islam alimleri
AKIL BÜYÜK NİMETTİR
Sual: Büyük bir nimet olan akıl ile gerçekleri görmek mümkün olur mu?
CEVAP
Selim olan akıl ile gerçekler görülür. Selim olan akıl ise ancak Peygamberlerde bulunur. Selim olmayan kendi aklımıza uyarsak doğruyu bulmak çok güç, hatta imkansızdır. Çünkü her gruptaki insan, “Bu grup doğru yolda” diyerek ona girmiştir. Bu işte, selim olmayan akıl ölçü olmaz. Ölçü olsaydı, bu kadar grup meydana çıkmazdı. Bu gruplara girenler de, aklına göre bu grupları tercih etmişlerdir. Akla uyulduğu için sayısız grup, sayısız hizip meydana çıkmıştır. Hatta akla uyulduğu için, beşeri dinler uydurulmuştur. Akla uyulduğu için, bu ümmetin arasından da 72 sapık fırkanın çıkacağını Resulullah efendimiz haber vermiştir. “Hangi grup çoğunlukta ise doğru odur” mantığı ile hareket edilirse, yine doğruyu bulmak mümkün olmaz. Çünkü Allahü teâlâ, (İnsanların çoğuna uyan sapıtır) buyuruyor. (Enam 116)
Bu girişten sonra sanki doğruyu bulmak zor zannedilebilir. Hiç de zor değildir. Cenab-ı Hak, anlaşamadığımız bir işte, âlimlere uymamızı, âlim olanların da, Kur'an-ı kerime ve hadis-i şeriflere uymalarını emrediyor. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okuyanlar, doğruyu bulur. Doğru olan bir taife her zaman bulunur.
Hz.İsa Ve Hz.Mehdi Gelmeyecek Nidaları,Hz.İsa Ve Hz.Mehdi'nin Geliş Alametidir
Peygamberimiz (sav), sahih hadisleriyle hem manevi hem fiziksel özellikleri, hem de yapacakları icraatlarla Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelişi hakkında çok detaylı bilgiler vermiştir. Ancak kimi çevreler, hiçbir bilgi ve delile dayandırmadan bu iki mübarek şahsın gelişini reddetmeye çalışmaktadırlar. Bu amaçla, Hz. İsa'nın yeniden yeryüzüne geleceği beklenen, içerisinde bulunduğumuz bu dönemde, "Hz. İsa'nın öldüğü ve ikinci kez gelmeyeceği" yanılgıları gündeme getirilmektedir. Aynı şekilde Hz. Mehdi'nin gelişi de çeşitli açıklamalarla tevil edilmeye çalışılmaktadır. "Hz. Mehdi'nin geçmişte geldiği, Mehdiliğin bir şahsı manevi olacağı ya da Hz. Mehdi'nin hiç gelmeyeceği" gibi yanlış, Peygamberimiz (sav)'in hadisleriyle ve İslam alimlerinin açıklamalarıyla açıkça çelişen mantıklar öne sürülmektedir. Oysa burada gözardı edilmemesi gereken çok önemli bir gerçek vardır:
"HZ. İSA VE HZ. MEHDİ'NİN GELMEYECEKLERİNİN SöYLENMESİ, ASLINDA BU MüBAREK ŞAHISLARIN GELECEKLERİNİ ORTAYA KOYAN öNEMLİ ALAMETLERDEN BİRİDİR."
Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelmeyecekleri iddiaları, bu iddiaları öne sürenlerin gerçekte, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelmesi ihtimalinden çok tedirgin olmalarından kaynaklanmaktadır.
Suriyeli Âlim Muhammed Vehbe Zuhayli Hoca İle Söyleşi
Suriyeli âlim Muhammed Vehbe ez-Zuhaylî, Dimeşk Üniversitesi Şeriat Fakültesi, el-Fikhü´l-Mukâren (Karşılaştırmalı Fıkıh) bölümünün başkanıdır. Cidde Fıkıh Konseyi gibi bir çok Uluslararası komisyonun üyesi ya da danışmanıdır. Türkiye´de daha çok, Zaman Gazetesi´nin de promosyon olarak verdiği İslam Fıkhı Ansiklopesi adlı çalışmasıyla tanınmaktadır. Görüştüğümüz tüm ilim ve fikir adamlarına yönelttiğimiz modernizm, diyalog, sünnetin teşriî değeri vb. konularla ilgili sorularımızı ez-Zuhaylî hocaya da yönelttik. Bu görüşmenin bir bölümüne Emin Saraç hocaefendi, Hamdi Aslan hoca ve H. İbrahim Kutlay hoca da katkıta bulundular.
Ömer Faruk Tokat: Türkiye´de akademik ortamda genel olarak bir tür modernist temayülün egemenliğinden bahsetmek mümkün. Pakistanlı Dr. Fazlurrahman ve sayın Hasan Hanefî vb. isimlerin etkisi altında olduğunu gözlemlediğimiz birçok akademisyen var?
Prof. Dr. Muhammed Vehbe Zuhaylî Hoca: Öncelikle Hasan Hanefî´den "sayın" diye sözetmeyin. O bir isyankârdır (mütemerriddir). Modernistler İslâm dairesinin dışında değerlendirilmelidir.
KUR'AN-I MÜBİN'İ PROTESTANCA OKUMAK
Zaman ve mekan üstü duruşuyla bütün insanlığa konuşan, her devrin inşasına etkin olarak katılan ve müminlerinden her halükarda ahkamının tatbik edilmesini talep eden Kur?an?ı Kerim?in Arapça ve ilk muhataplarının Arap olması, Allah Rasulü?nün (s.a.v.) Kur?ani hükümleri tekit ve tebyin noktasındaki ifade ve aksiyonları, Onun ne olduğu ve niçin gönderildiği noktasındaki muhtemel anlaşılma problemlerini bütünüyle izale etmiştir.
Efendimiz?in (s.a.v.) bütün zamanların en hayırlı nesli olarak nitelediği Ashabın[1] selüki bir Arapça?ya ve muhkem bir imana sahip olmaları Kur?an?ı doğru anlayış usulunu şifahi olarak yaşatmalarına ve kendilerinden sonraki kuşaklara aktarmalarına yardımcı olmuştur. Bu aktarış İslam?ın ilk yıllarındaki muhtemel ladini tefsir anlayışlarının da önünü kapatmıştır.
İslam coğrafyasının Tabiin devrinde hızlı bir şekilde genişlemesi ve buna paralel olarak farklı din, dil, örf ve kültüre sahip milletleri içine alması, Arap dilinin saf yapısının bozulmasına yol açtı. Dilin aslında mündemiç olan sarf ve nahiv kaidelerine dikkat edilmez oldu.
YANLIŞ ANLAMANIN İDEOLOJİK ARKA PLANI
İnsanlar farklı anlama kabiliyetlerine sahiptirler. Kimi riyazi meseleleri, kimi ictimai hususları, kimi de iktisadi konuları kolaylıkla idrak edebilir. Herkes farklı bir alanda mütebahhirdir. Gazali gibi ilgilendiği bütün ilimleri ?eba?d-ı selase?si ile kavrayan alimler ilim tarihinin şaz kahramanlarıdır.
Ademoğlu ?anlamaktan aciz olduğunu? anlayınca büyük oluşlara kapı aralar. Kalbin daralıp zihnin durduğu anlarda bazen bir yerine bin ?oluş? zuhur eder. Gecenin zifiri karanlığında ayağının üzerini göremeyenler çakan bir şimşekle kilometrelerce öteye uzanır.
İrfana ulaşmak bir ?mevhibe-i rahmani?dir. Büyük ruhlu alimlerin dahi bilemeyeceği meseleler vardır. Hakikat şu ki ?Her bilenin üzerinde bir bilen? olmuştur. Bütün anlama faaliyetlerinin durduğu bir nokta var ki orası aklın ?Sidre-i Münteha?sıdır. Onu tanımak anlamanın imkan ve sınırlarını belirler.
Kur?an?ın vahy edilişinin yegane gayesi anlaşılmaktır. İslami ilimler tertip ve tanzim edilirken muhatapların anlaması esas alınmıştır. Bu çerçevede İslam?ın erken asırlarından itibaren doğru anlamayı temin edecek usuller tespit ve telif edilmiştir. Fıkıh, tefsir ve hadis usulleri bu bağlamda vücut bulmuşlardır.
KELAM-I KADİM'İN ANLAM HARİTASI
İnsanların yetişme tarzları, farklı eğitim düzeyi ve algılama gücüne sahip olmaları anlayışlarında birtakım farklılıklara neden olur. Herkes eline aldığı metni kendi zaviyesinden tahlil eder. Bir vakıayı kelamcı, tefsirci, hadisçi ayrı vurgularla değerlendirir.
İslam?ın erken yıllarından günümüze kadar Kur?an farklı zaviyelerden telakki edilmiş ortaya değişik tefsir tarzları ve bunları esas alarak telif edilen eserler çıkmıştır. Bu farklılığı besleyen temel nedenleri dikkate alarak Kelam?ı Kadim?in anlam haritasını belirlemek anlamanın meşru ölçüler dahilinde sürdürülmesine katkıda bulunacaktır.
Bu makale sahabeden günümüze kadar kesintisiz devam eden Kur?an?ın anlaşılma sürecini müessirleriyle tahlil edecek, doğru anlama cehdinde olanları İslami anlayış usulüyle yüzleştirecektir.
SAHABE
İslam?ın ilk talebeleri olan sahabe Kur?an?ı tedrici bir süreçte öğrendi. İnen her on ayeti öğrenir, hayatında tatbik eder sonra on ayet daha öğrenirdi.[1] Bir çoğu ümmi olduğundan[2] Kur?an?ı kalpleriyle hıfzedip dilleriyle okuyup muhafaza etmeye çalışırdı. Gelen her ayet onların imanına güç katardı: ?Biz Kur?an?dan mü?minler için şifa ve rahmet olacak şeyler indiriyoruz.?[3]
YAKIN DÖNEM İLİM VE FİKİR ATLASI
EMİN SARAÇ HOCA İLE YAKIN DÖNEM İLİM VE FİKİR ATLASI ÜZERİNE
Gidenlerin yeri doldurulamadı. Bu gün itibariyle ne Mustafa Sabri ne de Ali Haydar Efendi çapında alimimiz var. “Kaht-ı rical” yaşıyoruz. Muhteşem bir mirasa sahibiz fakat, harici ve dahili unsurlar ilimle aramıza kalın duvarlar ördü. Her şeye rağmen yer yer zuhur eden alimler, yeni kuşakları ilmi mirasımızla buluşturan koridor vazifesi görmekteler.
Emin Saraç Hoca, mazi ile günümüz arasında koridor vazifesi gören ya da kudema bezminde ahirde ders okutan alimlerden biri. Fatih Camiinde Osmanlı ulemasından okuduğu şekilde İslami ilimleri okutmaya devam ediyor. Özellikle hadis alanında çok sayıda talebe yetiştirdi.
Daha önce Hoca efendi ile Fatih Camii merkezli bir söyleşi yapmıştık. Aşağıda okuyacağınız söyleşide ise Cumhuriyet döneminin ilk yıllarındaki İstanbul’un ilim ve zikir atlasından İslam coğrafyasındaki modernist akımlara kadar bir çok meseleyi konuştuk.
-İnkişaf-
Hafızlık
İnkişaf: Hocam uygun görürseniz ilk olarak İstanbul öncesi tahsil hayatınızdan başlayalım?
İlk olarak memleketimizde hafızlık yaptık. Biz dört kardeş hafızlığı babamızda ikmal ettik. Doğrusu babamın o zamanki gayreti fevkalade bir hadiseydi. O günkü şartlarda jandarmaların baskısı vardı. Babamı kaç defa alıp götürmüşlerdi.
İslamda İlk Fitne
İmâm-ı Rabbânî Müceddîd-i elf-i sânî şeyh Ahmed-i Fârûkî Serhendînin Mektûbâtından, ikinci cildin otuzaltıncı mektûbu, Eshâb-ı kirâmın büyüklüğünü ve Ehl-i sünnet mezhebi ile diğer bozuk mezheplerin Eshâb-ı kirâm hakkındaki sözlerini bildirmektedir. İslâmiyette ilk kopan fitnenin şî'îlik olduğunu ve Ehl-i sünnet mezhebinin şî'îler gibi taşkınlık yapmadığını, Hâricîler gibi de, câhillik ve kısa görüşlülük yolunu tutmadığını göstermektedir ve Resûlullah efendimizin Ehl-i beytini medh eylemektedir.
Bu mektûbumu yazmaya Besmele okuyarak başlıyorum. Allahü teâlâya hamd olsun! Onun sevgili Peygamberine salât ve selâm olsun! O yüce Peygamberin Ehl-i beytine ve Eshâbının hepsine ve bütün müminlere bizden iyi duâlar olsun!
Doğru yolda gidenleri sevmek, onlarla tanışmak ve görüşmek ve onlar gibi olmaya özenmek ve o büyüklerin sözlerini işitmek ve kitaplarını okumak, Allahü teâlânın nîmetlerinin en büyüklerindendir ve Onun ihsânlarının en kıymetlilerindendir. Muhbir-i sâdık, yâni hep doğru söyleyici olan Muhammed aleyhisselâm, (Elmer'ü me'a men ehabbe) buyurdu. Yâni, kişi, dünyada ve âhırette sevdiği ile berâber olur. Bunun için din büyüklerini seven kimse, onlar ile berâber olur.
İSLAMİ İLİMLERİN VARLIK SEBEBİ
Alimlerin ve onların geliştirip sistemleştirdiği İslâmî ilimlerin, Allah'ın Kitabı ile inananlar arasına girdiğini, İslâmın saf, arı-duru halini bozduğunu söylemek hayli zamandır pek moda. Bu görüşe göre alimler , imamlar, ilimler olmasa, İslâm en katıksız haliyle anlaşılacak, yaşanacak. Acaba sahiden öyle mi olacak?
Yazıya, günümüzde hemen hepimizin sıklıkla karşılaştığı bir söylemden hareket ederek başlayalım: “Elimizde Kur'an (bazıları buna görünüşte Sünnet'i de ekler) varken başka bir şeye ihtiyacımız yoktur. Kur'an, ihtiyacımız olan her şeyi açık biçimde ihtiva etmekte iken, araya sokulan başka unsurlar bizi asıl kaynağa doğrudan ulaşmaktan alıkoymakta ve kaynakla aramızda birer engel teşkil etmektedir.”
Din anlayışımızı yeni baştan şekillendirmemizi teklif eden bu söylemde yer alan “başka unsurlar”ın iki anlamı vardır: 1) Ulema, 2) Kur'an ve Sünnet'i hakkıyla anlayabilmek için ulemanın geliştirdiği İslâmî ilimler.
ALİMLERİN İHTİLAFI VE TAVRIMIZ
Tarihte birtakım alimler ve ekoller arasında ihtilaflar ve tartışmalar cereyan ettiğini hepimiz biliriz. Bu ihitlaf ve tartışmaları aynen devam ettirmek, bazı alimlerimizi bir konudaki görüşünden dolayı mahkûm etmek, ya da onlar arasında “hakemlik” yapmaya soyunmak doğru bir tavır olabilir mi? Bize muazzam bir irfan ve ilim mirası bırakan geçmiş alimlere karşı edebli olmak büyük bir vazife. Ve o mirası anlayacak, yaşatacak ve insanlığa anlatacak nesilleri yetiştirmemek de büyük bir vebal.
İslâm alimlerinin yüzyıllar süren kesintisiz bir çaba neticesinde oluşturup, bize “emanet” olarak intikal ettirdikleri devasa bir ilmî miras ile karşı karşıya bulunuyoruz. Kütüphanelerimiz, islâmî ilimlerin her dalında kaleme alınmış binlerce cilt eserle dolu. Böyle “muhteşem” ve bir o kadar da “ağır” bir yükün altından şu ana kadar alnımızın akıyla kalkabildiğimizi ileri sürmenin mümkün olmadığını söylesek, acaba meseleyi abarttığımızı düşünenler çıkar mı?
Böyle düşünenler için biz şimdiden tedbirimizi alalım ve niçin bu kanaatte olduğumuzu izah etmeye çalışalım:
Tarihte olduğu gibi günümüzde de islâmî anlayış ve “tarz” bakımından birbirinden farklılıklar arz eden kesimler bulunduğunu biliyoruz ve hemen hepimiz bu türlü kesimlerle bir şekilde temas etmişizdir.
İMAM MATURİDİ VE İMAM EŞ'ARİ
Yakın zamanlara kadar bir müslümanın bilmesi gereken esaslar arasında, itikadî ve amelî mezhebinin ne olduğu konusu da bulunurdu. Çoğumuz artık “itikadî” “amelî” gibi kelimeleri bilmediğimiz gibi mezhep kavramını da tam manasıyla bilmiyoruz. Ama bu durum ne konunun önemini azalttı, ne de tertemiz dinimizin bugünlere taşınmasında Cenab-ı Allah’ın vesile kıldığı müctehid alimlerimizin kıymeti azaldı.
Hz. Peygamber s.a.v.: “İslâm ümmetinin 73 fırkaya ayrılacağını, birinin Cennet’e diğerlerinin Cehennem’e gideceğini; kurtuluşa eren fırkanın da kendisinin ve ashabının yolundan gidenler olduğunu” (Tirmizî, İbn Mace, Ebu Davud, Darimî) buyuruyor.
Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat ne demek?
İslâm bilginleri, buradaki Hz. Peygamber s.a.v.’in yolundan gidenleri “Sünnet” kelimesi ile, Ashab-ı Kiram r.a.’ın yolundan gidenleri ise “Cemaat” kelimesi ile ifade ettiler. Böylelikle Hz.Peygamber s.a.v. ve ashabının yoluna uyanlara “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat” (Sünnet ve Cemaat mensupları) denildi.
İSLAM ALİMLERİNİN PAPAYA CEVABI
Vatikan Katolik Kiliselerinin başkanı Papa XVI. Benedict’in Almanya Regensburg Üniversitesi’nde yaptığı İslam karşıtı konuşmasına, ilk ciddi ilmi tepki, Uluslararası Müslüman Âlimler Birliği’nden geldi. Âlimler Birliği’nin yaptığı açıklama, Papa’nın İslam akidesine yönelik sözlerine karşı cevapları içeriyor. Alimler, karşı sorular sorarak, bazı sorulara asıl cevap vermesi gerekenin Papalık olduğunu belirtmişler.
Buraya kısaltarak aldığımız açıklama, Arapça ve İngilizce olmak üzere iki dilde yapıldı. Metnin, Âlimleri Birliği’nin Mısır’daki ofisi tarafından Vatikan’ın Kahire temsilcisine teslim edildiği bildirildi. İslam dünyasının tanınmış İslam alimlerinden Yusuf el-Kardavi’nin başkanlığını yaptığı Uluslararası Müslüman Âlimler Birliğinin genel merkezi ise Amerika’nın Kaliforniya eyaletinde bulunuyor.
Vatikan’a gönderilen metin, Âlimler Birliği’nin bünyesinde dini ve fıkıh sahalarında yetkin olan farklı İslam ülkelerinden 130 alim ve düşünür tarafından kaleme alındı. İlmi heyetin başkanlığını Prof. Dr. Hüseyin Hamid Hassan yürütüyor. Genel Başkan Yardımcılığını Prof. Dr. Ali es-Salus ile Şeyh Vehbe Zuhayli yapıyor. Birliğin Genel Sekreteri ise Prof. Dr. Salah es-Savi.
DİN ADINA KONUŞMAK
Tıp, uzmanından dinleniyor. İnşaat, mühendisinden veya mimarından. Ekonomiyi anlatan, bir ekonomist değilse eğer, yadırganıyor. Ya din?...
İlahi buyrukların muhatabı herkes olduğu için, dinî konular hepimizi ilgilendiriyor şüphesiz. Ama, dinin temsili sözkonusu olduğunda, herkesin kendi düşüncesini “dinî gerçekler” veya “dinin gerçeği” olarak anlatması ne kadar doğru olabilir? Konuşmacılar ve yazarlar nasıl bir yeterliliğe sahip olmalıdır? Ve bu yeterliliğin ölçüsü nedir?
Dinin sahibi Allah, kapsadığı alan ise dünya ve ahirettir. Allah, sahibi olduğu dini insanlara ulaştırmak için yarattıkları içerisinde en çok sevdiği ve seçtiği peygamberlerini aracı kılmıştır. Bütün peygamberler bu uğurda her şeylerini, hatta canlarını feda etmişler, Allah'ın muradını insanlara ulaştırmayı hayatlarının tek gayesi kılmışlardır. Buna rağmen peygamberlerin vazifesi, yalnızca Allah'ın buyruklarını tebliğ etmek olmuş, tebliğcisi oldukları din adına kendiliklerinden, kendi heva ve heveslerinden hiç bir şey söylememişlerdir. Bu tebliği sadece bilgi aktarımı olarak değil, Allah'ın vahyettiklerini bizzat yaşayarak insanlara ulaştırmışlardır.
Peygamberlerin yolunda giden ve hem zahiri hem manevi yönleriyle onların varisi olan gerçek alimler de tebliğ vazifesini yerine getirmenin gayreti içinde olmuşlardır. Yalnızca Kur'an ve Sünneti seslendirmişler, bu iki kaynakta açıkça bulamadıkları bazı detay konuları ise büyük bir hassasiyet ve titizlik içinde yine Kur'an ve Sünnetin genel anlayışına uygun olarak çözümleyerek insanlara sunmuşlardır.
Prof.Dr.Hüsameddin Farfûr :Modernistler İslami İlimlere Yabancı
İlmî ve kültürel değerlerine yabancı, ne olduğunun idrakinden uzak, özgüven itibariyle yetersiz olan akademisyenlerin yer aldığı çevrelerde “İslam’ın sol yorumu”, “Liberal İslamcılık”, “Laik İslamcılık”, “Tarihselcilik” gibi adlandırma ve yaklaşımların yüksek sesle dile getirilmesi aslında çok da sürpriz bir durum değildir. Mısır, Türkiye, Endonezya başta olmak üzere bütün bir İslam coğrafyasında etkin olan bu tür akımları ve bu bağlamda ilmî gündeme ilişkin bazı hususları Şam “el-Fethu'l-İslâmî Enstitü”sü idarecisi ve hocası Prof. Dr. Hüsâmuddîn Farfur hocayla konuştuk.
Şam'da 8 asırlık bir geçmişi olan Farfûr âilesi kuşaktan kuşağa yetiştirdiği âlimleriyle meşhurdur. Sözgelimi Hüsâmuddîn Farfûr hocanın dedesi Meşhûr Hamefî fakihlerinden Abdurrahîm el-Farfûr, babası Allâme Muhammed Sâlih el-Farfûr'dur. Muhammed Abdullatîf Farfûr, Veliyyüddîn Farfûr, Abdurrahmân Farfûr, Nasruddîn Farfûr ailenin ilimle meşgul olan diğer fertlerinden bazılarıdır. Hüsâmuddîn Farfûr şu anda el-Fethu'l-İslâmî Enstitüsü'nün ihtisas bölümü başkanı ve hocasıdır. Enstitüde İslâm Düşüncesi ve fıkıh dersleri okutmaktadır.
Enstitü 1956'dan günümüze dünyanın dörtbir yanından Şam'a gelen talebe-i ulûmun ehl-i sünnet anlayışı çerçevesinde yetişmelerine katkıda bulunan önemli bir eğitim kurumudur. Türkiye'den de talebelerin bulunduğu Enstitünün başkanlığını değerli âlim Şeyh Abdurrezzâk el-Halebî el-Hanefî yapmaktadır.
İmam-ı Rabbani Hazretleri,dörtyüz sene önce buyurdu ki
(İslam âlimleri, bugün garip oldu, azaldı. Şimdiki tarikatçıların yoluna bid'atler karıştığı ve bu yolu bozdukları için, Resulullahın sünnetine sarılmış olan büyük âlimleri, bu millet tanımaz oldu. Bu bilgisiz kimseler, milletin kalbini, bu bid'atleri ile kazanmaya çalıştılar. Böyle yapmakla dini yayacaklarını, hatta İslamiyet’i olgunlaştıracaklarını sandılar. Hâşâ öyle değildir. Bunlar, dini yıkmaya çalışıyorlar. Allahü teâlâ bunları doğru yola kavuştursun! Şimdi büyük âlimlerden bu ülkede pek az kalmıştır. İslamiyet’i sevenlerin, bu âlimlerin kitaplarının bildirdiği yolda gitmeleri gerekir.) [c.2 m.62]
Hadis-i şeriflerde (Kıyamete yakın ilim azalır, cehalet artar), (İlmin azalması âlimlerin azalması ile olur. Cahil din adamları, kendi görüşleri ile fetva vererek fitne çıkarırlar, halkı yoldan saptırırlar) ve (Her asır, önceki asırdan daha bozuk olur. Böylece kıyamete kadar hep bozulur) buyuruldu. İnsanların en iyileri olan âlimlerin yazdıkları kitapları beğenmeyip, bozuk asrın bozuk insanların kitaplarına aldanmaktan sakınmalıdır! (Hadika)
Din yeni gelmedi. Hem de kâmil olarak geldi. Eksik olarak gelmedi. İslamiyet saf, berrak şekildedir. İslami ilimler, nakli ve akli ilimler olmak üzere ikiye ayrılır. Nakli ilimler, yani din bilgileri zamanla değişmez, kıyamete kadar hep aynıdır. Zamanla değişen, âdetler ve fen bilgileridir. Nakli ilimlerin saf, berrak, bid’atsiz şekli geridedir.