müslümanlar

İSLAM ALİMLERİNİN PAPAYA CEVABI

Vatikan Katolik Kiliselerinin başkanı Papa XVI. Benedict’in Almanya Regensburg Üniversitesi’nde yaptığı İslam karşıtı konuşmasına, ilk ciddi ilmi tepki, Uluslararası Müslüman Âlimler Birliği’nden geldi. Âlimler Birliği’nin yaptığı açıklama, Papa’nın İslam akidesine yönelik sözlerine karşı cevapları içeriyor. Alimler, karşı sorular sorarak, bazı sorulara asıl cevap vermesi gerekenin Papalık olduğunu belirtmişler.

Buraya kısaltarak aldığımız açıklama, Arapça ve İngilizce olmak üzere iki dilde yapıldı. Metnin, Âlimleri Birliği’nin Mısır’daki ofisi tarafından Vatikan’ın Kahire temsilcisine teslim edildiği bildirildi. İslam dünyasının tanınmış İslam alimlerinden Yusuf el-Kardavi’nin başkanlığını yaptığı Uluslararası Müslüman Âlimler Birliğinin genel merkezi ise Amerika’nın Kaliforniya eyaletinde bulunuyor.

Vatikan’a gönderilen metin, Âlimler Birliği’nin bünyesinde dini ve fıkıh sahalarında yetkin olan farklı İslam ülkelerinden 130 alim ve düşünür tarafından kaleme alındı. İlmi heyetin başkanlığını Prof. Dr. Hüseyin Hamid Hassan yürütüyor. Genel Başkan Yardımcılığını Prof. Dr. Ali es-Salus ile Şeyh Vehbe Zuhayli yapıyor. Birliğin Genel Sekreteri ise Prof. Dr. Salah es-Savi.

DİN KİMİN EMRİNDE?

Dini ve dünyayı batılılar gibi anlama hastalığına tutulalı beri, kimi müslümanların İslâm hakkında tuhaf ve yabancı fikirler üretmeye, şimdiye kadar rastlanmamış yorumlar yapmaya başladığını görüyoruz. Batılıların kendi geçmişlerinde Hz. Musa ve Hz. İsa a.s.'ın tebliğ ettiği dine reva gördüğü muameleye, bugün bir kısım müslümanlar da kendi dinlerini reva görme sevdasındalar.



Bugün Hıristiyanlık hakkında bizzat hıristiyanlar tarafından üretilmiş muhtelif bakış açıları var. Bunun sebebi, dinlerini keyfi yorumların tahribinden koruyacak mekanizmalardan mahrum bırakmış olmaları. Mesela İnciller'in Afrikalılara göre farklı, Avrupalı ve Amerikalılara göre farklı yorumlarından söz edilmektedir. Keza kadınlara ve erkeklere, zencilere ve beyazlara göre değişen İncil yorumları bulunduğunu yine bizzat Batılılar söylüyor. Katolik, Protestan, Ortodoks mezheplerinin İncil yorumları arasındaki farklılıklar zaten malum. Adeta her hıristiyanın kendine mahsus bir Hıristiyanlık anlayışı var.



Bir din nasıl bu hale gelir?



Hayatı kendi istek ve çıkarları doğrultusunda şekillendirme hastalığına müptela olan Batılı insan, nasıl tabiatı, dünyanın yeraltı ve yerüstü zenginliklerini, uzayı, hatta diğer insanları, bu arzunun gerçekleşmesi amacıyla kullanılacak birer araç olarak görüyorsa, onun gözünde dinin de bundan farkı yoktur. Ona göre din, insana yine insanın istediği biçimde hizmet etmelidir.

İÇİMİZE AYRILIK ATEŞİ DÜŞMESİN

Uzak ve yakın tarihimiz şahit ki, bir ve beraber olduğumuzda bileğimizi bükebilecek kimse çıkmadı.



Bir taraftan nice zaferlere imza atarken, diğer taraftan kültür ve medeniyet değerlerimizle dünyaya insanlık öğrettik.



Ne zaman aramıza tefrika ve ayrılık girmişse ateşlere düştük, ağır bedeller ödedik.



Hele de bir Allah'a, aynı Peygamber'e, aynı mübarek Kitab'a inanan müslümanlar olarak kendi kendimizi zayıflattığımızda, bütün yeryüzünde güzellikler soldu, insanlık yolunu kaybetti.



Bizi Cenab-ı Hak yeryüzünün, insanlığın şahitleri olarak vasıflandırdı. Bizim güçsüzlüğümüz hakkın, adaletin zayıflaması anlamına geldi. Güç bir türlü doymak bilmeyen muhterislerin, sömürgenlerin eline geçti.



Artık yeniden Allah'ın ipine sımsıkı sarılmamız gerekiyor. Birbirimizi sevmemiz, kusurlarımıza müsamaha ve dua ile karşılık vermemiz, kendimizi toparlamamız gerekiyor.



Aksi halde ne huzurumuz olacak, ne de gözyaşı dinecek.

SELEFİLİK NEYİN DEVAMI

Yatağından ayrılan nehir suyu gibi, vahyin aydınlık yolundan uzaklaşan insan zihni de saf halini kaybeder. İdeolojiler mahşerine dönüşen zihnin, hakikati yanlışlardan ayıklayabilmesi, vahyi bozulmamış bir akılla okuması ile mümkündür.

Peygamberler farklı renk, dil ve iklimlerin egemen olduğu zihinleri yanlışlardan ayıklayıp “hakikat” etrafında yek vucût olmaya çağırdılar.

Her peygamber ümmetini Allah’a ve ahiret gününe iman etmeye davet etmiştir. En son Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) farklı düşünceleri İslam etrafında bir araya getirip mümin zihinleri ideolojik ihtilattan kurtarmıştır.

İnsanlık tarihi Hz. Adem’den Efendimiz’e (sallallahu aleyhi ve sellem) doğru tarandığında görülecektir ki esasta aynı şeyleri söyleyen peygamberler ömürlerini zihinleri yanlışlardan arındırmaya yani bâtılı geçersiz kılmaya adamışlardır.

İslam’ın ilk yılları yanlışların silinip, farklı düşüncelerin tevhit edilmesinin örnekleriyle doludur. Değişik kabulleri, algıları, istekleri olan kabileler mümin kimliği altında tek renge bürünmüşlerdir.

KUR'AN-I KERİM VE MARJİNAL GRUPLAR

Kur’an-ı Kerim’in müslümanların sözlerini birleştiren, gayretlerini dirilten, kurtuluşlarını temin eden ilahi bir kitap olduğunu fark eden İslam karşıtları, tarihi tecrübe ve entellektüel birikimlerini O’nu etkisiz hale getirmeye adadı.

İnen ilk ayetle başlayan Kur’an karşıtlığı, tarihi süreç içerisinde farklı isim ve iddialarla mücadelesini sürdürdü. İddialar saygınlığını yitirdiğinde mucit ve takipçileri tarafından ya revize edildi ya da yenileriyle değiştirildi.

Kur'an-ı Kerim'in ilk ve en çetin muarızları Mekkeli müşriklerdi. Mekkeliler, insanları O’ndan uzaklaştırmak için özel planlar hazırladılar: İran’dan hikayeler getirtip, Mekke’de masal dinletileri düzenlediler. Güçlü şairlerin iştirak ettiği şiir meclisleri oluşturdular. Buna rağmen içlerinde öyleleri de vardı ki, diliyle Kur’an’a karşı olmasına rağmen, yüreğiyle O’nun izini sürdü. Bunlardan biri olan Hz. Ömer (radiyallahu anh) yaşadığı bir olayı anlatırken şöyle demektedir: “Müslüman olmadan önce Allah Resulü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) karşı koymak için evden ayrılmıştım. O’nu Mescid-i Haram’da bulup, arkasında durdum. Hakke Suresi’ni okumaya başladı. O okurken, ben Kur’an’ın söz dizimine hayran olmaktaydım.

PEYGAMBER EFENDİMİZİN IRKI

Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselam, Araptır. Arap, güzel demektir. Mesela, lisan-ı Arap, güzel dil demektir. Coğrafyada Arap demek, Arabistan yarımadasında doğup büyüyen ve onların kanından olan kimse demektir. Peygamber efendimizin akrabasını, Arapları sevmek ve saymak ibadettir. Onları her Müslüman sever. Anadolu’ya misafir gelen esmer fellahlar ve zenciler; saygı gösterilsin diye kendilerini, Arap diye tanıttırmış, Anadolu’nun temiz, saf Müslümanları da Araba olan hürmetlerinden dolayı, bunları sevmişlerdir. Çünkü, dinimizde siyah beyaz ayrımı yoktur.

Siyah bir Müslüman beyaz bir kâfirden çok üstün, çok daha kıymetlidir. Siyah olmak, imanın şerefini azaltmaz. Resulullah efendimizin çok sevdiği Hazret-i Üsame ve Bilâl-i Habeşi hazretleri siyah idi. Ebu Leheb ve Ebu Cehil kâfirleri beyaz idi. Allahü teâlâ insanın rengine değil, iman ve takvasına kıymet vermektedir.

Siyahların, esmerlerin kendilerini Arap olarak tanıtmaları, İslam düşmanlarının işlerine yaradı. Bu düşmanlar, siyah insanları, aşağı ve iğrenç olarak tanıttılar, köle olarak kullandılar. Arabı siyah olarak tanıtmaya, böylece Müslümanları Peygamber efendimizden soğutmaya uğraştılar. Siyah resimlere, kara köpeklere, resmin negatif filmine Arap dediler. Arap saçı, Arap sabunu, kara Fatma böceği gibi uydurma isimlerle Arap milletini kötülediler. Aşağıda Peygamber efendimizi öven hadis-i şerifler ayrıca Arap milletinin de üstünlüğünü göstermektedir.

DÜNYA BARIŞINA "SÜNNET-İ SENİYYE" MODELİ

İslâm kelimesi, Arapçada ‘barış’ anlamına gelen ‘Selâm’ kelimesinden türetilmiştir. Bu anlamıyla selâm, bir çok yerde geçer ve Müslümanların konuştukları dillerde günlük hayatın bir çok alanında kullanılır. Ayrıca ebedî olarak kalınacak Cennete “Dâru’s-Selâm-Kurtuluş yurdu” denilmiştir. Haddizatında bütün semâvî dinlerin insanlar arasındaki düşmanlık ve çatışmaları sona erdirmek, emniyet ve sulhü temin etmek için geldiklerini1 düşünecek olursak, son ve en mükemmel din olan İslâmın barışa verdiği önemi anlayabiliriz.

Günümüz Arap dilinde barış ifadesi için ‘selâm’ın hakimiyetinden bahsedebiliriz. Klasik eserlerde savaşın karşıtı olarak ‘barış’ anlamında sadece ‘sulh’ kullanılırken, modern Arapçada bu kelime, giderek ‘savaştan barışa geçiş’ olarak sınırlandırılmıştır. Önceleri siyâsi anlam taşımayan ‘selâm’ kelimesi ise ‘sulh’ün yerini alarak, başta da belirttiğimiz gibi, ‘savaş halinin zıddı olan barış hali’ anlamında kullanılmaya başlanmıştır.2 Yine modern Arapçada devletler arasındaki barışı ifade için kullanılan ve selâmla aynı kökten gelen “Silm” kelimesini burada zikredebiliriz.

İmanı kurtarmanın çaresi

(Dinin onda birini yapan kurtulur) anlamında bir hadis varmış. Yani on farzdan birini yapan ve on haramdan birinden kaçan kurtulacak mıdır?

CEVAP: O hadis-i şerifin meali şöyledir: (Ey eshabım, siz öyle bir zamandasınız ki, dinin emir ve yasaklarının onda birine uymazsanız helak olur, Cehenneme gidersiniz. Öyle bir zaman gelecek ki, emir ve yasakların onda birine uyabilen, Cehennemden kurtulur.) [Tirmizi, Taberani]

Bir başka hadis-i şerif meali de şöyledir: (Siz öyle bir zamandasınız ki, âlimleri çok, hatipleri azdır. Bugün bildiğinin onda birini terk eden helak olur. Bir zaman gelecek ki, bilenler az konuşanlar çok olacaktır. O zamanda, dinin emir ve yasaklarının onda birine uyan kurtulacaktır.) [İ. Ahmed]

İmanı tehlikeye sokan günah!

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

Her günah imanı tehlikeye sokmaya sebep olabilir ama şu üç günahın tesiri daha kuvvetlidir:

1- İman nimetine şükretmemek,
2- İmanın gitmesinden korkmamak,
3- Müminleri incitmek, kalblerini kırmak. Hadis-i şerifte (Kalb kırmak, Kâbe’yi yetmiş defa yıkmaktan daha kötüdür) buyuruluyor. İyi olsun, kötü olsun hiçbir insanın kalbini incitmemeli. Allahü teâlâyı en çok inciten küfürden sonra, kalb kırmak gibi büyük günah yoktur. Büyük zatlar buyuruyor ki:
Hakiki Müslüman hiç gönül kırmaz.

Bilir bundan büyük bir günah olmaz.

Dünya'daki Müslümanlar'a dua etmek

Bütün Dünya'daki Müslümanlar bir ailenin fertleri gibidir. Hatta hepsi bir vücut sayılır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Birbirine karşı muhabbet ve merhamette, müminler, bir vücut gibidir. Vücudun bir yeri rahatsız olunca, bütün vücut, rahatsız, uykusuz kalıp, onun tedavisi ile meşgul olduğu gibi, Müslümanlar da birbirlerine yardıma koşmalıdır!) [Buharî]

Müslümanlar dünyanın çeşitli yerlerinde [mesela Bosna’da, Afganistan’da, Çeçenistan’da, Irak’ta] zulme uğruyor. Diğer Müslümanların bunlara, güçlerinin yettiği ölçüde yardım etmesi, herhangi bir yardımda bulunamayanın da, dua etmesi farz olur. Dünyanın öteki ucundaki bir Müslümanın derdi, bizim derdimiz demektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

Cennete ancak Müslüman girer

Bazı kimseler, Allah kerim diyerek günah işliyorlar. Ş. Yahya Müniri hazretleri buyuruyor ki:

Allahü teâlâ, kerim, rahim olduğu gibi, azabı da şiddetlidir. Bu dünyada, çoklarına fakirlik ve sıkıntı veriyor. Çok kerim ve rezzak olduğu hâlde, çiftçilik sıkıntısı çekmeyene ekmek vermiyor. Herkesi yaşatan O olduğu hâlde, yiyip içmeyen kimseyi yaşatmıyor, ilaç kullanmayan hastaya şifa vermiyor.

Din yeni gelmiş değildir

Osmanlıyı savaşlarda yenemeyen düşmanlar, taktik değiştirdiler, Müslümanların arasına girdiler, bazı grupları, bazı din adamlarını satın aldılar. Özel yetiştirilmiş oldukları için çabuk yükseldiler. Önemli yerleri tuttular. Bilim adamı âlim olarak çıktılar. Müctehid olarak lanse edildiler.

Milleti cahil yapmak, dinlerinden uzaklaştırmak için akla hayale gelmeyecek hilelerle tahribat yaptılar. Oldukça başarı da elde ettiler. İmparatorluğu parçalayıp yıktıkları yetmiyormuş gibi hâlâ faaliyetlerine devam ediyorlar.

Farklı görüş beyan etmek

Ebu Hüreyre, anlatıyor ki: Resulullah beni çağırdı. Mübarek nalınlarını verdi. (Bunlarla git! Her karşılaştığına, Kelime-i şehadete iman edenlerin Cennete gireceklerini müjdele!) buyurdu. Emirlerini yapmak için sokağa çıktım. Önce, Ömer karşıma geldi. Nereye gidiyorsun, dedi. Müminlere müjde vermeye gittiğimi anlattım. Bana vurdu. Geri dön dedi. Ağlayarak döndüm. Resulullaha anlatırken, Ömer de geldi. Dinledi. Resulullah, Ömer’e ne yaptığını sordu. O da, anam babam sana feda olsun ya Resulallah! Ebu Hüreyre’yi, nalın-ı şerifinizle gönderip (kalbinde, Kelime-i şehadete iman bulunanlara Cenneti müjdele) buyurmuşsunuz, dedi. Resulullah efendimiz de, (Evet) buyurdu. Ömer (Ya Resulallah!

Cennetlikler Kimlerdir?

Kur'an ve Sünnet'te ifade buyrulduğuna göre, peygamberlerin davetine uyup iman eden ve amel-i sâlih işleyen kimseler Cennet'e gireceklerdir. Bu kimseler Cennetliktir. Esasen Allah'a ve insanlara karşı görevlerini yerine getirmekle insan daha dünyada iken manevî bir huzura kavuşur, maddî refah sağlanır ama tam manasıyla huzur ve kardeşlik Cennet'te gerçekleşir:

"Takva sahipleri, elbette Cennet'lerde ve pınarlardadırlar. Girin oraya selâmetle, emin olarak. Biz, O Cennetliklerin kalblerindeki kinleri çıkarır atarız. Hepsi kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıya otururlar. Orada kendilerine hiç bir zahmet dokunmaz ve onlar oradan çıkarılacak da değiller." (Hicr,45-48).
Kur'an-ı Kerîm de:

Müslüman

Müslüman, diğer müslümanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.

Müslüman, sevdiğini Allah için seven, Allah'ı ve Resulü'nü her şeyden çok seven ve Allah kendine imanı nasip ettikten sonra tekrar küfre dönmeyi, cehenneme yüz üstü atılmaktan daha tehlikeli gören kimsedir.

Müslüman, diğer müslümanların canına, malına ve namusuna saygı duyan kimsedir.

Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez ve başkalarının zulmetmesine de razı olmaz.

Müslüman, özü, sözü ve işleriyle en doğru hareket eden, haksızlık yapmayan, daima her işin iyi yanını görmeye ve almaya çalışan, dünyada her davranışın iyi yanını görmeye ve almaya çalışan kimsedir.