Zehirli | Konular | Kitaplar

din tahripçileri

SAPIK FIRKALAR - CEBRİYE VEYA MÜRCİYE

Sual: Cebriye fırkasının iddiaları ve bunlara delilleri nelerdir?

CEVAP
Cebriye [mürciye] denilen dalalet fırkası (Bize imanı veren de ibadet ettiren de Allah’tır. Allah her işi zorla yaptırır. İnsan kaderine mahkumdur. İrade-i cüziyye yoktur) diyerek şu âyetleri delil olarak gösteriyor:

(Allah, dilediğini hidayete kavuşturur, dilediğini dalalette bırakır.) [İbrahim 4]

(Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündeki insanların hepsi iman ederdi. O halde inanmaları için insanları zorlayacak mısın? Allah’ın izni olmadıkça, hiç kimse, iman edemez.) [Yunus-99,100]

(Sizi de, yaptığınız işleri de yaratan Allah’tır.) [Saffat 96]

Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:

SAPIK FIRKALAR - MUTEZİLE

Sual: Mutezile fırkası nasıl meydana çıkmıştır, fikirleri nelerdir?

CEVAP
Bozuk fırkalardan biri olan Mutezile, Hasan-ı Basri hazretlerinin derslerinde bulunan Vasıl bin Ata tarafından ortaya çıkarılmıştır. Büyük Ehl-i sünnet âlimi ve veli bir zat olan Hasan-ı Basri, (Büyük günah işleyen ne mümindir ne de kâfirdir) diyerek Ehl-i sünnetten ayrılan Vasıl bin Ata için, (İ'tezele anna Vasıl), yani (Vasıl bizden ayrıldı) buyurmuştu. Buradaki i’tezele [ayrıldı] kelimesinden dolayı Vasıl'a ve onun yolunu tutanlara Mutezile ismi verilmiştir.

Sonraki yıllarda bilhassa felsefe eğitimi yapmış ve felsefeye meraklı kişiler, Vasıl bin Ata'nın yolundan yürüyerek, Allahü teâlânın zâtı ve sıfatları ile, kader, amellerle (ibadetlerle, muamelatla..) iman arasındaki münasebet ve diğer konularda İslam dininin sınırlarını zorlayacak kadar ileri derecelere varan ayrılıklara düşmüşlerdir.

Ahmet Hulusi ( 2 )

Euzübillahimineşşeytanirracim,Bismillahirrahmanirrahim.Hamd, Alemlerin Rabbine, selat-u selam İki Cihan Güneşi (sav)’e Al ve Ashabına ve dahi yollarına kıyamete kadar tabi olanlara olsun.

İlk tenkit yazımın üzerinden geçen uzunca sürenin ardından, yapılan yorumlardan anlaşılan 2 önemli altı çizilecek husus var.

1-Türkiyeli Müslümanlar ile dünya Müslümanlarının insan olarak ortak özelliklerinden birincisi; fıkh yani ilmihal alanında son derece sığ, bilgisiz, ilgisiz, hatta çoğu kez cahillik derecesinde görüntü veriyor oluşlarıdır. İşbu realite, yaşayan Müslümanlarla, yaşayan İslam arasında yegane köprü/bağ olmasına karşın; kendilerini/bilgilerini, fıkıhlarını (update ) sürekli canlı ve taze tutamayışın hazin dramıdır. En avamının bilmem ne kilisesine Müslüman kimliğine rağmen adaklar ve dualarla çaputlarla gitmesinden, oruç baba sirke ritüellerinden; popçuları ”idol” yapıp, önlerinde dokunmak için ezilip bayılanlarına yada İslami perspektifte; ille bir modele (yazara) sorgusuz sırtını yaslama ve savunmalar bunun en bariz trajik örnekleridir!

YALNIZ KUR'AN DİYENLERE!.


PEYGAMBERSİZ DİN,DİNSİZLİKTİR

Sual: Bazıları, Yalnız Kur’an sloganı ile, “Peygambere Kur’an harici başka bilgi verilmedi. Vahiy haricindeki sözleri senet olamaz” diyerek peygambersiz bir din meydana çıkarmak istiyorlar. Kur’anda Peygamber efendimize Kur’an harici bilgi verildiğine dair âyet yok mudur?
CEVAP
Çok âyet var. Kur’anda, (Yalnız Allah’a itaat edin) denmiyor, Resulüne itaati de şart koşuyor:
(Allah’a ve Resulüne itaat edin!) [Al-i İmran 32]
(İhtilaflı bir işin hükmünü Allah’tan [Kur’andan] ve Resulünden [Sünnetten] anlayın!) [Nisa 59]

(Allah ve Resulü, bir işte hüküm verince, artık inanmış kadın ve erkeğe, o işi kendi isteğine göre, tercih, seçme hakkı kalmaz.) [Ahzab 36]

(Resulullahta sizin için [uyulması gereken] güzel örnekler vardır.) [Ahzab 21]

Suriyeli Âlim Muhammed Vehbe Zuhayli Hoca İle Söyleşi

Suriyeli âlim Muhammed Vehbe ez-Zuhaylî, Dimeşk Üniversitesi Şeriat Fakültesi, el-Fikhü´l-Mukâren (Karşılaştırmalı Fıkıh) bölümünün başkanıdır. Cidde Fıkıh Konseyi gibi bir çok Uluslararası komisyonun üyesi ya da danışmanıdır. Türkiye´de daha çok, Zaman Gazetesi´nin de promosyon olarak verdiği İslam Fıkhı Ansiklopesi adlı çalışmasıyla tanınmaktadır. Görüştüğümüz tüm ilim ve fikir adamlarına yönelttiğimiz modernizm, diyalog, sünnetin teşriî değeri vb. konularla ilgili sorularımızı ez-Zuhaylî hocaya da yönelttik. Bu görüşmenin bir bölümüne Emin Saraç hocaefendi, Hamdi Aslan hoca ve H. İbrahim Kutlay hoca da katkıta bulundular.

Ömer Faruk Tokat: Türkiye´de akademik ortamda genel olarak bir tür modernist temayülün egemenliğinden bahsetmek mümkün. Pakistanlı Dr. Fazlurrahman ve sayın Hasan Hanefî vb. isimlerin etkisi altında olduğunu gözlemlediğimiz birçok akademisyen var?

Prof. Dr. Muhammed Vehbe Zuhaylî Hoca: Öncelikle Hasan Hanefî´den "sayın" diye sözetmeyin. O bir isyankârdır (mütemerriddir). Modernistler İslâm dairesinin dışında değerlendirilmelidir.

Yusuf El-Kardavi'nin Fıkıh Anlayışı Üzerine Mülahazalar

Son yıllarda İslam alimlerinin öncülüğünde sivil İslamî organizasyonların artış göstermesi kuşkusuz memnuniyet verici bir gelişme. Bu organizasyonlar İslam alimlerini bir araya getirerek ulema sınıfının birbirlerini tanımalarına ve görüş alışverişinde bulunmalarına sağladığı katkıyla özellikle takdir edilmelidir. Yakın bir tarihte İstanbul böyle bir organizasyona ev sahipliği yaptı. 29 Haziran Perşembe günü akşam Grand Cevahir Otel´in kongre salonunda Avrupa Fıkıh ve Araştırma Konseyi´nin (AFAK) 3 gün sürecek 15. dönem toplantısının açılışı vardı. Adı geçen Konsey, gayr-i müslim toplumlarda yaşayan Müslümanların fıkhî problemlerini çözümlemek üzere 1997 yılında Yusuf el-Karadâvî başkanlığında İngiltere’de kurulmuş bir ilim ve davet müessesesi. Konsey, aralarında Faysal Mevlevî, Muhammet Taki el-Osmanî, Ali el-Karadâğî ve Hüseyin Hamid Hassan gibi tanınmış İslam alimlerinin de bulunduğu otuz sekiz kişiden oluşuyor.

İslamî Siteler ve İtikadî Tehlike

İslamî Siteler ve İtikadî Tehlike

İslâm dünyasında, kardeşler arasına nifak sokma gayreti, yeni gelişen bir şey olmayıp bilakis evvelden beri bilfiil devam ede gelen bir mefhumdur. Oldukça ciddi ve sinsi planlar çerçevesinde mü’minlerin arasında olması gereken ülfet-ünsiyet ve muhabbetler, kimi zaman “tecavüzkâr” kimi zamanda “tecdîd” veya “reform” kisvesi ve bu kisvenin gereklerinin bir sonucu olarak yok edilmeye çalışılmıştır.

TASAVVUFUN ÇIKIŞI

Sual: Vehhabiler ve bunlara aldanan bazı bid’at ehli, evliyanın yolunu yani tasavvufu, tarikatı kastederek, bunların sonradan çıktığını, bid'at olduğunu söylüyorlar. Tasavvufun dinimizdeki yeri nedir?

CEVAP
Bu hususta Muhammed Masum-i Faruki hazretleri buyuruyor ki:

Zahirdeki kemalatın ve manevi makamların hepsi Resulullah efendimizden gelir. Zahirdeki kemalata, yükselmeye sebep olan emirlerini, yasaklarını bizlere din âlimleri bildirdi. Kalbin, ruhun temizlenmesine yarayan gizli bilgileri ve kalb işlerini tasavvuf büyükleri bize ulaştırdı. Kalbe ve bedene yarayan bilgilerimizin hepsi Resulullahtan gelir.

Hz. Ömer vefat edince, oğlu Hz. Abdullah, “İlmin onda dokuzu gitti” buyurdu. Bazılarının bu söze şaştığını görünce; “Dediğim ilim, herkesin bildiği abdest ve gusül gibi bilgiler değil, Allahü teâlâyı tanıtan bilgilerdir” buyurdu.

Tasavvuf, Resulullahın yolunu gösterir. Tasavvuf büyükleri, kendi hocaları vasıtası ile Resulullaha bağlanmıştır. O büyüklerin çalışma usulleri, sonradan uydurulmuş şeyler değildir.

SELEFİYECİLER KÖR VE SAĞIR MI?

Sual: Selefiyiz diyenler, (Sen ölülere işittiremezsin) âyetini delil getirerek, Resulullah ölüdür, işitmez, şefaat ya Resulallah demek şirktir diyorlar. Ruhun ölmediği, şehitlere ölü denmeyeceği, onların diri oldukları, Allah’ın onları rızıklandırdığı, yiyip içtikleri Kur’anda apaçık yazılı iken, şehitlerden üstün olan Peygamberimizi nasıl ölü kabul ediyorlar? Nasıl o işitmez diyebiliyorlar?

CEVAP
İngiliz Casusunun itiraflarına göre, selefiyeciler [vehhabiler] dinimizi İngilizlerden öğrenmiştir. İngilizlerin kurdurduğu dinde böyle iddiaların olması yadırganmamalıdır.

(Sen ölülere işittiremezsin) demek, (Sen kâfirleri imana kavuşturamazsın) demektir. Bunun gibi, kinaye, mecaz ifade eden birçok âyet vardır. Bazıları şöyledir:
(Kâfirler sağır, dilsiz ve kör oldukları için, akledemezler, düşünemezler.) [Bekara 171] (Kâfirler sağır, dilsiz ve kör değildir. Hakkı işitmedikleri için sağır, doğruyu söylemedikleri için dilsiz, gerçeği görmedikleri için kör, denilerek hidayete kavuşmadıkları bildirilmiştir.) (Beydavi)

RESULULLAHI YALANLAYANLAR

Okuyuculardan e-mailler geliyor. Hadis, icma, âlim, mezhep falan tanımayanlar çıkıyor. Yalnız Kur’an diyorlar ama Kur’ana da inanmıyorlar. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]
(O, kendisine vahyedilenden başkasını söylemez.) [Necm 4]
(Allah’ın yolu ile, Peygamberlerin yolunu farklı göstermek isteyenler kâfirdir.) [Nisa 150-1]

Bunları kabul etmeyen Kur’ana inanmış sayılmaz. Bir sapığın ibret vesikası olacak yazısı:

Sayın hocam, şunu peşinen söyleyeyim ki ben hiçbir gruptan değilim. Bana hizb-ul-Kur’an derler. Kur’an ne diyorsa o benim yolumdur. Ben mezhep meşrep tanımam. Kur’ana aykırı kim ne söylerse ret ederim. Babam bile olsa teper atarım. İmam-ı a’zam dediğiniz Ebu Hanife olsun, İmam Buhari olsun, İmam Gazzali olsun Kur’ana aykırı ise hiçbirisini kabul etmem. Hatta Resulullah bile Kur’ana aykırı söylese asla kabul etmem.

KABİRDE NİMET VEYA AZAP VAR

Kabirde, hem ruha, hem de bedene nimet ve azap vardır. Buna, böylece inanmak lazımdır.

İmam-ı Muhammed bin Hasen Şeybani, Akaid-i Şeybaniyye manzumesinde, (Kabir azabı vardır. Kabir azabı, hem ruha, hem de bedene olacaktır) buyurdu. Yani, kabirde nimetler ve azaplar, ruha ve cesede birlikte olacaktır. Diriler bunu görmezse de, inanmak lazımdır. Gaybe iman etmek lazımdır. Buna inanmamak, kıyamet günü mezardan kalkmaya inanmamaya yol açar. Çünkü, ikisi de, Allahü teâlânın kudreti ile olmaktadır. Birine inananın, ötekine de inanması akla uygundur. İnsan kabir azabını, diri iken anlayamıyor ise de, âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler ve bu ümmetin önce gelenleri, kabir azabı olacağını haber vermişlerdir.

Mutezile fırkası ile vehhabiler, kabir azabına inanmıyorlar ama ruhun ölmediğini de inkâr edemiyorlar. Ruhun bedene olan bağlılığı öldükten sonra yok olmaz. Ölünün kemiğini kırmak ve kabir üzerine basmak, bunun için yasak edilmiştir. Kabirde azap yapılması da, ruhun ölmediğini gösterir.

Mümin suresinin 46. âyetinde, (Firavuna ve adamlarına her sabah akşam gidecekleri Cehennem ateşi gösterilir) buyuruldu. Ölü görmeseydi, gösterilir demek lüzumsuz ve yanlış olurdu.

BEDEN ÖLSE DE RUHLAR ÖLMEZ

Vehhabiler diyor ki:
(Resulullahın ve Evliyanın ruhlarından şefaat isteyen, bunların mezarını ziyaret edip, bunları vesile ederek dua eden kâfir olur. Kabirde olandan işitmeyenden dua istemek şirktir. Ölü ve uzaktaki diri, işitmez ve cevap vermez. Bunların fayda ve zararları olmaz. Ölmüş peygamberden de bir şey istemek şirktir.)

CEVAP
Bu iddialarına aşağıda ve diğer maddelerde cevap veriyoruz:
Ruhun ölmediğine Ehl-i sünnetin inandığı gibi vehhabiler de inanıyor. Beden ölse bile ruhun ölmediğine inanıp da, bu ruhun hareket etmesine inanmamak açık bir çelişkidir.

Böyle olunca, ruhdan şefaat dilemek, ondan yardım istemek gibi, Allahü teâlânın yaratmasına vasıta olmasını beklemeye, karşı olmamak icap eder. Çünkü, bütün dinler, insan ölünce, ruhun diri kaldığını bildirmektedir. Diri insanlar, Allahü teâlânın yaratmasına vasıta, sebep oldukları gibi, diri ruhların da, Allahü teâlânın yaratmasına sebep olacağı red edilmez.

YANLIŞ DÜŞÜNENLERE CEVAPLAR

İbni Teymiyeci diyor ki: İbni Kayyım en-Nuniyye şiirinde Allah Arş’a oturdu diye açıklıyor.

CEVAP
İbni Kayyım, İbni Teymiye’nin talebesidir. Onun açıklaması ölçü olamaz. Çünkü hocasının mücessimeden olduğunu Ehl-i sünnet âlimleri bildiriyor. Dört mezhep imamı ne demiş? İmam-ı Gazali ve İmam-ı Rabbani ne demiş? Bunlar önemli. Hepsi de Allah mekandan münezzeh diyor. Bunu önceki maddede açıklamıştık.

İbni Teymiyeci diyor ki: “Ehl-i sünnet vel cemaate göre yüce Allah’ın kendi zatı hakkında haber verdiği şekilde Arş’ı, üzerinde yüce zatının bildiği bir keyfiyet ile yarattıklarından ayrı olmak üzere istiva etmiştir. Nitekim imam Malik ve başkaları da, istiva haktır, ancak keyfiyeti meçhuldür (nasıllığı bilinemez.) Ehl-i sünnet vel cemaat, Onun Arş’ın üzerinde oluşu herhangi bir mahlukun, bir başka mahlukun üzerinde oluşu gibidir, demiyor. Burada ve Allah’ın diğer sıfatlarında da uydukları kaide şudur: Onun benzeri hiçbir şey yoktur ve o her şeyi işitendir, görendir. (Şura 11)”

CEVAP
Şu açıklaması bile, kendisini tezada düşürüyor. Madem, Allahü teâlâ insanlara hiç benzemiyor, Onun benzeri yoktur. O halde nasıl, Allah Arş’ta oturuyor denebilir? İstiva, insanların oturması gibi nasıl kabul edilebilir? Kendisi de itiraf ediyor ki, Ehl-i sünnet âlimleri, (İstiva haktır, keyfiyeti meçhuldür, yani nasıl olduğu bilinmez) dedi.

VEHHABİLER HIRİSTİYAN GİBİ İNANIYOR

Sual: Hıristiyanlar da Vehhabiler gibi tanrı gökte diyorlar. Bu inanç İncillerde var mıdır?

CEVAP
Hz. İsa’nın, göğe çıkıp, Allah’ın sağına oturduğu ve Allahü teâlânın gökte olduğu inancı Hıristiyanlığa sonradan sokulmuştur. Hıristiyan İngilizler tarafından kurulan Vehhabi inanışına göre de tanrı gökte, Hz. Muhammed de sağ tarafında oturmaktadır. Kitabül-Arş isimli Vehhabi kitabında, “Allah Arş’ın üzerinde oturur, yanında Resulullaha da yer bırakır” deniyor. Hıristiyanlarla Vehhabiliğin bu konuda da birbirine benzemesi tesadüf değildir. Ehl-i sünnet âlimlerinin hepsi “Allah mekandan münezzeh” buyuruyor.

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, zamanlı, mekanlı, cihetli değildir. Bir yerde, bir tarafta değildir. Zamanları, yerleri, yönleri O yaratmıştır. Cahiller, Onu Arş’ın üstünde veya yukarıda gökte sanır. Arşı da, yukarısını da, aşağısını da O yaratmıştır. Sonradan yaratılan bir şey, kadim [ezeli] olana yer olamaz. Allah, madde, cisim ve hâl değildir. Benzeri, ortağı, zıddı yoktur. Bildiğimiz, düşünebileceğimiz şeyler gibi değildir. Nasıl olduğu anlaşılamaz, düşünülemez. Hatıra gelen her şey yanlıştır. O kâinatın ne içinde, ne de dışındadır.

AHMED HULUSİ Mİ?!

1)’’Din olayını önce Diyânetin yayınladığı onbir ciltlik Sahihi Buhari tercümesini okuyarak başlatmış, sonra tüm Kütübü Sitte’yi ve Rahmetli Elmalılı’nın “Hak Dini” isimli tefsirini okuyarak sürdürmüştür. İki yıla yakın zâhir ilimleri itibariyle olabildiğince kaynakları inceledikten, yoğun riyâzatlar ve çalışmalarla tasavvufa kendini vermiş; ilk kitaplarını 1965 yılında yazdıktan sonra kendindeki açılım ve hissedişleri…’’

(1/1)Bir Müslümanın dinini öğrenmedeki ilk basamağı itikad ve fıkıhtır.Tefsir değil!Birinci temel yanlış burada!Fıkıhsız ne tefsirin, nede hadis-i şeriflerin nede tasavvufun faydası olmaz.Buna ilmihal bilgileri denir.Fıkıh: İçinde bulunduğu hallerle ilgili ”hal” ilmini öğrenmektir(İbn-i Abidin,c.1,sh:29)Fıkıhsız tarikatta olmaz, insanı mazallah zındıklığa götürür!Kendisini tasavvufa nasıl vermiştir?Hocası, mürşidi var mıdır?Zannetmiyorum.Çünkü Peygamberden doğrudan ışık alan biriymiş (!)

Zahir ilimler, sadece tefsir ve hadis değildir.: İlm-i lügat, ilm-i metni lügat, ilm-i bedii, ilm-i beyan, ilm-i meani, ilm-i belagat, ilm-i usul-i tefsir, sarf, nahiv, mantık, manay-ı zahiri, manayı zımni, manayı muradi, manayı iltizami; usulü fıkıh..vs gibi daha sayamadığımız ilimler de zahiri ilimlerdir.İbn-i Abidin (rh.a.) hazretleri bizlere müthiş önemli bir uyarıda bulunuyorlar; “manaları açık ve kat’i olan ayet-i kerime ve hadis-i şerifleri doğru te’vil edenin, manaları kapalı olanlarını da te’vil etmeden, zahiriyle açıklayan kişinin dinden çıkacağını Mülhid olduğunu bildirdikten sonra, Mülhid, kendisini müslüman sanır.” buyurulmaktadır.