Müçtehid imamlar

KUR'AN-I MÜBİN'İ PROTESTANCA OKUMAK

Zaman ve mekan üstü duruşuyla bütün insanlığa konuşan, her devrin inşasına etkin olarak katılan ve müminlerinden her halükarda ahkamının tatbik edilmesini talep eden Kur?an?ı Kerim?in Arapça ve ilk muhataplarının Arap olması, Allah Rasulü?nün (s.a.v.) Kur?ani hükümleri tekit ve tebyin noktasındaki ifade ve aksiyonları, Onun ne olduğu ve niçin gönderildiği noktasındaki muhtemel anlaşılma problemlerini bütünüyle izale etmiştir.

Efendimiz?in (s.a.v.) bütün zamanların en hayırlı nesli olarak nitelediği Ashabın[1] selüki bir Arapça?ya ve muhkem bir imana sahip olmaları Kur?an?ı doğru anlayış usulunu şifahi olarak yaşatmalarına ve kendilerinden sonraki kuşaklara aktarmalarına yardımcı olmuştur. Bu aktarış İslam?ın ilk yıllarındaki muhtemel ladini tefsir anlayışlarının da önünü kapatmıştır.

İslam coğrafyasının Tabiin devrinde hızlı bir şekilde genişlemesi ve buna paralel olarak farklı din, dil, örf ve kültüre sahip milletleri içine alması, Arap dilinin saf yapısının bozulmasına yol açtı. Dilin aslında mündemiç olan sarf ve nahiv kaidelerine dikkat edilmez oldu.

BÜTÜN ZAMANLARIN MÜCTEHİDİ:EBU HANİFE

İlim, Allah Teala’dan Efendimiz’e (s.a.v.), sonra ashabına, sonra tabiuna, sonra Ebu Hanife’ye, sonra da talebelerine intikal etti. Dileyen buna razı olsun, dileyen gücensin. Hakikat değişmez.[1]
-Halef b. Eyyüb-

İlimde en büyük rütbe Allah Resulü’ne (s.a.v.) aittir. Sonra raşid halifeler, fakih/müfessir sahabiler ve müçtehit imamlar gelir. Sahabe asrını takiben gelen ulema kadrosu içerisinde en büyük rütbe ise İmam Şafii’nin (r.a.) ifadesiyle Ebu Hanife’ye (r.a.) aittir. Bu yüzdendir ki “Mebsut” gibi delil ve hüküm hazinesi bir kitabı zindanda -yanında hiç bir eser olmaksızın telif eden- Serahsi gibi bir alim mutlak müçtehit olmaktansa Ona tabi bir fakih olarak kalmayı tercih etmiştir.

Ebu Hanife’nin (r.a.) ilimdeki dirayetini, Kur’an ve Sünnet’e vukufiyetini anlayabilmek için çözüme kavuşturduğu meseleleri tanımak/mütalaa etmek gerekir. Bunun için de asgari bir ilim adamı nosyonuna sahip olmak lazımdır. Bu nosyondan mahrum olanların, Onu (r.a.), çözülmez gibi görünen sorunları halleden “Hallalu’l-Meşakil” kimliğiyle anlamaları aşırı iyimserlik olacaktır. Ebu Hanife’yi (r.a.), bu kimliğiyle en doğru İmam Malik (r.a.) ve Şafii (r.a.) gibi mutlak ya da Ebu Yusuf (r.a.) ve İmam Muhammed (r.a.) gibi müntesip müçtehit ünvanına sahip alimler anladı.

Ebubekir Sifil İle Mezhepler Ve Mezhepsizlik Fitnesi

Gülistan: Kıymetli hocam, bazı kimselerin “Mezhepler nasıl ortaya çıkmıştır? Mezhepler niçin vardır? Ya da “Mezhebler olmasaydı ne olurdu?” sorularına muhatap oluyoruz. Bu soru nasıl cevaplandırılmalıdır?

Ebubekir Sifil: Bismillâhirrahmânirrahîm. Aslına bakarsanız, yaygın olarak bilinen anlamda mezhepler için ‘ortaya çıkma’ tabirini kullanmak doğru değildir. Zira biz bu tabirle, önceden mevcut olmayan bir şeyin, belli bir dönemden sonra varlık sahnesine çıkmasını anlatırız.

Sahabe Döneminde İçtihad

Oysa Sahabe döneminden itibaren, Kur'an ve Sünnet'ten hüküm çıkarma ehliyetine sahip her alimin bir mezhebi vardı. Efendimiz (sav)'in söz, davranış ve fiilleri bizzat delil olduğu için O hayattayken tabii olarak O'na danışılmış, hüküm sorulmuş, direktif alınmıştır. Dolayısıyla "Hz. Peygamber (sav)in mezhebi neydi?" gibi bir soru, sahibinin cehaletini ortaya koymaktan başka bir anlam ifade etmez.

Hatta Hz. Mu'âz (ra)'ı Yemen'e gönderirken "Önüne bir dava geldiğinde ne ile hükmedeceksin?" diye sorduğunda Hz. Mu'âz (ra), önce Kur'an'a bakacağını, aradığı hükmü orada bulamazsa Sünnet'e itikal edeceğini, orada da bulamazsa içtihad edeceğini söylemiş, Efendimiz (sav) de onun bu hareket tarzını onaylamış, hatta ona böyle bir muvaffakiyet nasip buyurduğu için ALLAH Teala'ya hamd etmiştir. Bu olay bize, Efendimiz (sav) henüz hayattayken bile alim sahabîlerin kendi mezheplerinin oluşmaya başladığını göstermektedir.

İÇTİHAT FARKLILIKLARI VE MEZHEPLER

“Alimlerimiz aynı konuda neden farklı hükümler vermiş?” “Mezhep nedir, mezheplere ihtiyaç var mı?” “Dinimiz bir ama mezheplerimiz neden farklı?” gibi sorularla sık sık karşılaşıyoruz. Bu soruların doğal karşılanması gerekir. Fakat soruyla kalıp cevabını aramamak, zihni ve kalbi karıştırır, vesveseye yol açar. Bu nedenle inanan her insanın içtihat farklılıkları ve mezhep konusunda sağlıklı bilgiye ve bakış açısına sahip olması gerekir.

“Peygamber size her ne getirdi ise onu alın, size neyi yasakladı ise ondan sakının!” (Haşr, 7) emrini en iyi anlayan ve en güzel şekilde yerine getiren şüphesiz Ashab-ı Kiram idi. Herkes derdini Rasul-i Ekrem s.a.v.’e açar, çaresini O’nda bulur, ilacını O’ndan alırdı.

Hz. Ömer r.a., bir Ramazan gününde hanımını öptü. Oruçlu olduğunu hatırlayınca orucunun bozulduğunu zannetti, içi yandı. Büyük bir üzüntü içerisinde Efendimiz s.a.v.’e koştu. Büyük bir hata yaptığını söyledi.

İki Cihan Sultanı s.a.v.’in sözleri, yaz sıcağında bir bardak soğuk su gibi Hz. Ömer’in içini serinletti, ferahlık verdi:

- Ömer, suyla ağzını çalkalasan orucun bozulur mu?

İMAM EBÛ HANÎFE VE HADİS İLMİNDEKİ MEVKİİ

"Ebû Hanîfe'nin aleyhinde bulunmak, üzerinde ulemanın icma ettiği bir husustur. Çünkü Basra'nın imamı Eyyûb es-Sahtiyânî'dir ve Ebû Hanîfe'nin aleyhinde konuşmuştur; Kûfe'nin imamı es-Sevrî'dir ve Ebû Hanîfe'nin aleyhinde konuşmuştur; Hicaz'ın imamı Mâlik'tir ve Ebû Hanîfe'nin aleyhinde konuşmuştur; Mısır'ın imamı el-Leys b. Sa'd'dır ve Ebû Hanîfe'nin aleyhinde konuşmuştur; Şam'ın imamı el-Evzâ'î'dir ve Ebû Hanîfe'nin aleyhinde konuşmuştur; Horasan'ın imamı Abdullah b. el-Mübârek'tir ve Ebû Hanîfe'nin aleyhinde konuşmuştur…"[1]



Müçtehid İmamlar arasında İmam Ebû Hanîfe dışında, pek çok güvenilir isim tarafından cerh, taz'if ve ta'n edilen ikinci bir isim mevcut değildir. Yukarıya aldığım pasaj, bu konuda rastlanacak en "yunmuş-yıkanmış" ifadelerden oluşmaktadır. Tarih boyunca tek kanallı beslenmenin, önyargının, tarafgirliğin ve taassubun vücut verip yaşattığı "Ebû Hanîfe aleyhdarlığı", Sünnet'e bağlılık, Selef'e saygı, hamiyet-i diniye… gibi gerekçelere sığınılarak köpürtülüp yaşatılmıştır; ne yazık ki günümüzde de bazı çevreler tarafından olanca şiddetiyle devam ettirilmektedir.



İşte benzer bir "tesbit" daha: İmam Ebû Dâvûd'un oğlu Ebû Bekr b. Ebî Dâvûd soruyor:



"Üzerinde Mâlik ve ashabının, eş-Şâfi'î ve ashabının, el-Evzâ'î ve ashabının, el-Hasan b. Sâlih ve ashabının, Süfyân es-Sevrî ve ashabının ve Ahmed b. Hanbel ve ashabının ittifak ettiği bir mesele hakkında ne dersiniz?" Muhatapları, "Ey Ebû Bekr! Bundan daha sahih bir mesele olmaz" karşılığını verince taşı gediğine koyuyor: "İşte bunların hepsi, Ebû Hanîfe'nin tadlili (dalalette olduğu tesbiti) üzerinde ittifak etmiştir!"[2]