nefs

Özgürlük ve Allah’ın Çizdiği Sınırlar

Bizi insan olarak var eden kudret sahibi, insanlığımızı koruyarak yaşamanın yollarını da göstermiştir. İslâm’ın insanı “sorumlu varlık” olarak görmesi, bu çerçevede temel bir öneme sahiptir.

İslâm dışı inanç ve düşünce sistemleri ise, özellikle modern kültür insanı “özgür varlık” olarak tarif eder. Modernitenin hayatın temeline yerleştirdiği en temel kavramlardan birisidir “özgürlük.”

İslâm’ı bugünün modern değerler ekseninde anlama ısrarında olanların yaygın olarak düştüğü hatalardan birisi, diğer inanç ve düşünce sistemleri gibi İslâm’ın da insanı “özgür varlık” olarak gördüğünü söylemeleridir. İslâm’ın kölelik kurumunu ortadan kaldırmak için getirdiği çözümleri de bu yaygın hatayı delillendirmek için kullanırlar.

Evet İslâm’ın köleliği teşvik etmemek, her fırsatta köle azadına yönlendirmek gibi tedbirlerle köleliği ortadan kaldırmaya yönelik uygulamalar getirdiği bir vakıadır.
Ancak bizim burada kasdettiğimiz, köleliğin karşıtı olan özgürlük değildir. Kölelik/özgürlük meselesini konuşurken, aynı kelimeleri kullanmak zorunda olduğumuz için bir zihin kayması durumu yaşıyoruz. Yoksa hukukî anlamdaki kölelik/özgürlük ile varoluşsal anlamdaki kölelik/özgürlük arasında uçurumlar vardır.

“Hâzâ min fadli Rabbî.”

KUR’ÂN-I HAKÎM, semavî fermanlarıyla bizi varoluş hikmetimize uygun şekilde yaşamaya çağırırken, yolumuzda duran iki tehlikeye de dikkat çeker: Yahudiler ve Hıristiyanlar sözkonusu edilirken dikkatimiz çekilen iki ayrı tehlike... Her iki grup da, resullere ve semavî kitaba muhatap olmuş; ama zamanla, iki zıt yönde sapma yaşamışlardır. Meselâ Yahudilerde, cemalsiz bir celâl; Hıristiyanlarda ise, celâlsiz bir cemal sözkonusudur. Biri Musa ile gelen ilahî şeriatın hem içini boşaltmış, hem de Hz. Yahya’yı öldürme ve İsa aleyhisselâmı öldürmeye teşebbüs etme örneğinde görüldüğü üzere, bu şeriatı ruhsuz ve merhametsiz bir muhtevaya büründürmüştür. Hıristiyanlar ise, tam aksi bir tavırla, zaman içinde Hıristiyanlığı ‘şeriatsız bir din’ haline getirmişlerdir. Yahudiler hak dinden nefis-eksenli bir yorumla sapmış; buna mukabil, Hıristiyanların geliştirdiği ‘ruhbaniyet,’ nefsi kontrol adına, verilmiş bazı kabiliyetleri de öldürme çizgisine ulaşmıştır.

Nebîlere ve semavî kitaplara muhatap olup zamanla böylesi bir bozulma yaşayan her iki zümrenin serüveni, aslında tüm insanlığın ve her bir insanın her daim yüzyüze olduğu bir problemi ele verir. Gerçi insan, hayır-şer, hidayet-dalâlet, iman-küfür gibi bir ikilemle karşı karşıyadır. Ama bu denklemlerin menfi kısmında bir değil, iki seçenek vardır: ifrat ve tefrit. Bu yüzden, iman-küfür, hayır-şer, hak-bâtıl denklemini kurduktan sonra, dengeyi korumak için, küfür, şer ve bâtıl tarafının hem ifrat, hem tefrit boyutunu da açımlamamız gerekmektedir.

Sözgelimi, akıl bize verilmiş bir imkândır. Denge hali, onu Vereni bilmek; o aklı, onu Verenin veriş amacına uygun biçimde kullanmaktır. Aklımızı kendimize mal etmek açık bir sapmadır. O denli göze çarpmayan bir diğer sapma ise, bu sapmaya düşme korkusuyla aklı hiç kullanmayıp heder etmektir. Her iki halde de, ‘hikmet’e ulaşılmamaktadır.

PEYGAMBERİMİZ (S.A.V)’E İTAATTEN ALIKOYAN ENGELLER-II-



“Kim sünnetimi beğenmez (ondan yüz çevirir)se benden değildir."
(Buhârî, Nikâh 1)

İnsanları itaatten uzaklaştıran manilerden biri olarak önceki sayımızda, ‘dünya sevgisi’nden bahsetmiştik. Yazımızın bu bölümünde ise, Rasûl-i Kibriyâ Efendimiz’e iman ve itaat noktasında ‘nefsin’ insan üzerindeki menfi etkisine değinmek istiyoruz.

Rasûlullah (s.a.v)’e İman ve İtaat Hususunda Nefsin Menfi Etkisi
Nefis; varlığı âyet ve hadislerle sabit olup, insanın niyet ve ameline etki eden bir kuvvettir. Cenâb-ı Hakk Kur’ân-ı Azîmuşşân’da; “Nefse ve ona bir takım kabiliyetler verip de iyilik ve kötülüklerini ilham edene andolsun ki…” (eş-Şems, 91/7-8) buyurarak nefse yemin etmiştir.

İnsan, nefsini tezkiye ettiği takdirde Cenâb-ı Hakk’ın rızasına nail olacağı gibi, başıboş bırakıp her arzu ve isteğini yerine getirmesi durumunda ise esfel-i safilin derekesine düşer. Zira nefis, sürekli olarak çirkin işleri emreder bir hâl üzere yaratılmıştır. Onun her bir isteğini yerine getirmekte Hakk’ın rızasından uzaklaşma ve O’na muhalefet vardır. Kur’ân-ı Kerim’de nefsin bu durumu şöyle ifade edilmektedir. “Muhakkak ki Rabb’imin merhamet ettiği hariç, nefis aşırı derecede kötülüğü emreder.” (Yûsuf, 12/53)

ŞEYTANIN KALBE MÜDAHALESİ

İmam Gazâli (İhyâyı ulûmid-din)

Şeytan Allah-u Teâlâ'nın yarattığı öyle bir yaratıkdır ki, şerri, kötülüğü vaad eder. Çirkin (münker) şeyleri emr eder. Nefsi bu gibi işleri yapmağa davet eder.

Peygamber (S.A.V.) bir mübarek sözünde "...Vesvese de şeytandan gelir ve şerri davet eder, hakkı tekzib eder ve hayırdan men'eder. Kalbinde bunu bulan, şeytanın şerrinden Allah'a sığınsın" buyurdu ve sonra "Şeytan fâkirlik ile korkutur ve fuhşiyat (kötü işler ve ameller) ile emr eder" meâlindeki âyet-i celileyi okumuştur. İbn-i Mes'ud (Tirmizi ve Nesei)

İnsan şehvet ve gazaba uyarsa, istekleri vasıtasıyla şeytanın istilâsma uğrar. Kalb şeytana yataklık yapar. Zira hevâ (istek) şeytanın barınağıdır. Allah (c.c.) nıuhafaza buyursun. Amin.

Resul-i Ekrem (S.A.V.) "Sizden her birinizin bir şeytanı vardır. Evet, benim de şeytanım var, fakat Allah-u Teâlâ bana yardım etti ve şeytanını müslüman oldu, bana yalnız iyiliği emr eder" buyurdu. İbn-i Mes'ud (Müslim)

İslamiyet kolaylık dinidir

Ateist genç diyor ki: İslam kolaylık dini imiş, kime yutturuyorsunuz bunu? Nasıl kolaylık dini bu? Oruç tut, namaz kıl, hacca git ve zekat ver. Bunları yapmanın neresi kolay? Bir kısmında beden yoruluyor, bir ay aç duruluyor, bir kısmında ise para gidiyor.

CEVAP

Müslümana bunların hiçbirisi güç gelmez. Mesela sen sabahları uykuda iken biz sabah namazına kalkıyoruz. Elbette bunlar, sana ve senin gibilere zor gelir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Allahü teâlâ, kullarına yapabilecekleri şeyleri emretmiştir. Güç yetirilemeyen işleri emretmemiştir. İnsanları zayıf yarattığı için, kolaylık göstermiştir. Bir âyet meali şöyledir:

(Allah, size hafif, kolay emretmek istedi, çünkü insan, zayıf yaratılmıştır.) [Nisa 28]

Sevgi beslemek, günah mıdır?

Evli birisini seviyorum. Buluşmuyoruz, sadece kalben seviyorum. Yine de çok günah işliyor muyum?

CEVAP: Sevgi, insanın elinde olmayan bir duygudur. İffeti [namusu] korumak ve günah olan işlerden kaçmak şartı ile birisine karşı sevgi duymak günah olmaz. Hatta iffetini koruyarak sevgisini gizlemek çok sevaptır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Aşkını gizleyip, iffetini muhafaza ederek ölen şehiddir.) [Hakim, Hatib]
(Aşkını gizleyip, iffetini muhafaza ederek sabredeni Allahü teâlâ, affedip Cennete koyar.) [İ. Asakir]

Kötülerden uzak durmalı

İmanımızın üç düşmanı vardır: Şeytan, nefs ve kötü arkadaş. En zararlısı kötü arkadaştır. O, nefsimizin ve şeytanın aracılığı ile bize zarar verir. Arkadaşların en kötüsü insanın dinini, imanını, edebini, hayâsını, ahlâkını bozmaya uğraşan, böylece dünya ve ahiretine, ebedi saadetine saldırandır. Salihler, iyiler anıldığı zaman rahmet, kötüler anıldığı zaman lânet yağar. Kötülerden uzak durmaya çalışmalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Kötü arkadaş, demirci körüğü gibidir. Üflenildiği zaman ateş kıvılcımları seni yakmazsa, kokusu seni rahatsız eder.) [Buharî]

Kibirli hakkı kabul etmez

Asıl düşman içerdedir, bu da nefsimizdir. En büyük düşman, insanın nefsidir. Nefsinin arzularına tâbi olanın, Allahü teâlâya kul olması zordur. Nefis daima kötü şeyleri ister. Haram işlemek nefse esir olmayı gösterir. Nefis, bütün iyiliklerden süzülmüş, sadece bütün kötülüklerin bulunduğu en ahmak yaratıktır. Nefis bir kötülük deposudur. Kendini iyi zanneder, halbuki süper cahildir. Her istediği aleyhinedir. Gıdası haramlardır. Asıl arzusu ilah olmaktır. Tatmin olmaz kötülük yaptırmakla, rahat bulur kendine taptırmakla. Büyük küçük herkeste nefis vardır. Hiç kimse emir almak istemez. Küçük diye, çocuk diye geçmemeli, onun gururu ile oynamamalı.

Dert ve belanın geliş sebebi

İmam-ı Rabbani hazretleri, insana belanın geliş sebeplerini sual ve cevaplarla şöyle açıklıyor:

Sual: Enbiya ve evliya, hep dert ve bela içinde yaşadı. Halbuki, Şura suresinde, (Size gelen belalar, kabahatlerinizin cezasıdır) buyuruldu. Bu ayete göre, dertlerin çokluğu, günahın çokluğunu gösteriyor. Enbiya ve evliya olmayanın, çok sıkıntı çekmesi gerekirken dostlarına, neden dert, bela veriyor? Düşmanları neden rahat ve nimet içinde yaşıyor?

Nefse neler söylemeliyiz?

Nefse şunlar söylenebilir:

- Ey nefsim, yaptığın bütün işler kendi zararınadır. Niçin nasihat dinlemiyorsun?
- Benim kâr ve zararım nedir?
- Sen bir tüccarsın, kârın ebedî saadet, zararın ise ebedî felaket... Sermayen ise ömründür. Ebedî saadet ömür sermayesi ile kazanılır. Ömür tükenince ticaret kesilir. Şu anda ölmüş olsaydın, sâlih amel işleyebilmek için dünyaya geri gelmek iste mez miydin?
- Elbette isterdim.
- Farzet ki öldün, bir günlüğüne dünyaya geldin. Uzun vadeli işe girmen akıl kârı mıdır?'Bir günde ne yapabilirsen yap!
- Her günü nasıl karşılamalıyım?
- Allah bana bugün de mühlet verdi, diye hareket etmelisin!
- Allah rahimdir, afvedebilir. Fazla çalışmak hoşuma gitmiyor.