Zehirli | Konular | Kitaplar

Sünnet

SÜNNETİN ÇEŞİTLERİ

Kavlî Sünnet


Sünnet, Allah Rasûlü’nün (sav) mübarek sözleridir; yani sünnetin bir bölümünü O’nun nurlu sözleri teşkil eder ki, bunlar, Kur’ân’da yer almayan, fakat bütün fukahâca fıkıh kitaplarına alınıp, pek çok hükme esas kabul edilen O’na ait nurefşan beyanlardır ki, misal olarak şunları zikredebiliriz:

a. Efendimiz (sav): “Varise vasiyet yoktur” buyururlar. Yani, miras bırakan kimse, kendisine vâris olacak biri için mirasından vasiyette bulunamaz; şu vakfa veya bu hayır müessesesine vasiyette bulunabilir ama ayrıca kendi mirasçısına mirasından vasiyette bulunup da, “mirasımın şu kadarı ona verilsin” diyemez.

b. Yine, usûl-i fıkıhta, fıkhın prensipleri arasında yer alan bir başka mübarek sözlerinde Efendimiz (sav): “Zarar verme ve zarara zararla mukabele etme yoktur” buyurmuşlardır. Yani, kimseye zarar verilemeyeceği gibi, birine zarar veren kişiye de zararla mukabele edilemez.

Peygambersiz Kur'an Müslümanlığı Olur mu?

Bir tanıdığı okuyucuma soru sormuş. Okuyucum da bu soruya bir hadisle cevap vermiş. Ancak soru sahibi hadisle cevaptan pek memnun olmamış da demiş ki:

– Bize Kur’an müslümanlığı lazım. Başka şeylerden delil göstermeyin. Bizi Kur’an’dan başkası bağlamaz!...

Şaşıran okuyucumuz diyor ki:

– Kur’andan sonra hadisler de dinimizi anlatan deliller değiller mi? Yani hadissiz Kur’an’ı anlamak mümkün mü? Peygamberimizin görevi Kur’an’ı yaşayışıyla, sözleriyle açıklamak değil mi? Sünneti, hadisi devre dışına iterek sadece “bize Kur’an müslümanlığı lazım, başkası bize delil olmaz” demek doğru bir iddia mı?

Efendim, dinde tartışılamayan bir temel doğru da şudur:

– Rabbimiz gönderdiği Kur’an’ı, kullarının doğru anlamaları için bir de peygamber görevlendirmiştir. Peygambersiz Kur’an’ı anlamak mümkün değildir. bu itibarla, Peygamberimizin Kur’an’da geçen emir ve yasakları anlatma görevini hiçbir Müslüman basite alamaz, yok sayamaz. “Bize sadece Kur’an müslümanlığı gerek, sünnet bize delil olmaz, hadisler bizi bağlamaz” diyemez.

SÜNNETİN ÖNEMİ

SÜNNET YA DA DIGER BIR IFADEYLE HZ. PEYGAMBER’IN KUR’AN YORUMU


Sünnete Yönelik Saldirilar

Son dönemlerde sünnetin tesrîdeki yeri ve önemi üzerinde çesitli tartismalar yasanmaktadir. Daha çok müstesriklerden ve onlarin mukallitlerinden gelen bu akimlarin gayesi, geçmiste hâriciler, mu’tezile ve sia firkalarinin yaptigi gibi müslümanlarin sünnete olan baglilik ve güvenlerini zedeleyerek Islâm’i tahrif etmektir. Allah Teâla’nin korumasi altinda ve “La raybe fîh” olan Kur’an’a yönelik saldiri ve ithamlar hedefe ulasamayinca, Islâm düsmanlari sünnetin güvenilirligine leke sürme yolunu seçmislerdir.

Sahâbe ve sonrasi dönemlerde Hz. Peygamber’in sünneti ve hadislerini ögrenebilmek maksadiyla Islâm âlimlerinin gösterdikleri faaliyet ve gayretler takdire sayandir. Rihle adi verilen hadis ugruna yapilan seyahatler ve râvileri en ince ayrintilarina kadar arastirdiktan sonra hadislerine itibar eden anlayis, basta müstesrikler olmak üzere kendi bilgi kaynaklari isnatsiz ve çürük olan Islâm düsmanlarini içten içe haset ve kiskançliga sevk etmistir.

AKIL HERKESTE EŞİT Mİ?

Sual: Akıl herkeste eşit mi?

CEVAP
Akıl herkeste eşit değildir. En yüksek akıl ile en aşağı akıl arasında binlerce derece vardır. Her işte ve hele dini işlerde akla güvenilemez. Din işleri, akıl üzerine kurulamaz. Çünkü akıl, bir kararda kalmaz. Herkesin aklı, birbirine uymadığı gibi, selim olmayan akıl, bazen doğruyu bulur, yanılması ise, daha çok olur. En akıllı denilen kişi, mütehassıs olduğu dünya işlerinde bile, çok hata eder. Hele ahiret bilgilerinde akla hiç güvenilmez.

İnsanların şekil ve ahlakları gibi, akıl ve ilimleri de, farklıdır. Birinin aklına uygun gelen birşey, başkasının aklına uygun gelmeyebilir. O halde, din işlerinde, akıl, tam bir ölçü olamaz. Ancak, akıl ile din birlikte, tam ve doğru bir vesika ve ölçü olur.

Selim olmayan akıl, bir gerçeği kabul etmezse, bunun ne kıymeti vardır? Selim olan akıl, din hükümlerinin hepsinin pek yerinde ve doğru olduğunu açıkça görür.

SEBEPLER YARATICI DEĞİLDİR

Sual: Sebeplere inanmak nasıl olmalı?

CEVAP
İmam-ı Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, kendi kudretini sebepler altında gizledi. Kudret sahibi yalnız kendisi olduğunu bildirdiği gibi, sebeplere yapışmayı emir buyurdu. Tam müslümanın, sebeplere yapışmasını ve sebeplere kuvvet veren yaratana güveneceğini bildirdi. Yakub aleyhisselamın bu ikisini birlikte yaptığını Kur’an-ı kerimde bildirerek, onu övdü. Yusuf suresinde mealen, (Yakub, bizim bildirdiğimizi bilir. Fakat, insanların çoğu, takdirin tedbire galip olduğunu bilmezler) buyurdu. Tibyan tefsirinde, bu âyet-i kerimeye (Müşrikler, Allahü teâlânın Evliyasına ilham ettiği şeyleri bilmezler) demiştir. Tesiri sebeplerden bilip, Allahü teâlânın kuvveti ile tesir ettiklerini bilmeyenler sapıktır. Sebepleri ortadan kaldırmak isteyen de, Allahü teâlânın hikmetini bilmemiş, Allahü teâlânın, mahlukları boş yere, faydasız yaratmış olduğunu söylemiş olur. Sebeplere tesir kuvvetini Allahü teâlânın verdiğine inanan ise, hak yola kavuşmuş olur. Her iki tehlikeden kurtulmuş olur. (Mektubat, 1.cild 110.m.)

AYAKTA YEMEK,İÇMEK

Dr. Hamid İSPİRLİOĞLU
Midenin vazifesi gıda maddelerini depo edip on iki parmak barsağı tarafından kabul edilecek hale getirmektir. Bu işi mide hareketleri ve salgıları ile yapmaktadır. Bu yazımızda bilhassa midenin hareketlerinden söz edip salgı fonksiyonunu ileriki sayılarda yazmayı düşünüyoruz.

Yemek boru’sunun mideye girdiği yere yakın, kalpte olduğu gibi, elektriki akımlar (stimulus) çıkaran bir yer vardır. (Pacernaker) Buradan 8–10 saniyede bir “elektriksel” stimulus çıkıyor ve bunun neticesi kaslarda kasılmalar meydana geliyor. Kasların kasılması ile başlayan bu dalga midenin çıkış yerine (pilor) doğru ilerliyor. (Peristaltik hareket). Ayrıca antrum denen midenin aşağı kısmındaki kasların kasılması ile kalp hareketlerini andıran sistolik hareketler olur. Bu kasılmalar mide boşluğunu tıkayacak kadar şiddetli olur. Bunlardan başka mide içindeki gıda maddelerini boşalttıktan sonra olduğu gibi küçülür. Bu durumda ancak 50 ml sıvı alabilir.

Yediğimiz yemekler önce midenin küçük eğriliğinin alt kısmında bulunan açının (İncisura angularis) yukarısında birikir.

YALNIZ KUR'AN DİYENLERE!.


PEYGAMBERSİZ DİN,DİNSİZLİKTİR

Sual: Bazıları, Yalnız Kur’an sloganı ile, “Peygambere Kur’an harici başka bilgi verilmedi. Vahiy haricindeki sözleri senet olamaz” diyerek peygambersiz bir din meydana çıkarmak istiyorlar. Kur’anda Peygamber efendimize Kur’an harici bilgi verildiğine dair âyet yok mudur?
CEVAP
Çok âyet var. Kur’anda, (Yalnız Allah’a itaat edin) denmiyor, Resulüne itaati de şart koşuyor:
(Allah’a ve Resulüne itaat edin!) [Al-i İmran 32]
(İhtilaflı bir işin hükmünü Allah’tan [Kur’andan] ve Resulünden [Sünnetten] anlayın!) [Nisa 59]

(Allah ve Resulü, bir işte hüküm verince, artık inanmış kadın ve erkeğe, o işi kendi isteğine göre, tercih, seçme hakkı kalmaz.) [Ahzab 36]

(Resulullahta sizin için [uyulması gereken] güzel örnekler vardır.) [Ahzab 21]

UYDURMA HADİS MESELESİ



Bugün sorulara küçük bir ara verip, geçen gün Recm meselesi ile ilgili yazdıklarım hakkında bir okuyucudan gelen mesaj üzerinde duracağım. Şöyle diyor okuyucum:

"Sayın Sifil, Recm ile ilgili düşüncelerinizi okudum. Yazık diyorum. Demek ki insan çok okumakla alim olmuyor. Bence insanların analiz yeteneği, kıyas ve hissedebilme gücü çok önemli. Allah Kur'an'da zinanın cezasını çok açık vermiş. Yok ayet nesh oldu, vardı da keçi yedi; ne gerek var bunlara? Allah Kur'an'ın indirildiği gibi kıyamete kadar korunacağını söylemiyor mu? Bir Peygamberin sözleri nasıl vahiy olabilir? Tabi ki yücelerin yücesi insanlardır, bunları kimse tartışmaz. Ama neredeyse Allah'la mukayese edeceğiz yüceltmek için. Bu iş insanı sakata götürür kesinlikle. Eğer Peygamberimiz recm uygulamışsa bile bunu yahudi toplumuna uygulamış olabilir. Sanıyorum Hadis alimi olduğunuz için Peygamberimizden gelen (geldiği ?) varsayılan her şeye temkinli yaklaşıp, olabilir diyorsunuz. Herkes bu hadislere binlerce uydurma karıştığını biliyor ve söylüyor. Şunu lütfen iyi anlamalıyız, Kur'an tek ve yegane doğrudur, Kur'an'la çelişebilecek herşey yalandır.

SÜNNET-İ SENİYYE'YE UYMANIN ÖNEMİ



Kuran-ı Kerim Allah katından insanlara bir beyan ve ögüt olarak indirilmiş son İlahi kitaptır. İçinde herşeyin açıklaması vardır ve insanlar için bir hidayet vesilesidir. Kuran’daki pek çok ayette Resullullah’a itaat edilmesi emredilmektedir. Bu son derece önemli bir noktadır çünkü Kuran’ın tam olarak anlaşılması ancak ve ancak Sünnet-i Seniyye’ye uymakla gerçekleşebilir.

Kuran’ın açıklayıcısı sünnettir. Sünnet; Resulullah Efendimiz’in (S.A.V.) sahih hadislerinin toplanması ve daha sonraki dönemlerde büyük İslam alimlerinin bu hadisleri yorumlaması ile oluşan Ehl-i Sünnet itikadıdır.

Burada çok önemli bir noktanın üzerinde durulması gerekmektedir. Sünnet Kuran’dan ayrı olarak ele alınabilecek bir kavram değildir. Ayetlerde Peygamber Efendimiz’in insanlar üzerindeki ağır yükleri kaldıran, hüküm koyan, Kuran’daki açık ve gizli hikmetleri ümmetine öğreten özelliklerinden bahsedilmektedir. Nitekim Sünnet-i Seniyye’ye baktığımızda Resulullah’ın ashabına her konu ile ilgili çok sayıda bilgi aktarımında bulunmuş olduğunu görürüz.

Allah Rasulü'nün (a.s.) Kur'an Telakkisi

Yanlış anlamak kolay, zor olan ise doğru anlamak. Hakikati lekelemeden korumak, kapsamlı bir düşünce sisteminin faal olması ile mümkündür. Ferdi zuhurlar mütefikkirleri nafile gayretlere kurban eder. Eşyayı doğru anlamak ?ben-i adem?in en baş meselesidir. Önemine binaendir ki Allah Resulü ?Ya Rabbi? bana eşyayı gerçek duruşuyla göster? diye dua etmiştir.Doğru anlamanın ilk şartı, anlamayı efradını cami? ağyarını mani? bir şekilde tanımlamaktır. Bunun içindir ki bilimsel değeri haiz eserler ilk olarak söze anlatılmak istenen mevzunun tanımıyla başlarlar. Tanım açıklandıkça meselenin çerçevesi ortaya çıkar, söylenenler meşruiyet kazanır. Kur?an-ı Kerim?i doğru anlamakta O?nun ne olduğunu, nereden geldiğini bilmekle yakından alakalıdır. Meselenin bu boyutunu önemseyen usulcüler, eserlerinde Kur?an tanımına mutlaka yer açmışlardır. Çünkü Kur?an?ı İlahi oluşuyla tanıyanlar zihinlerinde ona göre bir ön hazırlık yapacaklardır.

KUR'AN-I MÜBİN'İ PROTESTANCA OKUMAK

Zaman ve mekan üstü duruşuyla bütün insanlığa konuşan, her devrin inşasına etkin olarak katılan ve müminlerinden her halükarda ahkamının tatbik edilmesini talep eden Kur?an?ı Kerim?in Arapça ve ilk muhataplarının Arap olması, Allah Rasulü?nün (s.a.v.) Kur?ani hükümleri tekit ve tebyin noktasındaki ifade ve aksiyonları, Onun ne olduğu ve niçin gönderildiği noktasındaki muhtemel anlaşılma problemlerini bütünüyle izale etmiştir.

Efendimiz?in (s.a.v.) bütün zamanların en hayırlı nesli olarak nitelediği Ashabın[1] selüki bir Arapça?ya ve muhkem bir imana sahip olmaları Kur?an?ı doğru anlayış usulunu şifahi olarak yaşatmalarına ve kendilerinden sonraki kuşaklara aktarmalarına yardımcı olmuştur. Bu aktarış İslam?ın ilk yıllarındaki muhtemel ladini tefsir anlayışlarının da önünü kapatmıştır.

İslam coğrafyasının Tabiin devrinde hızlı bir şekilde genişlemesi ve buna paralel olarak farklı din, dil, örf ve kültüre sahip milletleri içine alması, Arap dilinin saf yapısının bozulmasına yol açtı. Dilin aslında mündemiç olan sarf ve nahiv kaidelerine dikkat edilmez oldu.

KELAM-I KADİM'İN ANLAM HARİTASI

İnsanların yetişme tarzları, farklı eğitim düzeyi ve algılama gücüne sahip olmaları anlayışlarında birtakım farklılıklara neden olur. Herkes eline aldığı metni kendi zaviyesinden tahlil eder. Bir vakıayı kelamcı, tefsirci, hadisçi ayrı vurgularla değerlendirir.

İslam?ın erken yıllarından günümüze kadar Kur?an farklı zaviyelerden telakki edilmiş ortaya değişik tefsir tarzları ve bunları esas alarak telif edilen eserler çıkmıştır. Bu farklılığı besleyen temel nedenleri dikkate alarak Kelam?ı Kadim?in anlam haritasını belirlemek anlamanın meşru ölçüler dahilinde sürdürülmesine katkıda bulunacaktır.

Bu makale sahabeden günümüze kadar kesintisiz devam eden Kur?an?ın anlaşılma sürecini müessirleriyle tahlil edecek, doğru anlama cehdinde olanları İslami anlayış usulüyle yüzleştirecektir.

SAHABE

İslam?ın ilk talebeleri olan sahabe Kur?an?ı tedrici bir süreçte öğrendi. İnen her on ayeti öğrenir, hayatında tatbik eder sonra on ayet daha öğrenirdi.[1] Bir çoğu ümmi olduğundan[2] Kur?an?ı kalpleriyle hıfzedip dilleriyle okuyup muhafaza etmeye çalışırdı. Gelen her ayet onların imanına güç katardı: ?Biz Kur?an?dan mü?minler için şifa ve rahmet olacak şeyler indiriyoruz.?[3]

VESÎLE ve TEVESSÜL HADİSLERİNİN KAYNAK DEĞERİ

GİRİŞ

A. ARAŞTIRMANIN KONUSU ve ÖNEMİ

Yaratılışı itibariyle insan, hem biyolojik hem de psikolojik bakımdan âciz ve zayıf bir varlıktır. Özellikle yaşanan sıkıntı ve çaresizlikten kurtulup huzur ve gönül rahatlığı içinde yaşamak için maddi-manevî bir vesile aramak, insanın yapısında var olan bir duygu ve düşüncedir. Bütün nevileriyle tevessülün, bu duygu ve düşüncenin birer tezahürü olarak ortaya çıktığını söylemek yanlış olmasa gerektir.

Vesile ve tevessül, daha ziyade kelâm ve tasavvuf anabilim dallarıyla münasebeti olan bir konudur. Ancak kabul edilmelidir ki, özellikle münakaşa mevzuu yapılmış kelâm ve tasavvuf problemlerinin mesnedi Kur’ân-ı Kerîm ve onun vazgeçilmez yorum ve pratiği demek olan hadis/sünnet olmak durumundadır. Hadis anabilim dalını doğrudan ilgilendiren çalışmalardan birisi de, Kur’ân’dan sonraki dayanağı hadis olması gereken tefsir, fıkıh, kelâm ve tasavvuf gibi temel İslâmî ilimlerin kullandıkları delil ve malzemelerin, teknik anlamda ne ifade ettiğini tesbit faaliyeti olmalıdır. Bu tesbit; tahriç ve değerlendirme faaliyetinin, hadisçinin mensubu bulunduğu anabilim dalı için olduğu kadar, diğer anabilim dallarına mensup araştırmacılar için de önemli bir hizmet olacağında şüphe yoktur.

KABRİ ŞERİFİ ZİYARETİN ÖNEMİ

Sual: Selefi bir genç, “(Kabrimi bayram yeri yapmayın) hadisi, Resulullahın kabrini ziyaret etmenin caiz olmadığını gösterir” dedi. Doğru mudur?

CEVAP
Hadis-i şerif şöyledir:
(Evlerinizi [ibadet etmeyerek] kabre çevirmeyin ve kabrimi bayram yeri yapmayın! Bana salevat getirin. Nerede salevat getirirseniz, bana bildirilir.) [Ebu Davud]

Bu hadis-i şerif, Peygamberlerin kabirlerinde diri olduklarını göstermektedir. Çünkü, selam, diri olana bildirilir. Hadis âlimlerinden Abdülazim-i Münziri hazretleri (Kabrimi bayram yeri yapmayın) hadis-i şerifini açıklarken, (Kabrimi bayram gibi yılda bir ziyaret etmekle bırakmayın! Her zaman ziyaret etmeye gayret edin) demektir, buyuruyor. Hadis-i şerifin manası (Kabrimi ziyaret için, bayram gibi belli gün tayin etmeyin) demektir. Yahudiler ve Hıristiyanlar, Peygamberlerinin mezarlarını ziyaret için toplanıp çalgı çalar, şarkı söyler, bayram yaparlardı. Siz böyle yapmayın, ziyaret için, bayramda haram şeylerle eğlenir gibi, ney, dümbelek çalmayın, toplanıp, tören yapmayın demektir.

RESULULLAHI YALANLAYANLAR

Okuyuculardan e-mailler geliyor. Hadis, icma, âlim, mezhep falan tanımayanlar çıkıyor. Yalnız Kur’an diyorlar ama Kur’ana da inanmıyorlar. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]
(O, kendisine vahyedilenden başkasını söylemez.) [Necm 4]
(Allah’ın yolu ile, Peygamberlerin yolunu farklı göstermek isteyenler kâfirdir.) [Nisa 150-1]

Bunları kabul etmeyen Kur’ana inanmış sayılmaz. Bir sapığın ibret vesikası olacak yazısı:

Sayın hocam, şunu peşinen söyleyeyim ki ben hiçbir gruptan değilim. Bana hizb-ul-Kur’an derler. Kur’an ne diyorsa o benim yolumdur. Ben mezhep meşrep tanımam. Kur’ana aykırı kim ne söylerse ret ederim. Babam bile olsa teper atarım. İmam-ı a’zam dediğiniz Ebu Hanife olsun, İmam Buhari olsun, İmam Gazzali olsun Kur’ana aykırı ise hiçbirisini kabul etmem. Hatta Resulullah bile Kur’ana aykırı söylese asla kabul etmem.