Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir
Kabir Azabı Var mı?
Güzel sanatlardan birini öğreten hoca hanım, hem işini yapıyor hem sohbet ediyormuş. Söz kabir hayatına, kabir azâbına gelince “İnanmayın böyle şeylere, gidip de dönen mi var?” deyivermiş. Bunun üzerine bir tartışma başlamış.
Üzüntüsünü dile getiren hanım kızıma hoca değiştirmelerini tavsiye ettim. Dinimizin önemli esaslarını ve iman konularını, öyle bilir bilmez kişilerle konuşmanın inançlarına zarar verebileceğini söyledim.
Kabir gözümüzün önünde ama, içinde ne kıyametler koptuğundan haberimiz yok. Çünkü Allah Teâlâ orada olup bitenleri işitmemizi uygun görmemiş; ama kabir hayatına ve kabir azâbına inanmamızı istemiş ve Peygamber Efendimiz’e bu konuda açıklama yapma yetkisi vermiş.
.
Kurtuluş Sünnettedir
Müslüman kendini her fırsatta hesaba çeker. Ben iyi bir insan, kâmil bir müslüman mıyım diye düşünür. Kusurlarını tesbit etmeye, onları bir daha yapmamaya çalışır. Bedenin gıdası olduğu gibi ruhun da bir gıdası olduğunu, gıdasını almayan ruhun sahibini menzile götüremeyeceğini bilir. Kendine Allah'ın kitabını, Resûlullah'ın sünnetini ve İslâm büyüklerinin söz ve davranışlarını rehber edinir. Hemen her devirde görüldüğü üzere her şeyi Kur'an'da arayan, böylece müslümanları şaşırtmaya, kafalarını karıştırmaya çalışan kimselerden uzak durur.
Abdullah İbni Ömer hazretleri seferî iken Resûlullah'ın sünnetine uyarak dört rekâtlı farz namazları iki rekât kılmıştı. Emevîlerin Horasan vâlisi Ümeyye İbni Abdullah ona itiraz etti. Beş vakit namaz ile korku namazı Kur'an'da var; ama sefer namazı Kur'an'da yok dedi. İbni Ömer hazretleri ona şunları söyledi: "Bak yiğenim! Biz doğru yolu yitirmiş ve hiçbir şeyden haberi olmayan kimseler iken Allah Teâlâ bize Muhammed sallallahu aleyhi vesellem'i peygamber gönderdi; bize her şeyi o öğretti. Dört rekâtlı farz namazları seferde ikişer rek'at kılmamız gerektiğini yine ondan öğrendik. Biz onda ne görmüşsek aynen uygularız" (Nesâî, Salât 3, Taksîru's-salât 1).
Resûlullah'a İtaat
Allah'a inanan ve itaat eden bir müslüman, Resûlullah'a da inanmak ve itaat etmek zorunda olduğu halde, bazı akl-ı evveller, Peygamber'e itaat meselesine böyle bakmıyorlar. Kendisine itaat edilmesi gerekenin sadece Allah olduğunu söylüyorlar. Âyetlerde geçen Peygamber'e itaat emrinin, onun getirdiği dînî, Kur'ân'ı kabul etmek olduğunu ileri sürüyorlar. Peygamber aleyhisselâm'ın, Kur'ân'da olan emir ve yasakların dışında yeni bir hüküm getiremeyeceğini iddia ediyorlar. Peygamber'e itaatin, sağlığında kendisine, vefatından sonra da sünnetine uymak olduğunu belirten ve bu itaatin aynı zamanda Kur'ân'ın temas etmediği konularda Resûlullah'ın ortaya koyduğu esasları kabul etmek anlamına geldiğini söyleyen İslâm âlimlerine karşı çıkıyorlar. Diğer bir ifadeyle, hadîs-i şerifleri tamamen devre dışı bırakıyorlar.
Hadis Okumalıyız
Peygamber aliyhesselam'ın bize en güzel örnek olduğunu bildiren ayet-i kerîme, onu kendimize model almamızı tavsiye etmektedir. Resul-i Ekrem efendimiz evinde nasıl yaşardı? Sokağa nasıl çıkardı? Yolda nasıl yürürdü? Gördüğü insanlara nasıl davranırdı? Mescide vardığı zaman ne yapar, nasıl ibadet ederdi? İslamiyet'i öğretme metodu neydi? Henüz müslüman olmayanlara karşı tutumu ve onlara İslam'ı tebliğ şekli nasıldı? İnsanlar bir yana, hayvanlara, hatta eşyaya karşı nasıl bir tavır takınırdı? Bütün bunları ve daha başka hususları öğrenmemiz. İslamiyet'i doğru şekilde yaşayabilmemiz Allah'ın Resulü'nü tanımamıza, Allah'ın Resulü'nü tanımamız da Hadislerdeki İslam'ı öğrenmemize bağlıdır.
Hadisleri okuyup öğrendikçe, mükemmele doğru giden yolda mesafeler almaya başlarız. Doğruyu yanlışı tanırız. Davranış bozukluğumuzu farkeder, kusurlarımızı kolayca yakalarız. İşte o zaman kendimizi hesaba çeker, hatalı davranışlardan uzak durmaya çalışırız.
Asr-ı Saadette Hadisler Yazılmadı mı?
Dinimizin iki ana kaynağı vardır. Biri Allah'ın kitabı Kur'an-ı Kerim, diğeri Rasûlullah Efendimiz'in sözleri ve yaşayışı demek olan hadis-i şerifler. Biz Kur'an'ın tek bir harfi bile değişmeden, hadislerin ise, beşer tarihinde bir benzeri daha görülmeyen orijinal ve güvenli bir şekilde günümüze geldiğini biliyoruz. Fakat çoğu yahudi ve hıristiyan olan İslâm düşmanları, öteden beri, dinin bu iki kaynağı hakkında müslümanları şüpheye düşürmek istemişlerdir.
Daha çok İslâmi ilimler üzerinde araştırmalar yapan Batılılar, ki biz onlara şarkiyatçı anlamında müsteşrik diyoruz, Kur'an-ı Kerim'i Allah kelamı olarak kabul etmezler. Bunu kabul etseler, zaten mesele kalmaz. Onlara göre Kur'an-ı Kerim, Peygamber Efendimiz'in Allah'dan getirdiğini iddia ettiği kendi sözleridir.
Sünneti İhyâ Etmek
Yüzyıllar, bin yıllar gelip geçer. Devirler, çağlar birbirini kovalar. Bin bir emekle yapılan planlar, programlar eskir. Müslümanların değişmeyen tek hedefi vardır: Dini Allah'ın istediği gibi yaşamak için Resûl-i Ekrem'in sünnetini canlı tutmak. Çünkü gerçek din Peygamber aleyhisselâm'ın getirdiği ve yaşayarak yorumladığı dindir. Dini yaşamak Peygamber'i örnek almakla, onun gibi yaşamaya çalışmakla olur.
Allah'ın insandan ne istediğini en iyi bilen Resûlullah'tır. Kur'ân-ı Kerîm'i en doğru anlayan odur. Kur'ân'ı anlamak, onu Allah'ın gönderdiği tazelikte yaşamak sünneti yaşamakla mümkündür. Bir yerde Peygamber'in sünneti canlı bir şekilde yaşanmıyorsa, orada din de Allah'ın istediği şekilde yaşanmıyor demektir.
Sünnetin canlı ve diri olmadığı yerde bid'at dediğimiz dinde yeri bulunmayan, sünnete ters düşen davranışlar canlıdır. Orada Peygamberimiz'in sapıklık diye nitelediği ve dine tamamen zıt gördüğü hareketler din yerini alır. Şu halde Peygamber aleyhisselâm'ın sünneti bizim için hava gibi, su gibi önemlidir.
Sünnetle Dirilmek
Peygamber aleyhisselâm'ın örnek davranışlarına sünnet diyoruz. Müslümanlar bu dünya gurbetinde yollarını yitirmemek için Resûlullah'ın sünnetini öğrenmeye ve onu kendilerine hayat düstûru edinmeye mecburdur. Hem teker teker bütün müslümanların, hem ülke ülke bütün İslâm devletlerinin varlığı, başarısı ve yaşama şansı buna bağlıdır.
Bir potada eritildikten sonra aynı şekle ve kalıba bürünen altın külçeleri gibi, alacakları İslâmî eğitim sebebiyle, müslümanların da maddî ve mânevî hâl ve davranışlarında birbirlerine benzemeleri, müslümanca yaşayabilmenin bir diğer şartıdır. Renkleri, dilleri, âdet ve gelenekleri farklı olmakla beraber, Peygamberlerinin sünnetini kendilerine model aldıkları için, dünyanın hangi ülkesinde bulunurlarsa bulunsunlar, müslümanlar; oturmaları, kalkmaları, yemeleri, içmeleri, şefkat dolu bakışları, vakûr davranışlarıyla tıpkı bir elmanın iki yarısı gibi birbirlerinin aynı olmalıdır.