Zehirli.Org köşesi

Zehirli Fikirlere panzehir başlığı ile 2006 yılında zehirli.org sitemiz yayına başladı. Yüzbinlerce kişinin ziyaret ettiği sitemiz kritik noktalarda bilgilendirici içerikler sunmaya devam ediyor.

Güzel ahlâkı bilmek iyidir, ama kötü ahlâkı bilmek daha iyidir.
Çünkü insan kötülüğü bilmezse o kötülükten uzak duramaz.

Gayemiz ithal ve zararlı ideolojik fikirlere dair toplumda farkındalığı oluşturmaktır.


AHLÂKTA MÜKEMMEL ÖRNEK

Bazı güzel hasletler vardır ki, her insan onlara sahip olmak, onları kendi hayâtında yaşamak ister: Sabır, kanaat, cömertlik, tevazu, fedakârlık, cesaret gibi...

Çünkü bunlar ve benzeri güzel vasıflar, insana gerçekten "insan" olma özelliği kazandırır.

"Güzel ahlâk" adı altında toplanan bu güzel vasıfları "örnek insan" olarak en mükemmel şekilde yaşayan insan, Peygamber Efendimizdir (a.s.m). Onun ahlâkı o kadar yücedir ki, Cenab-ı Hak, ona hitap ederek şöyle buyurur:

"Hiç şüphesiz senin için bitmez tükenmez bir mükâfat vardır. Ve hiç şüphesiz sen pek büyük bir ahlâk üzerindesin." (Kalem Sûresi, 3-4)

Yine Kur'ân'da Peygamberimiz için "Allah'ın Resulünde sizin için güzel bir örnek vardır" (Ahzâb Sûresi, 21) buyurularak, mü'minlerin, hayâtlarının bütün safhalarında onu örnek almaları tavsiye ve emredilir. Çünkü onun ahlâkı bizler için en güzel örnek, onun yaşayışı, halleri, sözleri ve hareketleri en mükemmel modeldir.

Peygamberimiz de, "Ben ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim" buyurur ve bu özelliğini, dünyadaki göreviyle bağlantılı olarak dikkat çekip bizlere anlatmaktadır.

AHLÂK SAHASINDA BÜYÜK İNKILAP

Ahlâk alanında en büyük inkılâp ve değişikliği, Peygamber Efendimiz yapmıştır. Cahiliye Arapları inanç ve âdetlerine öylesine bağlı, körü körüne öylesine tutulmuşlardı ki, yüzyıllardır yapageldikleri alışkanlıklardan onları hiçbir kuvvetin ayırması mümkün değildi.

Vahşet, dehşet ve zulümde o kadar ileri gitmişlerdi ki, vahşi hayvanlara dahi yapılması hoş görülmeyen işkence ve eziyetleri göz kırpmadan savunmasız ve mazlum insanlara yapıyorlardı. Merhamet, şefkat ve acıma hisleri tamamen körelmiş, öz kızlarını canlı canlı toprağa gömecek derecede canavar kesilmişlerdi.

Fuhşun, işkencenin, her türlü rezilliklerin hiç çekinmeden yapıldığı bir karanlık devir yaşanıyordu. Güçlü ve varlıklı kimseler zayıfları eziyor, kadınlar bir mal gibi alınıp satılıyor, faiz ve tefecilik bütün çeşitleriyle kol geziyor, içki su gibi içiliyordu. Adalet, insaf, vefa, iffet gibi duygular unutulmuştu. Kendi uydurdukları manasız şeylere ve hurafelere öyle bağlanmışlardı ki, onları alışkanlıklarından vazgeçirecek, insanlığın tadını tattıracak İlahî bir güçten, bir Peygamber inkılâbından başkası düzeltemezdi.

İşte Peygamberimiz birkaç sene gibi kısa bir zamanda o geniş yarımadada vahşi, âdetlerine bağlı ve inatçı kavimleri, kötü ahlâk ve vahşi alışkanlıklarından kurtarıp, onları kökünden kazıyıp temizledi, yerlerine güzel ahlâk esaslarını yerleştirdi.

PEYGAMBERİMİZİN GENÇLİĞİ

Peygamberimizin çocukluğu ve gençliği temiz ve iffetli bir şekilde geçmişti. Peygamberlikten sonra nasıl bir ahlâka sahipse, kırk yaşından önceki hayâtı da öyle temiz ve nezihti. Halbuki gençlik yıllarını geçirdiği Mekke şehri, o zamanlar o kadar karışıktı ki, Mekkeliler arasında yaşayıp da cahiliye çirkinliklerine bulaşmamak âdeta mümkün değildi.

İslâm öncesi Cahiliye döneminde dolandırıcılık, hile, aldatma, hak yeme, verdiği sözde durmama, hıyanet eksik olmuyor, çok basit bir iş gibi görülüyordu.

Peygamberimiz bu dikenli ve tehlikeli yollardan hiç yara almadan alnı ak, yüzü pak olarak kurtuldu. Başkalarına bulaşan kötü hallerden bütünüyle uzak kaldı. Çünkü Cenab-ı Hak onu Cahiliye devrinin her türlü mundarlıklarından, çirkinliklerinden nefret duyacak bir kabiliyette yaratmıştı.

Peygamberimizin gençliği, amcası Ebû Talib'in yanında ve onun himayesi altında geçti. Ebû Talib yeğeni için o zaman pek revaçta olan ticareti, meslek olarak seçmişti. Zaten kendisi de meşhur bir tüccardı.

Peygamberimiz amcası ile birlikte ticarî seyahatler yaparak tecrübesini arttırdı. Doğruluğu, alış verişindeki adaleti ve hakkaniyeti kısa zamanda çevresinde duyuldu ve meşhur oldu. O zamanlar Arabistan'da doğru ve güvenilir kimselere sermaye verilir, ticaret yapılarak kârı paylaştırılırdı. Peygamberimize de buna benzer işler verilmiş, o da en doğru bir şekilde işini başarmıştı.

İŞTE O,PEYGAMBER EFENDİMİZ (S.A.V)'Dİ...

*Daima düşünceli idi.

*Susması konuşmasından uzun sürerdi; lüzumsuz yere konuşmaz konuştuğunda ne fazla, ne de eksik söz kullanırdı.

*Dünya işleri için kızmazdı. Kendi şahsı için asla öfkelenmez ve öç almazdı.

*Kötü söz söylemezdi.

*Affediciliği tabii idi. İntikam almazdı. Düsmanlarını sadece affetmekle kalmaz, onlara şeref ve değer de verirdi.

*Kendisini üç şeyden alıkoymuştu; Kimseyle çekişmezdi, çok konuşmazdı, faydasız boş şeylerle uğrasmazdı.

*Umanı, umutsuzluğa düşürmezdi; hoşlanmadığı bir şey hakkında susardı.

*Hiç kimseyi ne yüzüne karşı, ne de arkasından kınamaz, ayıplamazdı, kimsenin kusurunu araştırmazdı. Kimseye hakkında hayırlı olmayan sözü söylemezdi.

YETİŞ YA RESULULLAH

Ebû Abdullah Merrakûşî hazretleri, Resûlullah efendimizi vesîle ederek Allahü teâlâdan bir şey istemek, Resûlullah efendimizin yardım ve şefâatlerine kavuşmak husûsunda bir eser yazdığı esnâda başından geçen bir hâdiseyi şöyle nakletti:

"1239 senesinde Sader kalesinden seçkin bir cemâatle berâber çıktık. Yanımızda bize kılavuzluk eden biri vardı. Bir müddet gittikten sonra suyumuz tükendi. Durup su aramaya çıktık. Ben de bu arada ihtiyâcımı görmek için gittim. Bu sırada müthiş bir şekilde uykum geldi. Nasıl olsa giderken beni uyandırırlar deyip, başımı yere koydum. Uyandığımda kendimi çölün ortasında yapayalnız buldum. Arkadaşlarım beni unutup gitmişlerdi. Yalnızlıktan büyük bir korkuya kapıldım. Çölde sağa sola yürümeye başladım. Nerede bulunduğumu, nereye gideceğimi bilemiyordum. Her taraf dümdüz kumdu. Az sonra hava karardı. Yolculuk yaptığımız kâfileden hiçbir iz yoktu. Ben, gece karanlığında yapayalnızdım. Korkum daha da şiddetlendi. Telâşla daha süratli yürümeye başladım. Bir müddet gittikten sonra, çok susamış ve yorulmuş bir hâlde yere düştüm. Artık hayâtımdan ümîdimi kesmiş, ölümümün yaklaştığını hissetmeye başlamıştım. Susuzluk ve yorgunluktan, ızdırap ve elemim son haddine varmıştı. Birden aklıma geldi.

Sünnet-i Terk Edip Yalnız Kur'an İle Amel Etmek

"Sünnet'i terk edip yalnız Kur'an ile amel etmek isteyenler" var bu konuda ne dersiniz?

Bazı ehliyetsiz insanları görüyoruz ki, yalnız Kur'an-ı Kerim'in getirdiği İlâhî hükümleri kabul edip, dinin diğer temel kaynakları olan Sünnet, İcma ve Kıyas'ı reddediyorlar. Maksatları ise, halkın itikadını bozmak ve saptırmaktan ibarettir. Bunlar, Kur'an'ı tek mezhep kabul edip, sünnet-i Peygamberiyeyi ve İslâm'ın diğer delillerini hafife alırken işlerine gelen hadisleri kabul edip, gelmeyenleri reddederler. Şuurlu müslümanları aldatamadıkları gibi takdir de göremezler, buna haklan da yoktur.

Malumdur ki, müslümanlar Kur'an-ı Kerim'de nazil olan İlâhî hükümlere inanıp onlara uymaya mecbur oldukları gibi, hadislerle buyrulan dinî hükümleri de kabul etmeye mecburdurlar.

Bunlar asırlardan beri tefsir, hadis, fıkıh ve diğer sahalarda yazılmış olan bütün ilim ve fikir ehlinin takdirini kazanan çok kıymetli eserleri hiç dikkate almazlar.

Evet, Kur'an-ı Azimüşşanın gölgesine sığınarak yanlış yönlendirmede bulunan bir kimse hiç olmazsa şunu bilmelidir ki, bir müslüman ne kadar bilgisiz de olsa Kur'an'ı Azimüşşanın Allah kelamı olduğununa katiyyen şüphe ve tereddütü olmadığı gibi sünnet-i seniyyenin de İslâm'ın ikinci bir delili ve dayanak noktası olduğunu kesin olarak bilir ve öyle de inanır.

PEYGAMBERİMİZ NEDEN MİRAC'A ÇIKTI

Bir padişahın iki türlü konuşması vardır. Biri, bir vatandaşla telefon ederek küçük bir meseleyi görüşmesi. Diğeri de devlet başkanı, halifelik yönü ve milletin idarecisi olarak, emirlerini her tarafa duyurmak için özel bir elçisi ile konuşması, sohbet etmesi, onun aracılığı ile ferman yayınlamasıdır.

Bu örnekte olduğu gibi Cenab-ı Hakk'ın da kulları ile iki tarzda muhatap olması vardır. Biri, özel ve cüz'i, diğeri de geniş ve genel mahiyette bir konuşması. Cenab-ı Hakk'ın bazı velilerle özel ve cüz'i anlamda ilham etmesi birinciye örnektir.

Ama Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm bütün velâyet mertebelerinin üstünde bir büyüklük ve yücelikte, kâinatın Rabbi, bütün varlıkların yaratıcısı olarak Cenab-ı Hakk'ın sohbetine müşerref olması ise ikinci ve mükemmel olanına misaldir.

Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın elçiliği iki taraflıdır. Birisi halktan Hakk'a, diğeri de Hak'tan halka. Birisi mi'racın bâtınî tarafı olan velâyet yönüdür, diğeri de zahiri tarafı olan risalet yönüdür.

Yani Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm bizi temsilen Cenab-ı Hakk'ın huzuruna çıktı, başta insanlar olmak üzere bütün varlıkların ibadet, kulluk, tesbih ve zikirlerini toplu olarak (askerin komutana tekmil vermesi gibi) arz etti.

BAZI SEÇME HADİS-İ ŞERİFLER

Borcunu azalt ki hür yaşayasın.
hadis-i şerif (Beyhaki )
İnsanlar arasında ara bozma niyeti ile laf götürüp getirmek, insanlara hakaret etmek ve sövmek, kendi ırkını üstün görüp başka milletleri aşağı görmek... İşte bu 3 davranış, cehennemdedir. Bunlar, bir mü’minin ahlakında yer alamaz.
Hadis (Taberani).
Biriniz bir yolculuğa çıktığında din kardeşlerine(uğrayıp) onlarla vedalaşsın.Çünkü Allah, onların yapacakları duayı, onun hakkında bereketli (ve makbul) kılar.
Hadis-i Şerif (Deylemi).
Dünya işlerinizi yolunuza koyunuz. Ve yarın ölecekmiş gibi de ahiretinize çalışınız.
Hadis (Deylemi).
Biriniz bir yere girmek istediğinde 3 defa izin istesin. Müsaade edilmezse, geri dönsün.
Hadis (Müsned).
Allah bu dini zatı için özel olarak seçmiştir. Dininize ancak cömertlik ve güzel ahlak yakışır. Dikkat edin! Dindarlığınızı bu iki nitelikle süsleyin.
Hadis (Taberani).
Müslümanlar karşılaştıklarında, tokalaşır, birbirlerinin hal ve hatırlarını sorarlarsa, Allah onlara bu halde iken 100 rahmet indirir. Doksan dokuzu daha güler yüzle ve daha samimiyetle kardeşinin halini ve hatırını sorana, biri de diğerine verilir.
Hadis (Taberani).

MİSVAKIN ÖNEMİ

Bugün, modern tıbbın diş sağlığı konusunda ortaya koymaya yeni başladığı tedavi usullerini, İslamiyet 14 asır önce öğretmiştir. Diş sağlığına büyük bir fayda temin eden misvak, gayet basit ve en iyi diş temizleme vasıtasıdır. Dişlerin çürümesini önlemek için misvak kullanmak çok faydalıdır. Larousse İllustre Medical isimli tıp kitabında diyor ki:

(Bütün diş macunları ve tozları, dişlere zarar verir. En iyisi, sert bir fırçadır. Önce, dişleri kanatırsa da, korkmamalıdır. Diş etlerini kuvvetlendirir ve artık kanamaz.)

Bu şekildeki diş temizliğini sağlayan en iyi vasıta misvaktır. Diş macunları, ağızdaki faydalı ve zararlı bütün mikropları öldürürken, misvak sadece zararlı mikropları öldürür. Misvak abdestin sünnetidir, Şafii’de namazın sünnetidir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Misvak kullanarak kılınan namaz, misvaksız kılınan namazdan 70 kat üstündür.) [İ. Neccar]

(Cebrail aleyhisselam, misvak kullanmayı o kadar tavsiye etti ki, misvakın farz olacağından korktum.) [İbni Mace]

(Eğer ümmetime güçlük vermeyeceğini bilseydim, her namaz için abdest almalarını ve her abdestte misvak kullanmalarını emrederdim.) [Buhari, Müslim]

(Gece namazı için kalkınca, ağzınızı misvakla temizleyin! Çünkü bir melek, namazda Kur'an okuyanın ağzına yaklaşarak dinler.) [Deylemi]

ÖMER B. HATTAB (R.A)

İkinci Raşid Halife. İslâmı yeryüzüne yerleştirip, hakim kılmak için Resulullah (s.a.s)'ın verdiği tevhidî mücadelede ona en yakın olan sahabilerden biri. Hz. Ömer (r.a), Fil Olayından on üç sene sonra Mekke'de doğmuştur. Kendisinden nakledilen bir rivayete göre o, Büyük Ficar savaşından dört yıl sonra dünyaya gelmiştir (İbnül-Esîr, Üsdül-Ğâbe, Kahire 1970, IV,146). Babası, Hattab b. Nüfeyl olup, nesebi Ka'b'da Resulullah (s.a.s) ile birleşmektedir. Kureyş'in Adiy boyuna mensup olup, annesi, Ebu Cehil'in kardeşi veya amcasının kızı olan Hanteme'dir (bk. a.g.e., 145).

Kaynaklar Hz. Ömer (r.a)'in müslüman olmadan önceki hayatı hakkında fazlaca bir şey söylemezler. Ancak küçüklüğünde, babasına ait sürülere çobanlık ettiği, sonra da ticarete başladığı bilinmektedir. O, Suriye taraflarına giden ticaret kervanlarına iştirak etmekteydi (H. İbrahim Hasan, Tarihul-İslâm, Mısır 1979, I, 210). Cahiliyye döneminde Mekke eşrafı arasında yer almakta olup, Mekke şehir devletinin sifare (elçilik) görevi onun elindeydi. Bir savaş çıkması durumunda karşı tarafa elçi olarak Ömer gönderilir ve dönüşünde onun verdiği bilgi ve görüşlere göre hareket edilirdi. Ayrıca kabileler arasında çıkan anlaşmazlıkların çözümünde etkin rol alır ve verdiği kararlar bağlayıcılık vasfı taşırdı (Suyûtî, Tarihul-Hulefâ, Beyrut 1986, 123; Üsdül-Ğâbe, IV, 146).

Hz. Ömer, sert bir mizaca sahip olup, İslâma karşı aşırı tepki gösterenlerin arasında yer almaktaydı. Sonunda o, dedelerinin dinini inkâr eden ve tapındıkları putlara hakaret ederek insanları onlardan yüz çevirmeğe çağıran Muhammed (s.a.s)'ı öldürmeye karar vermişti. Kılıcını kuşanarak, Peygamberi öldürmek için harekete geçmiş, ancak olayın gelişim şekli onun müslümanların arasına katılması sonucunu doğurmuştu.

Hz. Ali (r.a.)

Resulullah'ın amcasının oğlu, damadı, dördüncü halife. Babası Ebû Talib, annesi Kureyş'ten Fâtıma binti Esed, dedesi Abdulmuttalib'tir. Künyesi Ebu'ı Hasan ve Ebû Tûrab (toprağın babası), lâkabı Haydar; ünvanı Emîru'l-Mü'minin'dir. Ayrıca 'Allah'ın Arslanı' ünvanıyla da anılır.

Hz. Ali küçük yaşından beri Resulullah'ın yanında büyüdü. On yaşında İslâm'ı kabul ettiği bilinmektedir. Hz. Hatice'den sonra müslümanlığı ilk kabul eden odur. Hz. Peygamber ile Hz. Hatice'yi bir gün ibadet ederken gören Hz. Ali'ye Peygamberimiz şirkin kötülüğünü, tevhidin manasını anlattığında Hz. Ali hemen müslüman olmuştu. Mekke döneminde her zaman Resulullah'ın yanındaydı. Kâbe'deki putları kırmasını şöyle anlatır: "Bir gün Resul-u Ekrem ile Kâbe'ye gittik. Resul-u Ekrem omuzuma çıkmak istedi. Kalkmak istediğim zaman kalkamıyacağımı anladı, omuzumdan indi, beni omuzuna çıkardı ve ayağa kalktı. Kendimi istesem ufukları tutacak sanıyordum. Kâbe'nin üzerinde bir put vardı, onu sağdan soldan ittim. Put düştü, parça parça oldu. Resulullah'ın omuzlarından indim. İkimiz geri döndük." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 384).

Resul-u Ekrem, en yakın akrabasını uyarmak ve hakkı tebliğ etmek hususunda Allah'u Teâlâ'dan emir alınca onları Safa tepesinde toplayıp ilâhî emirleri tebliğ edince, Kureyş müşrikleri onunla alay etmişti. İkinci toplantıyı yapmasını Hz. Ali (r.a.)'ye bıraktı, Ali de bir ziyafet hazırlayarak Hasimoğullarını davet etti.

VEHHABİLER HIRİSTİYAN GİBİ İNANIYOR

Sual: Hıristiyanlar da Vehhabiler gibi tanrı gökte diyorlar. Bu inanç İncillerde var mıdır?

CEVAP
Hz. İsa’nın, göğe çıkıp, Allah’ın sağına oturduğu ve Allahü teâlânın gökte olduğu inancı Hıristiyanlığa sonradan sokulmuştur. Hıristiyan İngilizler tarafından kurulan Vehhabi inanışına göre de tanrı gökte, Hz. Muhammed de sağ tarafında oturmaktadır. Kitabül-Arş isimli Vehhabi kitabında, “Allah Arş’ın üzerinde oturur, yanında Resulullaha da yer bırakır” deniyor. Hıristiyanlarla Vehhabiliğin bu konuda da birbirine benzemesi tesadüf değildir. Ehl-i sünnet âlimlerinin hepsi “Allah mekandan münezzeh” buyuruyor.

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, zamanlı, mekanlı, cihetli değildir. Bir yerde, bir tarafta değildir. Zamanları, yerleri, yönleri O yaratmıştır. Cahiller, Onu Arş’ın üstünde veya yukarıda gökte sanır. Arşı da, yukarısını da, aşağısını da O yaratmıştır. Sonradan yaratılan bir şey, kadim [ezeli] olana yer olamaz. Allah, madde, cisim ve hâl değildir. Benzeri, ortağı, zıddı yoktur. Bildiğimiz, düşünebileceğimiz şeyler gibi değildir. Nasıl olduğu anlaşılamaz, düşünülemez. Hatıra gelen her şey yanlıştır. O kâinatın ne içinde, ne de dışındadır.

YANLIŞ DÜŞÜNENLERE CEVAPLAR

İbni Teymiyeci diyor ki: İbni Kayyım en-Nuniyye şiirinde Allah Arş’a oturdu diye açıklıyor.

CEVAP
İbni Kayyım, İbni Teymiye’nin talebesidir. Onun açıklaması ölçü olamaz. Çünkü hocasının mücessimeden olduğunu Ehl-i sünnet âlimleri bildiriyor. Dört mezhep imamı ne demiş? İmam-ı Gazali ve İmam-ı Rabbani ne demiş? Bunlar önemli. Hepsi de Allah mekandan münezzeh diyor. Bunu önceki maddede açıklamıştık.

İbni Teymiyeci diyor ki: “Ehl-i sünnet vel cemaate göre yüce Allah’ın kendi zatı hakkında haber verdiği şekilde Arş’ı, üzerinde yüce zatının bildiği bir keyfiyet ile yarattıklarından ayrı olmak üzere istiva etmiştir. Nitekim imam Malik ve başkaları da, istiva haktır, ancak keyfiyeti meçhuldür (nasıllığı bilinemez.) Ehl-i sünnet vel cemaat, Onun Arş’ın üzerinde oluşu herhangi bir mahlukun, bir başka mahlukun üzerinde oluşu gibidir, demiyor. Burada ve Allah’ın diğer sıfatlarında da uydukları kaide şudur: Onun benzeri hiçbir şey yoktur ve o her şeyi işitendir, görendir. (Şura 11)”

CEVAP
Şu açıklaması bile, kendisini tezada düşürüyor. Madem, Allahü teâlâ insanlara hiç benzemiyor, Onun benzeri yoktur. O halde nasıl, Allah Arş’ta oturuyor denebilir? İstiva, insanların oturması gibi nasıl kabul edilebilir? Kendisi de itiraf ediyor ki, Ehl-i sünnet âlimleri, (İstiva haktır, keyfiyeti meçhuldür, yani nasıl olduğu bilinmez) dedi.

ALLAH MEKANDAN MÜNEZZEHTİR

Selefi genç diyor ki:
Mülk suresinin, (Göktekinin sizi yere geçirmesinden, taş yağmuruna tutmasından emin mi oldunuz?) mealindeki 16. ve 17. âyetleri, Allah’ın gökte olduğuna kesin delildir. Bunun için Allah mekandan münezzeh demek yanlıştır.

CEVAP
Bizi yere geçirecek, taş yağmuruna tutabilecek olan elbette Allahü teâlâdır. Ancak burada gökteki ifadesinden oradakinin Allah olduğunu söylemek yanlış olur. Mesela Boğaz köprüsü Demirel’in, Fatih köprüsü ise Özal’ın eseridir cümlesinden, bu köprüleri bizzat yapanların Demirel ve Özal olduğu anlaşılmaz. Başkaları yapmıştır, ama bunlar yaptırdığı için onlara nispet edilmiştir. Canları alan da Allahü teâlâdır. Fakat Azrail aleyhisselam vasıtası ile aldırır. Bize taş yağdıracak olan da Allah’tır. Fakat bunu bir melek vasıtası ile yapar. Bunun için gökteki denmiştir. Yani gökteki görevli melek demektir. İmam-ı Beydavi de, (Sizi yere batıracak veya sizi taş yağmuruna tutacak olan Allah’ın bu âlemin tedbirine vekil ettiği melekten emin misiniz?) diye açıklıyor.

ARŞ DA SONRADAN YARATILDI

Arş da sonradan yaratıldı
Hıristiyan taraftarı görünen Yahudiler, Hz. İsa’nın, göğe çıkıp, Allah’ın sağına oturduğu ve Allahü teâlânın gökte olduğu inancını Hıristiyanlığa sokmuşlardır. Hıristiyan İngilizler tarafından uydurulan selefi inanışına göre de tanrı gökte, Hz. Muhammed de sağ tarafında oturmaktadır. Kitabül-Arş isimli kitapta, “Allah Arşa oturur, yanında Resulullaha da yer bırakır” deniyor. Hıristiyanlarla selefilerin böyle konularda birbirine benzemesi tesadüf değildir. Yahudiler Hıristiyanlığı bozdukları gibi, Hıristiyanlar da Müslümanlığı bozmaya uğraşıyorlar. İstisnasız Ehl-i sünnet âlimlerinin hepsi “Allah mekandan münezzeh” buyuruyor.

İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
Ehl-i bâtıl, istiva, vech, yed gibi kelimeleri tevil etmedikleri için sapıtmışlardır. Allah’ın, Arşı istiva etmesi, Arşı hükmü altına alması demektir. (İlcam-ül-avam)