HRİSTİYANLIKTA VAHİY VE İLHAM ANLAYIŞI
Elde mevcut olan İncillere göre Hz.İsa, Allah'ın oğludur. Teslis inancının üç unsuru baba oğul ve ruhu'l-kudüs, aslında aynı şeylerdir. Baba Allah'dır, oğul Allahtır, ruhu'l kudüs de Allah'dır, ve bunların üçü, üç ayrı ilâh değil, aksine tek bir Allah'dır. Yuhanna'ya göre Hz.İsa, "Ben babadayım, baba bendedir" demiştir. Yani Allah'ın oğlu olan Hz.İsa, aynı zamanda Allah'ın kendisidir, veya Allah kendisine hulûl etmiş, vücuduna Allah'ın ruhu girmiştir. Hristiyanlıktaki vahiy ve ilham kavramlarının iyice anlaşılabilmesi için, yukarda belirtilmiş olan temel Hristiyan görüşünün gözönünde bulundurulması gerekir.
Hristiyan ilim adamlarına göre vahiy, normal öğrenme yolları ile elde edilmesi mümkün olmayan gizli bir şeyin, ortaya çıkması, öğrenilmesi demektir. Paul Tillich'e göre, Hz.İsa'nın Mesih olarak görülmesi, Hristiyanlıkta nihaî vahiy olarak kabul edilmektedir. Onun bütün varlığı ve hayatı vahiydir. Vahyin aracıları vardır. Mesela Pavlos, ilâhî vahyin aracısı durumundadır. İsa, baba Allah'ı, sadece O'nun hakkında söylemiş olduğu sözlerle açıklamaz, o, Allah'ı bizzat kendi varlığı ile de ifşa eder. Yani Allah, İsa'nın varlığı ile açıklanır. Allah ile İsa arasında akıl, kalb ve arzu birliği vardır. Hz.İsa'da görülenler, ulûhiyyetin tecellilerinden ibarettir. Eğer bir insan, Tanrı 'nın tabiatını, bir insanın bilebileceği kadar bilmek isterse İsa'ya bakmalıdır. İlâhî tabiat, insanların kavrayabilmesi için onda insanî bir surete bürünmüştür.
Hristiyan araştırmacılara göre, iki çeşit vahiy vardır: Birinci tür vahiyde vahiy görevi, vahyi alan kimsenin kendi varlığından ayrıdır ve onun üstündedir. İbrahim, İshak, Yakub ve Musa gibi peygamberlere gelen vahiyler bu türdendir. Bunlara gelen vahiyler, bunların maddî varlığından ayrıdır. Allah, özel bir surette onlara hitâb etmiş, onlar Allah ile sadece vahiy esnasında muhatap olmuşlardır. Vahyin devam ettiği süre zarfında bu peygamberlerin iradeleri yok olmuş, Allah'ın iradesi onlara hakim olmuştur. Bu şekilde vahiy alan peygamberlerin vahye bağlı sözleri, Allah'ın kelâmıdır, vahye bağlı olmayan sözleri ise kendi sözleridir, Allah kelâmı değildir. İkinci tür vahiyde vahiy, vahyi alan insanın kendi varlığından ayrı ve onun fevkinde değildir. Ona gelen vahiy, onun kendisinin aynıdır. Yani İkinci tür vahiy alan kimsenin kendi varlığı ile, aldığı vahiy bir bütünlük arzeder, bu kişinin varlığı bizzat vahiy olur. Hz.İsa'ya gelen vahiy bu çeşit bir vahiydir. Onun varlığı, vücudu, hayatı bütünü ile vahiydir. O, bizzat Allah'ın kelâmıdır, kelâm olan Hz.İsa, Allah ile idi, Allah onunla beden oldu ve insanlar arasında dolaştı. Birinci tür vahiyde vahiy alma görevi muayyen zamanlarda cereyan etmesine karşılık, ikinci tür vahiyde, yani Hz.İsa'nın vahyinde vahiy görevi onun hayatının her anını kapsamakta, adeta onun maddî varlığı bütünü ile vahiy olmaktadır. Dolayısı ile Hz.İsa'nın hayatının tamamı bir vahiydir. Onun mucizeleri, vaazları, doğumu, ölümü, yeniden dirilerek semaya çıkışı, Kilise, ayinler ve kutsal yazmaların hepsi vahiydir. Onda ilâhlık ile insanlık tam olarak birleşerek İlâhî cephesi insanî cephesini kapladığından ve tam bir ilâh kimliğine büründü-ğünden o, kendi kendine vahyeden durumundadır.
Hristiyanlar, ayrıca Hz.İsa'nın vahyini ruhu"l~kudüsle irtibatlı olarak görmektedirler. Onlara göre ruhu'l-kudüs'ün İsa'ya hululü, yani onun bedenine girmesi, ona gelen vahyin sürekliliğini sağlamaktadır. Ruhu'l-kudüs'şüz onun Tanrı olması mümkün olamaz. Ruhu'l-kudüs'ün ona girmesi, onu ilâhlaştırdığı gibi, onun varlığını bütünü ile vahiy haline getirmektedir. Hz.İsa'nın kendisi bizzat Tanrı'nın vahyidir.
Maddî varlığı vahiy olan Hz.İsa, İncil yazarlarına ruhu'l kudüs'ü göndererek onların kalplerine vahiy ilka etmiştir. Yeni Ahidde yer alan kitapların yazarlarının tamamı, kitaplarını onun kalplerine ilka ettiği bu vahiy vasıtası ile yazmışlardır. Böylece Yeni Ahidin yazarları da vahye mazhar olmuş oluyorlar, onların eserleri, bizzat Hz.İsa'dan almış oldukları vahyin ürünü olmaktadır. Bu kitapların yazarları vahye muhatap olmakla beraber, İsa öncesi peygamberlerde olduğu gibi vahyi alanları robotlaştıran, onların iradesini yok eden, vahiy alanların iradesini, vahyi verenin iradesine tabi kılan zorlayıcı bir vahye muhatap değildirler. Onlar vahiy almakla beraber, aldıkları vahiy, onların iradelerim yok etmemiş ve onlara kendi irade ve bilgilerini kullanma fırsatı vermiştir. Aldıkları vahiy, kitap, yazarlarını hata yapmaktan korumakta, ama vahiy ürünü olan şeyleri kendilerine has bir üslupla yazabilme, kitaplarını kaleme alırken kendi bilgilerini kullanabilme imkânını da vermektedir. Hristiyan inancına göre Allah, İncil yazarlarına vahyederken, onları iradesizleştirip robotlaştırmıyor, onların iradelerine saygı gösteriyor ve onlara yazma hürriyeti veriyor. Dört İncil aslında aynı şeyleri söylemekle beraber, bu irade serbestisi yüzünden dört ayrı metin ortaya çıkmıştır. İncillerin hepsinin verdiği mesaj aslında aynıdır, aralarında sadece üslup ve ifade tarzı farklılığı vardır, bunlar da önemli değildir. Hatta bu farklılık, İncillere bir eksiklik değil, aksine edebî bir zenginlik kazandırmaktadır.
Yukarda verilen bilgiler, tamamı ile Hristiyan araştırmacılardan aktarılan bilgiler olup adeta bunlar, Hz.İsa zamanında incillerin yazılmayışma gerekçe ve mazeret hazırlama amacına yöneliktir. Özet olarak söylemek istedikleri şey şudur: Hz. İsa ruhu'l-kudüs'le doludur, onun varlığı ve hayatı bütünü ile vahiydir. O, ilâhlık mertebesinde olduğundan, onun bir kitaba ihtiyacı yoktur. Kitap yazma görevi, ona şahit olanlara düşmektedir. Onunla beraber olanlar, hayatını müşahede edenler, ondan vahiy alarak kitap yazma görevini yerine getirmişlerdir. Hz.İsa'nın mertebesi peygamberlik mertebesi değildir. O, ilâhlık mertebesinde olduğu için, onun kitap yazmaya ihtiyacı yoktur, kitap sahibi olma, peygamberlere ait bir sıfattır, bir ilâhın buna ihtiyacı yoktur. Bu yüzden Hz.İsa, dünyada iken bir kitap yazmaya ve hazırlamaya ihtiyaç duymamış ve buna teşebbüs etmemiştir. Peygamberlik mertebesinde olan bazı Havariler ve onların öğrencileri, İncili yazma görevini ifa etmişlerdir. Onlar İncili yazarken, bizzat Hz. İsa'nın ilâhî gözetim ve denetimi altında yazmışlardır. Böylece bu araştırmacılar, Hz.İsa'nın İncili yazmama sebebini, Havarilerin ve onların öğrencilerinin İncilleri yazma sebebini, dört farklı metnin bulunma nedenini kendilerince izah etmiş oluyorlar.
İncillerde geçen bazı ifadelere bakılırsa gerçeğin, hiç de bu Hristiyan araştırmacıların göstermek istedikleri mazeretlere uygun olmadığı anlaşılır. Eğer Hz. İsa'nın bütün hayatı ve sözlerinin tamamı vahiy ise, onun çarmıha gerildiği sırada "Allah'ım, Allah'ım niçin beni terkettin? " diyerek isyan edişi de vahiy midir? Bu ne biçim bir vahiy ki, yaratıcısından gelen belâya karşı isyanını haykırıyor? Hz.İsa, Havarilerin en büyüğü olan Petrus'a "Şeytan çekil önümden !" diye hakaret ettiğine göre, bu hakaret ettiği kişi, nasıl hem peygamber, hem de şeytan olabiliyor? Onun gerekli mucizeyi gösteremiyen bütün Havarilerine "Ey imansız nesil!" diye seslendiği ve onlara hakaret ettiği gözönüne alınırsa, bu imansızlar nasıl peygamber olabiliyorlar? Ferrisîlere "Siz ey yılanlar, ey engerekler nesli!" şeklinde Hz.İsa'nm söylediği bu sözler nasıl Allah'ın kelâmı olabiliyor? Bir ilâhtan böyle küfür sözler sadır olabilir mi? Eğer daha önce naklettiğimiz Hristiyanlara ait bu görüşleri doğru sayarsak, isyankâr, küfürbaz bir ilâh ile şeytanlaşmış, hatta ilâhı azarlayacak kadar saygısız peygamber Havarilerle karşılaşırız.
Hristiyanların, Hz.İsa'nın ilâhlığına inanmaları konusunda İbn Kayyım el-Cevziye'nin şu sözlerini burada nakletmek uygun olacaktır. İbn Kayyım bu konuda şunları söylemektedir: "Hristiyanlar, başkalarına puta tapanlar sözünü söylemek sureti ile kendilerini gülünç duruma düşürmektedirler. Nasıl oluyor da yeri göğü yaratan, âlemlerin rabbi olan Allah(C.C), azamet kürsüsünden inerek bir kadının hayız mahalline, rahmine giriyor, orada aylarca kalıyor, sonra oradan küçük bir çocuk olarak çıkıp anasının memesine yapışıyor, onu emiyor, ağlıyor, yavaş yavaş büyüyor, yiyor, içiyor, defi hacet ediyor, hastalanıyor, iyileşiyor, seviniyor, üzülüyor, zevk alıyor, acı duyuyor, sonra düşmanı olan İblis'e karşı hîle düzenliyor, Yahudilerin tuzaklarından kurtulmak için bazı tedbirler almasına rağmen onlar tarafından yakalanıyor, onu asacakları iki odun parçasını Yahudiler ona taşıtıyorlar, eziyet ediyorlar, sonra onu bu odunlara bağlıyorlar, haça geriyorlar, sağında ve solunda reziller, hırsızlar var, o esnada ağlamaya başlıyor ve yardım istiyor, daha sonra başına dikenden bir taç koyuyorlar, başına vurarak işkenceye başlıyorlar, ellerini ve ayaklarını çiviliyorlar. Sözüm ona işte bu olay, iblise karşı Hz.İsa'nın bir hîlesi imiş. Çünkü iblis, zamanında Hz.Adem'e karşı bir hîle yaparak ona yasak meyveden yedirmiş, böylece ona günah işleterek onu cennetten çıkarmış, Şeytan, Adem'e işlettiği bu günahla Adem'i ve onun soyundan gelecek olan bütün insanları ebedî günaha mahkum etmişti. Hz.İsa da İblis'in, atası Adem'e ve onun soyundan gelen bütün insanlara kurmuş olduğu tuzağı boşa çıkarmak için ona karşı bu hîleyi düzenleyerek kendi nefsini feda etmiş, onun kendi nefsini feda edişine karşılık, Hz.Adem ve bütün insanlık bu ebedî ve aslî günahtan kurtulmuş"!
İbn Kayyım'ın veciz bir şekilde dile getirdiği gibi kurtarıcı İsa, bir yandan yaratıcı Allah olurken, öbür yandan elleri, ayakları, kafası çivili ve "Allah'ım, Allah'ım! niçin beni terkettin!" diye isyan ediyor, susadığı için etraftan su dileniyor ve inleyerek can veriyor. Adem'in günahı, niçin ondan sonra gelen insanlara geçsin? İnsanlığın kurtuluşu için onun acı çekmesine ne gerek var? İnsanları affedecek olan o değil mi? Şayet insanları affedecek o ise, affederken niye ayrıca kendisi acı çekme ihtiyacı duymuştur? Baba Tanrı adına kâinatı yönetme görevini yüklenen oğulun Tanrı olarak ona, acı çekmesini acaba baba Tanrı mı emretmiştir?Yoksa ortada mazoşist duyguların tatmini mi var?
Hristiyan inancına göre Hz. İsa'nın bizzat varlığı ve mevcudiyeti bir vahiy olduğu gibi Havarilerin sözleri de vahiy veya ilham sayılır. Bu dine göre Havarilerin öğrencilerinin de vahiy aldığı kabul edilir, onlardan sonra gelen bazı azizler de bu inanca göre vahye mazhar olabilmektedir.
Hristiyanlıkta vahiy alanların kimler olduğu kesin çizgilerle tesbit edilmemiş olmakla beraber, vahiy hadisesi bütün Hristiyanları bağlayıcı niteliktedir. Bugüne kadar pekçok kimsenin ortaya çıkarak kendilerine vahiy geldiğini, ruhu'l kudüs'ün kendilerine hulûl ettiğini ve Hz.İsa'dan talimat aldıklarını iddia ettiklleri sık sık görülmüştür. Bir kimsenin vahiy alabilmesinin Hristiyanlıkta bir ölçüsü olmadığından, bu tür iddialarla ortaya çıkan herkes bunu bir silah olarak kullanabilmekte ve insanları kendilerine inanmaya zorlayabilmektedir. Bunun en canlı örneği Pavlos'tur. Hayatında Hz. İsa'yı hiç görmediği ve Roma yönetiminin emrinde Hristiyan-ları takip ve cezalandırmakla görevli bir memur olduğu halde o, birgün birdenbire Hz.İsa'nın kendisine göründüğünü, kendisini Havarileri arasına kattığını iddia ederek ortaya çıkıver-miştir. Bu hadiseden sonra o, Hz. İsa'dan ilham aldığını, onunla Şam yolunda konuştuğunu, dolayısı ile dediklerine inanılmasını ve emirlerine itaat edilmesini istemiştir. Daha önceleri koyu bir Hristiyan düşmanı olan Pavlos gibi bir kişi bile, bu iddia ile ortaya çıkabiliyor ve insanların kendisine inanması için onları zorlayabiliyorsa, bu dine gireri herkesin bu tür iddialarla ortaya çıkması mümkün demektir.
Vahiy ve ilham ilâhî menşeli olduğu için onda bir yanlışlık veya bir çelişki söz konusu olamaz. Eğer olursa, vahyi alanın değil, aksine vahyi verenin yanlışlık yapması veya çelişkiye düşmesi sözkonusu olur. Bu, vahyi veren olarak Allah için düşünülemez. Hristiyanlıkta olduğu gibi, eğer bir dinde birden fazla vahiy alan bulunursa, bunların aldıkları vahiylerin muhteva bakımından birbirinden farklı olmaması, aralarında çelişki olmaması lazımdır. Rastgele, sıradan herkes vahiy alamaz. Vahyi, ancak ilâhî bir görevle memur olanlar, yani peygamberler alır. Peygamberliğini kabul ettiğimiz kişilere gelenlerin vahiy olduğunu kabul ederiz. Eğer böyle bir sınırlama olmaz ve rastgele herkes vahiy alabilirse, pekçok kişi "Vahiy alıyorum" diyerek ortaya çıkar ve biz bu kişilerin dediklerine itaat etmek zorunda kalırız. Herkes vahiy alabilirmi? Şayet herkesin vahiy alması mümkün ise, gerçekten vahiy alanlarla sahte vahiy alıcılarını nasıl ayıracağız? Vahiy aldığını iddia eden kişi, bunu ne ile ispat edecek? Kişi vahyi doğrudan doğruya Allah'tan aldığını iddia ettiğine göre, bunu ispatlayacak bir delile ihtiyaç yok mu? Eğer böyle bir delile ihtiyaç yoksa dünyadaki insan sayısınca vahiy alıcısının ortaya çıkması mümkün olabilir. Bu ise vahiy kavramının esprisi ile bağdaşmaz. Birtakım nefsanî, şehevânî arzular, şahsî ihtiraslar, vahiy kisvesine bürünerek gerçekleştirilmek istenirse bu hangi tedbir ve müeyyide ile önlenebilecektir?
Hristiyanlıktaki sınırsız vahiy anlayışı, bu dinde büyük bir kaos ortaya çıkarmıştır. Bu dine göre Hz.İsa'dan başka Havariler, Hz.İsa'nın diğer öğrencileri, Havarilerin öğrencileri, daha sonra ortaya çıkan azizler, papalar hepsi vahiy almaktadırlar. Kitap yazarlarının hepsi vahiy alıcıdır. Burada özellikle İncil yazarları üzerinde durmak gerekir. Dört İncilin yazarları, eserlerini vahiy alarak yazdıkları halde, bazen bir İncilde bulunan, diğer incillerde bulunmuyor. Acaba diğer İncil yazarları bu hususu unuttuklarından mı kitaplarına almadılar? Vahiy alan, aldığı vahyi unutabilir mi? Bir İncilde herhangi bir sayı mesela iki olarak verilirken, diğer İncilde onun dört olarak verilmesi açık bir yanlış değil mi? Aynı dönemde iki kişiye aynı hususta gelen vahiy nasıl birbirinden farklı olabilir? İki veya daha fazla vahiy alıcısı arasında, aldıkları vahiyde farklılığın ne ile izah edilebileceği bir problem olarak dururken, İncillerde ve Yeni Ahidin diğer eserlerinde bazen bir kitabın ayrı baplarında veya ayetlerinde farklılıklar görülmektedir. İleride İncillerin incelenmesi sırasında bunlara ait pekçok örnek göreceğiz.Biz burada incillerin dışından bir vahiy örneği sunacağız.
Biraz önce Pavlos'un Hz.İsa ile konuştuğunu ve ondan vahiy aldığını iddia ettiğini zikretmiştik. Pavlos'un bu vizyon olayı, Yeni Ahidin "Resullerin İşleri" isimli kitabında üç yerde anlatılıyor. "Resullerin İşleri"nin yazarı, üçüncü İncilin yazarı Luka'dır. Bu kitapta üç yerde anlatılan aynı hadisenin, ne kadar birbirinden farklı olarak anlatıldığını gördükten sonra, vahiy alıcısı Luka'nın, aynı konuda aldığı vahiylerde ne kadar çelişkiye düştüğünü açıkça görürüz. "Resullerin İşleri"nde bu olay iki yerde Pavlos'un ağzından, bir yerde ise Luka'nın ağzından anlatılıyor. Evvela hadiseyi Luka şöyle hikâye ediyor: "Ve yolda giderken, Şam'a yaklaştığı zaman vaki oldu ki, gökten bir nur ansızın çevresinde parladı ve yere düşüp bir sesin kendisine 'Saul, Saul! niçin bana eziyet ediyorsun?' dediğini işitti. O da, ya rab sen kimsin? dedi. Ve o da ben eziyet ettiğin İsa'yım, fakat kalk ve şehre gir ve ne etmen gerektiği sana söylenecek. Onunla yolculuk eden adamların nutku tutulup durdular; sesi işitiyorlar fakat kimseyi görmüyorlardı ve Saul yerden kalktı; gözlerini açınca bir şey görmüyordu. Onlar da kendisini yedederek Şam'a götürdüler ve üç gün görmez olup ne yedi, ne de içti". Bu bapta anlatıldığına göre vizyon olayı Şam'a yaklaştıkları zaman meydana geliyor, yer veriliyor, zaman yok, yani günün hangi saatinde olduğu açıklanmamış, gökten inen nur sadece Pavlos'un çevresinde parlamış, bu nuru onun yanındakiler görmemişler, onlar sadece İsa'nın sesini işitmişler, işitenlerin dilleri tutulmuş. Pavlos'un nuru gören gözleri, bu nurun etkisi ile kör olmuş, sonra üç gün yememiş ve içmemiş.
Aynı kitabın 22. babında olay bu sefer direkt olarak Pavlos'un ağzından tekrar anlatılmış, ancak bu defa birinci anlatıma bazı ilâveler yapılmış. Bu anlatıma göre vizyon, öğleye yakın meydana gelmiş, yani zaman verilmiş, yer verilmiş, Şama yaklaştıkları sırada gökten inen nur, Pavlos'un çevresinde parlamış ve sesi işitmiş, Ancak buradaki anlatıma göre onunla birlikte seyahat eden arkadaşları bu defa nuru görmüşler, ama sesi işitmemişler. Bu baba göre nuru gören Pavlos'un gözleri, nurdan kör olmuş ama yanındakiler nuru gördükleri halde gözlerine hiçbir şey olmamış olmalı ki, onlar Pavlos'u Şam'a götürmüşler. Bu bapta Pavlos'un Şam'da ne kadar kaldığı yazılı değil. Aynı kitabın 26. babında aynı olay, yine Pavlos'un ağzından çok daha değişik bir biçimde anlatılıyor. Bu baba göre vizyon, yine Şam yakınında öğle vakti meydana gelmiş. 22. bapta öğleye yakın dediği halde bu defa öğle vakti diyor. Bu baba göre gökten inen nur, bu sefer sadece Pavlos'un değil, onunla beraber seyahat eden arkadaşlarının da etrafını sarmış, sadece Pavlos değil, bütün arkadaşları hep beraber yere düşmüşler, bu son bapta, nurdan dolayı gözü kör olan kimse yok, onların nuru görüp görmedikleri, sesi işitip işitmedikleri açıklanmamış, sadece çevrelerine inen nurun etkisi ile yere düştükleri zikredilmiş, acaba nuru gördüklerinden mi, yoksa nur onları çarptığından mı? bu belli değildir.
Resullerin İşleri kitabının üç ayrı babında anlatılan vizyon olayının vakti, 9. bapta hiç zikredilmemiş, 22. bapta öğleye yakın denmiş, 26. bapta ise öğle vakti denmiş. Gökten inen nur, 9 ve 22. baplarda sadece Pavlos'un çevresinde parladığı halde, 26. bapta hem Pavlos'un, hemde arkadaşlarının çevresinde parlamış oluyor. 9. baba göre Hz.îsa'nın Pavlos'a hitabını Pavlos'un arkadaşları işitmişler, 22. baba göre ise işitmemişler. Gökten inen nuru, 9. baba göre arkadaşları görmemişler, 22. baba göre ise görmüşler. 9. baba göre Pavlos'un arkadaşları sesi işitmişler, ama nuru görmemişler. 22. baba göre bunun tam tersi olmuş, arkadaşları sesi işitmemişler, ama ışığı görmüşler. 9 ve 22. baplara göre, olay olduğu sırada sadece Pavlos yere düşmüş, yanındakiler yere düşmemişler. 26. baba göre ise, hem Pavlos, hem de arkadaşları birlikte yere düşmüşler. 9. baba göre sesi işitince Pavlos'un yanındakilerin dilleri tutulmuş. Bu bapta Pavlos'un, ışığı gördüğü için gözleri kör olurken, 22. bapta aynı nuru gören arkadaşlarının gözleri kör olmamış. Pavlos'un gözünü kör eden nur, neden arkadaşlarının gözlerini kör etmemiş, yoksa onların gözleri daha mı dayanıklıydı?. İşte Hz. İsa'dan altı sene sonra meydana geldiği ileri sürülen bu vizyon hadisesi ile, Pavlos vahiy alıcı olarak ortaya çıkıyor, kendisine bizzat Hz.İsa'nın vahyettiğini söylemek sureti ile ortaya yeni bir dava atıyor(. Bu davanın başlangıç hadisesinin tamamen vahiy ürünü olması gerekiyor ama, bu ne biçim vahiydir ki, bir kitabın üç ayrı babında büyük çelişkilerle ortaya çıkıyor. Böylesine çelişkili bir haber vahiy ürünü olabilir mi? Elbette olamaz, aksi takdirde vahiy veren, vahiy alanı yanıltmış olur veya vahiy verici hata etmiş olur. İşte bir kitabın üç ayrı babında dahi verdiği haberi kontrolden aciz bir yazar olan Luka, üçüncü İncilin yazarı olarak da karşımıza çıkmaktadır.
Luka'nın "Resullerin İşleri" isimli kitabında görülen bu çelişkiler ve tutarsızlıklar, onun İncilinin değerini de ortaya koymaktadır. Madem İncil yazarları vahiy alıyorlardı ve aldıkları bu vahiyle kitaplarını hatasız yazıyorlardı. İncil yazarı Luka'ya ne oldu da bu büyük hataları yaptı?
Hristiyan ilim adamlarına göre vahiy, normal öğrenme yolları ile elde edilmesi mümkün olmayan gizli bir şeyin, ortaya çıkması, öğrenilmesi demektir. Paul Tillich'e göre, Hz.İsa'nın Mesih olarak görülmesi, Hristiyanlıkta nihaî vahiy olarak kabul edilmektedir. Onun bütün varlığı ve hayatı vahiydir. Vahyin aracıları vardır. Mesela Pavlos, ilâhî vahyin aracısı durumundadır. İsa, baba Allah'ı, sadece O'nun hakkında söylemiş olduğu sözlerle açıklamaz, o, Allah'ı bizzat kendi varlığı ile de ifşa eder. Yani Allah, İsa'nın varlığı ile açıklanır. Allah ile İsa arasında akıl, kalb ve arzu birliği vardır. Hz.İsa'da görülenler, ulûhiyyetin tecellilerinden ibarettir. Eğer bir insan, Tanrı 'nın tabiatını, bir insanın bilebileceği kadar bilmek isterse İsa'ya bakmalıdır. İlâhî tabiat, insanların kavrayabilmesi için onda insanî bir surete bürünmüştür.
Hristiyan araştırmacılara göre, iki çeşit vahiy vardır: Birinci tür vahiyde vahiy görevi, vahyi alan kimsenin kendi varlığından ayrıdır ve onun üstündedir. İbrahim, İshak, Yakub ve Musa gibi peygamberlere gelen vahiyler bu türdendir. Bunlara gelen vahiyler, bunların maddî varlığından ayrıdır. Allah, özel bir surette onlara hitâb etmiş, onlar Allah ile sadece vahiy esnasında muhatap olmuşlardır. Vahyin devam ettiği süre zarfında bu peygamberlerin iradeleri yok olmuş, Allah'ın iradesi onlara hakim olmuştur. Bu şekilde vahiy alan peygamberlerin vahye bağlı sözleri, Allah'ın kelâmıdır, vahye bağlı olmayan sözleri ise kendi sözleridir, Allah kelâmı değildir. İkinci tür vahiyde vahiy, vahyi alan insanın kendi varlığından ayrı ve onun fevkinde değildir. Ona gelen vahiy, onun kendisinin aynıdır. Yani İkinci tür vahiy alan kimsenin kendi varlığı ile, aldığı vahiy bir bütünlük arzeder, bu kişinin varlığı bizzat vahiy olur. Hz.İsa'ya gelen vahiy bu çeşit bir vahiydir. Onun varlığı, vücudu, hayatı bütünü ile vahiydir. O, bizzat Allah'ın kelâmıdır, kelâm olan Hz.İsa, Allah ile idi, Allah onunla beden oldu ve insanlar arasında dolaştı. Birinci tür vahiyde vahiy alma görevi muayyen zamanlarda cereyan etmesine karşılık, ikinci tür vahiyde, yani Hz.İsa'nın vahyinde vahiy görevi onun hayatının her anını kapsamakta, adeta onun maddî varlığı bütünü ile vahiy olmaktadır. Dolayısı ile Hz.İsa'nın hayatının tamamı bir vahiydir. Onun mucizeleri, vaazları, doğumu, ölümü, yeniden dirilerek semaya çıkışı, Kilise, ayinler ve kutsal yazmaların hepsi vahiydir. Onda ilâhlık ile insanlık tam olarak birleşerek İlâhî cephesi insanî cephesini kapladığından ve tam bir ilâh kimliğine büründü-ğünden o, kendi kendine vahyeden durumundadır.
Hristiyanlar, ayrıca Hz.İsa'nın vahyini ruhu"l~kudüsle irtibatlı olarak görmektedirler. Onlara göre ruhu'l-kudüs'ün İsa'ya hululü, yani onun bedenine girmesi, ona gelen vahyin sürekliliğini sağlamaktadır. Ruhu'l-kudüs'şüz onun Tanrı olması mümkün olamaz. Ruhu'l-kudüs'ün ona girmesi, onu ilâhlaştırdığı gibi, onun varlığını bütünü ile vahiy haline getirmektedir. Hz.İsa'nın kendisi bizzat Tanrı'nın vahyidir.
Maddî varlığı vahiy olan Hz.İsa, İncil yazarlarına ruhu'l kudüs'ü göndererek onların kalplerine vahiy ilka etmiştir. Yeni Ahidde yer alan kitapların yazarlarının tamamı, kitaplarını onun kalplerine ilka ettiği bu vahiy vasıtası ile yazmışlardır. Böylece Yeni Ahidin yazarları da vahye mazhar olmuş oluyorlar, onların eserleri, bizzat Hz.İsa'dan almış oldukları vahyin ürünü olmaktadır. Bu kitapların yazarları vahye muhatap olmakla beraber, İsa öncesi peygamberlerde olduğu gibi vahyi alanları robotlaştıran, onların iradesini yok eden, vahiy alanların iradesini, vahyi verenin iradesine tabi kılan zorlayıcı bir vahye muhatap değildirler. Onlar vahiy almakla beraber, aldıkları vahiy, onların iradelerim yok etmemiş ve onlara kendi irade ve bilgilerini kullanma fırsatı vermiştir. Aldıkları vahiy, kitap, yazarlarını hata yapmaktan korumakta, ama vahiy ürünü olan şeyleri kendilerine has bir üslupla yazabilme, kitaplarını kaleme alırken kendi bilgilerini kullanabilme imkânını da vermektedir. Hristiyan inancına göre Allah, İncil yazarlarına vahyederken, onları iradesizleştirip robotlaştırmıyor, onların iradelerine saygı gösteriyor ve onlara yazma hürriyeti veriyor. Dört İncil aslında aynı şeyleri söylemekle beraber, bu irade serbestisi yüzünden dört ayrı metin ortaya çıkmıştır. İncillerin hepsinin verdiği mesaj aslında aynıdır, aralarında sadece üslup ve ifade tarzı farklılığı vardır, bunlar da önemli değildir. Hatta bu farklılık, İncillere bir eksiklik değil, aksine edebî bir zenginlik kazandırmaktadır.
Yukarda verilen bilgiler, tamamı ile Hristiyan araştırmacılardan aktarılan bilgiler olup adeta bunlar, Hz.İsa zamanında incillerin yazılmayışma gerekçe ve mazeret hazırlama amacına yöneliktir. Özet olarak söylemek istedikleri şey şudur: Hz. İsa ruhu'l-kudüs'le doludur, onun varlığı ve hayatı bütünü ile vahiydir. O, ilâhlık mertebesinde olduğundan, onun bir kitaba ihtiyacı yoktur. Kitap yazma görevi, ona şahit olanlara düşmektedir. Onunla beraber olanlar, hayatını müşahede edenler, ondan vahiy alarak kitap yazma görevini yerine getirmişlerdir. Hz.İsa'nın mertebesi peygamberlik mertebesi değildir. O, ilâhlık mertebesinde olduğu için, onun kitap yazmaya ihtiyacı yoktur, kitap sahibi olma, peygamberlere ait bir sıfattır, bir ilâhın buna ihtiyacı yoktur. Bu yüzden Hz.İsa, dünyada iken bir kitap yazmaya ve hazırlamaya ihtiyaç duymamış ve buna teşebbüs etmemiştir. Peygamberlik mertebesinde olan bazı Havariler ve onların öğrencileri, İncili yazma görevini ifa etmişlerdir. Onlar İncili yazarken, bizzat Hz. İsa'nın ilâhî gözetim ve denetimi altında yazmışlardır. Böylece bu araştırmacılar, Hz.İsa'nın İncili yazmama sebebini, Havarilerin ve onların öğrencilerinin İncilleri yazma sebebini, dört farklı metnin bulunma nedenini kendilerince izah etmiş oluyorlar.
İncillerde geçen bazı ifadelere bakılırsa gerçeğin, hiç de bu Hristiyan araştırmacıların göstermek istedikleri mazeretlere uygun olmadığı anlaşılır. Eğer Hz. İsa'nın bütün hayatı ve sözlerinin tamamı vahiy ise, onun çarmıha gerildiği sırada "Allah'ım, Allah'ım niçin beni terkettin? " diyerek isyan edişi de vahiy midir? Bu ne biçim bir vahiy ki, yaratıcısından gelen belâya karşı isyanını haykırıyor? Hz.İsa, Havarilerin en büyüğü olan Petrus'a "Şeytan çekil önümden !" diye hakaret ettiğine göre, bu hakaret ettiği kişi, nasıl hem peygamber, hem de şeytan olabiliyor? Onun gerekli mucizeyi gösteremiyen bütün Havarilerine "Ey imansız nesil!" diye seslendiği ve onlara hakaret ettiği gözönüne alınırsa, bu imansızlar nasıl peygamber olabiliyorlar? Ferrisîlere "Siz ey yılanlar, ey engerekler nesli!" şeklinde Hz.İsa'nm söylediği bu sözler nasıl Allah'ın kelâmı olabiliyor? Bir ilâhtan böyle küfür sözler sadır olabilir mi? Eğer daha önce naklettiğimiz Hristiyanlara ait bu görüşleri doğru sayarsak, isyankâr, küfürbaz bir ilâh ile şeytanlaşmış, hatta ilâhı azarlayacak kadar saygısız peygamber Havarilerle karşılaşırız.
Hristiyanların, Hz.İsa'nın ilâhlığına inanmaları konusunda İbn Kayyım el-Cevziye'nin şu sözlerini burada nakletmek uygun olacaktır. İbn Kayyım bu konuda şunları söylemektedir: "Hristiyanlar, başkalarına puta tapanlar sözünü söylemek sureti ile kendilerini gülünç duruma düşürmektedirler. Nasıl oluyor da yeri göğü yaratan, âlemlerin rabbi olan Allah(C.C), azamet kürsüsünden inerek bir kadının hayız mahalline, rahmine giriyor, orada aylarca kalıyor, sonra oradan küçük bir çocuk olarak çıkıp anasının memesine yapışıyor, onu emiyor, ağlıyor, yavaş yavaş büyüyor, yiyor, içiyor, defi hacet ediyor, hastalanıyor, iyileşiyor, seviniyor, üzülüyor, zevk alıyor, acı duyuyor, sonra düşmanı olan İblis'e karşı hîle düzenliyor, Yahudilerin tuzaklarından kurtulmak için bazı tedbirler almasına rağmen onlar tarafından yakalanıyor, onu asacakları iki odun parçasını Yahudiler ona taşıtıyorlar, eziyet ediyorlar, sonra onu bu odunlara bağlıyorlar, haça geriyorlar, sağında ve solunda reziller, hırsızlar var, o esnada ağlamaya başlıyor ve yardım istiyor, daha sonra başına dikenden bir taç koyuyorlar, başına vurarak işkenceye başlıyorlar, ellerini ve ayaklarını çiviliyorlar. Sözüm ona işte bu olay, iblise karşı Hz.İsa'nın bir hîlesi imiş. Çünkü iblis, zamanında Hz.Adem'e karşı bir hîle yaparak ona yasak meyveden yedirmiş, böylece ona günah işleterek onu cennetten çıkarmış, Şeytan, Adem'e işlettiği bu günahla Adem'i ve onun soyundan gelecek olan bütün insanları ebedî günaha mahkum etmişti. Hz.İsa da İblis'in, atası Adem'e ve onun soyundan gelen bütün insanlara kurmuş olduğu tuzağı boşa çıkarmak için ona karşı bu hîleyi düzenleyerek kendi nefsini feda etmiş, onun kendi nefsini feda edişine karşılık, Hz.Adem ve bütün insanlık bu ebedî ve aslî günahtan kurtulmuş"!
İbn Kayyım'ın veciz bir şekilde dile getirdiği gibi kurtarıcı İsa, bir yandan yaratıcı Allah olurken, öbür yandan elleri, ayakları, kafası çivili ve "Allah'ım, Allah'ım! niçin beni terkettin!" diye isyan ediyor, susadığı için etraftan su dileniyor ve inleyerek can veriyor. Adem'in günahı, niçin ondan sonra gelen insanlara geçsin? İnsanlığın kurtuluşu için onun acı çekmesine ne gerek var? İnsanları affedecek olan o değil mi? Şayet insanları affedecek o ise, affederken niye ayrıca kendisi acı çekme ihtiyacı duymuştur? Baba Tanrı adına kâinatı yönetme görevini yüklenen oğulun Tanrı olarak ona, acı çekmesini acaba baba Tanrı mı emretmiştir?Yoksa ortada mazoşist duyguların tatmini mi var?
Hristiyan inancına göre Hz. İsa'nın bizzat varlığı ve mevcudiyeti bir vahiy olduğu gibi Havarilerin sözleri de vahiy veya ilham sayılır. Bu dine göre Havarilerin öğrencilerinin de vahiy aldığı kabul edilir, onlardan sonra gelen bazı azizler de bu inanca göre vahye mazhar olabilmektedir.
Hristiyanlıkta vahiy alanların kimler olduğu kesin çizgilerle tesbit edilmemiş olmakla beraber, vahiy hadisesi bütün Hristiyanları bağlayıcı niteliktedir. Bugüne kadar pekçok kimsenin ortaya çıkarak kendilerine vahiy geldiğini, ruhu'l kudüs'ün kendilerine hulûl ettiğini ve Hz.İsa'dan talimat aldıklarını iddia ettiklleri sık sık görülmüştür. Bir kimsenin vahiy alabilmesinin Hristiyanlıkta bir ölçüsü olmadığından, bu tür iddialarla ortaya çıkan herkes bunu bir silah olarak kullanabilmekte ve insanları kendilerine inanmaya zorlayabilmektedir. Bunun en canlı örneği Pavlos'tur. Hayatında Hz. İsa'yı hiç görmediği ve Roma yönetiminin emrinde Hristiyan-ları takip ve cezalandırmakla görevli bir memur olduğu halde o, birgün birdenbire Hz.İsa'nın kendisine göründüğünü, kendisini Havarileri arasına kattığını iddia ederek ortaya çıkıver-miştir. Bu hadiseden sonra o, Hz. İsa'dan ilham aldığını, onunla Şam yolunda konuştuğunu, dolayısı ile dediklerine inanılmasını ve emirlerine itaat edilmesini istemiştir. Daha önceleri koyu bir Hristiyan düşmanı olan Pavlos gibi bir kişi bile, bu iddia ile ortaya çıkabiliyor ve insanların kendisine inanması için onları zorlayabiliyorsa, bu dine gireri herkesin bu tür iddialarla ortaya çıkması mümkün demektir.
Vahiy ve ilham ilâhî menşeli olduğu için onda bir yanlışlık veya bir çelişki söz konusu olamaz. Eğer olursa, vahyi alanın değil, aksine vahyi verenin yanlışlık yapması veya çelişkiye düşmesi sözkonusu olur. Bu, vahyi veren olarak Allah için düşünülemez. Hristiyanlıkta olduğu gibi, eğer bir dinde birden fazla vahiy alan bulunursa, bunların aldıkları vahiylerin muhteva bakımından birbirinden farklı olmaması, aralarında çelişki olmaması lazımdır. Rastgele, sıradan herkes vahiy alamaz. Vahyi, ancak ilâhî bir görevle memur olanlar, yani peygamberler alır. Peygamberliğini kabul ettiğimiz kişilere gelenlerin vahiy olduğunu kabul ederiz. Eğer böyle bir sınırlama olmaz ve rastgele herkes vahiy alabilirse, pekçok kişi "Vahiy alıyorum" diyerek ortaya çıkar ve biz bu kişilerin dediklerine itaat etmek zorunda kalırız. Herkes vahiy alabilirmi? Şayet herkesin vahiy alması mümkün ise, gerçekten vahiy alanlarla sahte vahiy alıcılarını nasıl ayıracağız? Vahiy aldığını iddia eden kişi, bunu ne ile ispat edecek? Kişi vahyi doğrudan doğruya Allah'tan aldığını iddia ettiğine göre, bunu ispatlayacak bir delile ihtiyaç yok mu? Eğer böyle bir delile ihtiyaç yoksa dünyadaki insan sayısınca vahiy alıcısının ortaya çıkması mümkün olabilir. Bu ise vahiy kavramının esprisi ile bağdaşmaz. Birtakım nefsanî, şehevânî arzular, şahsî ihtiraslar, vahiy kisvesine bürünerek gerçekleştirilmek istenirse bu hangi tedbir ve müeyyide ile önlenebilecektir?
Hristiyanlıktaki sınırsız vahiy anlayışı, bu dinde büyük bir kaos ortaya çıkarmıştır. Bu dine göre Hz.İsa'dan başka Havariler, Hz.İsa'nın diğer öğrencileri, Havarilerin öğrencileri, daha sonra ortaya çıkan azizler, papalar hepsi vahiy almaktadırlar. Kitap yazarlarının hepsi vahiy alıcıdır. Burada özellikle İncil yazarları üzerinde durmak gerekir. Dört İncilin yazarları, eserlerini vahiy alarak yazdıkları halde, bazen bir İncilde bulunan, diğer incillerde bulunmuyor. Acaba diğer İncil yazarları bu hususu unuttuklarından mı kitaplarına almadılar? Vahiy alan, aldığı vahyi unutabilir mi? Bir İncilde herhangi bir sayı mesela iki olarak verilirken, diğer İncilde onun dört olarak verilmesi açık bir yanlış değil mi? Aynı dönemde iki kişiye aynı hususta gelen vahiy nasıl birbirinden farklı olabilir? İki veya daha fazla vahiy alıcısı arasında, aldıkları vahiyde farklılığın ne ile izah edilebileceği bir problem olarak dururken, İncillerde ve Yeni Ahidin diğer eserlerinde bazen bir kitabın ayrı baplarında veya ayetlerinde farklılıklar görülmektedir. İleride İncillerin incelenmesi sırasında bunlara ait pekçok örnek göreceğiz.Biz burada incillerin dışından bir vahiy örneği sunacağız.
Biraz önce Pavlos'un Hz.İsa ile konuştuğunu ve ondan vahiy aldığını iddia ettiğini zikretmiştik. Pavlos'un bu vizyon olayı, Yeni Ahidin "Resullerin İşleri" isimli kitabında üç yerde anlatılıyor. "Resullerin İşleri"nin yazarı, üçüncü İncilin yazarı Luka'dır. Bu kitapta üç yerde anlatılan aynı hadisenin, ne kadar birbirinden farklı olarak anlatıldığını gördükten sonra, vahiy alıcısı Luka'nın, aynı konuda aldığı vahiylerde ne kadar çelişkiye düştüğünü açıkça görürüz. "Resullerin İşleri"nde bu olay iki yerde Pavlos'un ağzından, bir yerde ise Luka'nın ağzından anlatılıyor. Evvela hadiseyi Luka şöyle hikâye ediyor: "Ve yolda giderken, Şam'a yaklaştığı zaman vaki oldu ki, gökten bir nur ansızın çevresinde parladı ve yere düşüp bir sesin kendisine 'Saul, Saul! niçin bana eziyet ediyorsun?' dediğini işitti. O da, ya rab sen kimsin? dedi. Ve o da ben eziyet ettiğin İsa'yım, fakat kalk ve şehre gir ve ne etmen gerektiği sana söylenecek. Onunla yolculuk eden adamların nutku tutulup durdular; sesi işitiyorlar fakat kimseyi görmüyorlardı ve Saul yerden kalktı; gözlerini açınca bir şey görmüyordu. Onlar da kendisini yedederek Şam'a götürdüler ve üç gün görmez olup ne yedi, ne de içti". Bu bapta anlatıldığına göre vizyon olayı Şam'a yaklaştıkları zaman meydana geliyor, yer veriliyor, zaman yok, yani günün hangi saatinde olduğu açıklanmamış, gökten inen nur sadece Pavlos'un çevresinde parlamış, bu nuru onun yanındakiler görmemişler, onlar sadece İsa'nın sesini işitmişler, işitenlerin dilleri tutulmuş. Pavlos'un nuru gören gözleri, bu nurun etkisi ile kör olmuş, sonra üç gün yememiş ve içmemiş.
Aynı kitabın 22. babında olay bu sefer direkt olarak Pavlos'un ağzından tekrar anlatılmış, ancak bu defa birinci anlatıma bazı ilâveler yapılmış. Bu anlatıma göre vizyon, öğleye yakın meydana gelmiş, yani zaman verilmiş, yer verilmiş, Şama yaklaştıkları sırada gökten inen nur, Pavlos'un çevresinde parlamış ve sesi işitmiş, Ancak buradaki anlatıma göre onunla birlikte seyahat eden arkadaşları bu defa nuru görmüşler, ama sesi işitmemişler. Bu baba göre nuru gören Pavlos'un gözleri, nurdan kör olmuş ama yanındakiler nuru gördükleri halde gözlerine hiçbir şey olmamış olmalı ki, onlar Pavlos'u Şam'a götürmüşler. Bu bapta Pavlos'un Şam'da ne kadar kaldığı yazılı değil. Aynı kitabın 26. babında aynı olay, yine Pavlos'un ağzından çok daha değişik bir biçimde anlatılıyor. Bu baba göre vizyon, yine Şam yakınında öğle vakti meydana gelmiş. 22. bapta öğleye yakın dediği halde bu defa öğle vakti diyor. Bu baba göre gökten inen nur, bu sefer sadece Pavlos'un değil, onunla beraber seyahat eden arkadaşlarının da etrafını sarmış, sadece Pavlos değil, bütün arkadaşları hep beraber yere düşmüşler, bu son bapta, nurdan dolayı gözü kör olan kimse yok, onların nuru görüp görmedikleri, sesi işitip işitmedikleri açıklanmamış, sadece çevrelerine inen nurun etkisi ile yere düştükleri zikredilmiş, acaba nuru gördüklerinden mi, yoksa nur onları çarptığından mı? bu belli değildir.
Resullerin İşleri kitabının üç ayrı babında anlatılan vizyon olayının vakti, 9. bapta hiç zikredilmemiş, 22. bapta öğleye yakın denmiş, 26. bapta ise öğle vakti denmiş. Gökten inen nur, 9 ve 22. baplarda sadece Pavlos'un çevresinde parladığı halde, 26. bapta hem Pavlos'un, hemde arkadaşlarının çevresinde parlamış oluyor. 9. baba göre Hz.îsa'nın Pavlos'a hitabını Pavlos'un arkadaşları işitmişler, 22. baba göre ise işitmemişler. Gökten inen nuru, 9. baba göre arkadaşları görmemişler, 22. baba göre ise görmüşler. 9. baba göre Pavlos'un arkadaşları sesi işitmişler, ama nuru görmemişler. 22. baba göre bunun tam tersi olmuş, arkadaşları sesi işitmemişler, ama ışığı görmüşler. 9 ve 22. baplara göre, olay olduğu sırada sadece Pavlos yere düşmüş, yanındakiler yere düşmemişler. 26. baba göre ise, hem Pavlos, hem de arkadaşları birlikte yere düşmüşler. 9. baba göre sesi işitince Pavlos'un yanındakilerin dilleri tutulmuş. Bu bapta Pavlos'un, ışığı gördüğü için gözleri kör olurken, 22. bapta aynı nuru gören arkadaşlarının gözleri kör olmamış. Pavlos'un gözünü kör eden nur, neden arkadaşlarının gözlerini kör etmemiş, yoksa onların gözleri daha mı dayanıklıydı?. İşte Hz. İsa'dan altı sene sonra meydana geldiği ileri sürülen bu vizyon hadisesi ile, Pavlos vahiy alıcı olarak ortaya çıkıyor, kendisine bizzat Hz.İsa'nın vahyettiğini söylemek sureti ile ortaya yeni bir dava atıyor(. Bu davanın başlangıç hadisesinin tamamen vahiy ürünü olması gerekiyor ama, bu ne biçim vahiydir ki, bir kitabın üç ayrı babında büyük çelişkilerle ortaya çıkıyor. Böylesine çelişkili bir haber vahiy ürünü olabilir mi? Elbette olamaz, aksi takdirde vahiy veren, vahiy alanı yanıltmış olur veya vahiy verici hata etmiş olur. İşte bir kitabın üç ayrı babında dahi verdiği haberi kontrolden aciz bir yazar olan Luka, üçüncü İncilin yazarı olarak da karşımıza çıkmaktadır.
Luka'nın "Resullerin İşleri" isimli kitabında görülen bu çelişkiler ve tutarsızlıklar, onun İncilinin değerini de ortaya koymaktadır. Madem İncil yazarları vahiy alıyorlardı ve aldıkları bu vahiyle kitaplarını hatasız yazıyorlardı. İncil yazarı Luka'ya ne oldu da bu büyük hataları yaptı?
İNCİL KELİMESİ VE ANLAMI
- KELİMENİN MENŞEİ
- HRİSTİYANLIKTA VAHİY VE İLHAM ANLAYIŞI
- HRİSTİYANLIKTA PEYGAMBERLİK ANLAYIŞI