktasında ihtilaf ettiğimiz ayetler konusunda Sünnet'in ne dediğine bakmak dürüstlük gereği değil midir? Hadis sahasıyla iştigal eden ve görüşleri bu Ümmet'in ulemasınca itibar gören alimler arasında, kabir azabının mevcut olmadığını söyleyen birisinin varlığını bilmiyoruz. Bu bir yana, konuyla ilgili eser vermiş ulemadan pek çoğu, kabir azabı hakkındaki hadislerin "tevatür" derecesinde olduğunu açıkça ifade etmiştir. Buradaki tevatürün, "manevî tevatür" olduğunu belirtelim. Meselenin "manen" tevatür bulmuş olması, onun hafife alınabileceğini kesinlikle anlatmaz. Son zamanlarda böyle bir anlayışın yaygınlaşma eğiliminde olduğu gözlendiği için bu noktanın özellikle vurgulanması gerekiyor. Eğer Efendimiz (s.a.v), bir seferinde kabir azabından Allah'a sığınmış, bir başka seferinde yanına uğradığı bir kabrin içinde yatanın azap görmekte olduğunu söylemiş, bir başka seferinde ölünün hangi sebepler dolayısıyla kabirde azap göreceğini belirtmiş… ve bütün bunlar bize çok sayıda sahabî kanalıyla nakledilmişse, bütün bu rivayetlerin buluşma noktası olan "kabir azabı"nın tevatüren sabit olduğunu anlatır.

İmam el-Eş'arî'nin, Sahabe ve Tabiun'un üzerinde icma ettiğini belirttiği[2] ve mütevatir hadisler konusunda kaleme alınmış eserlerde yer verildiğini gördüğümüz[3] bu ve benzeri meselelerin inkârı, sokaktaki hayatı –hele de bu seçim döneminde!– çok fazla ilgilendirmiyor gibi görünebilir; ancak itikadımızın zedelenmekte olduğunu düşündüğümüzde ne kadar ciddi bir problemle karşı karşıya olduğumuz daha rahat anlaşılacaktır!

[1] Bkz. Mehmet Görmez, Klasik Oryantalizmi Hadis Araştırmalarına Sevk Eden Temel Faktörler Üzerine, "İslâmiyât" dergisi, III/I, Ocak/Mart-2000, 11-31 [2] el-İbâne, 14. [3] Kabir azabıyla ilgili hadislerin tevatür seviyesinde olduğunu söyleyen ulemanın isimlerinin zikri bile bu köşeyi dolduracağı için, bu noktanın tafsilatına girmiyorum.

NOT: Yukarıdaki cevap E. Sifil'e aittir. İmam-ı a'zam Ebu Hanife efendimiz diyor ki:

Kabirde Münker ve Nekir'in sualleri haktır. Kabirde ruhun cesede iade edilmesi haktır. Bütün kâfirler ve asi mü'minler için kabir sıkıntısı ve azabı haktır. Deccal'in, Ye'cüc ve Me'cüc'ün ortaya çıkması, güneşin batıdan doğması, Hz. İsa'nın gökten inmesi ve sahih haberlerde bildirilen kıyamet alâmetlerinin hepsi de haktır. (Fıkhu'l-ekber)

MURAT YAZICI