Zehirli | Konular | Kitaplar

KAZA VE KADERLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER

Konu ile ilgili yorumlar 3. sayfadasınız.
Konuya tekrar dönmek ya da konuyu okumak için buraya tıklayınız.

95 yorum 3. sayfa

o hocan bıraz aklı

o hocan bıraz aklı ddengesı herlade yerınde degıl ALLAH NE ZAMAN ecelı
verırse o zaman oluruz
tamam kardes o hocanada fazla ınanma

31.08.2009 - misafir

Kadere İman

KADERE İMAN

KADER KONUSUNDA AYETLER
1.
وَعِنْدَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَا اِلَّا هُوَ وَيَعْلَمُ مَا فِى الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَا تَسْقُطُ مِنْ وَرَقَةٍ اِلَّا يَعْلَمُهَا وَلَا حَبَّةٍ فٖى ظُلُمَاتِ الْاَرْضِ وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا فٖى كِتَابٍ مُبٖينٍ
"Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır. Onun için gaybı ancak O bilir. O, karada ve denizde ne varsa hepsini bilir. O'nun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıkları içindeki tek bir tane, yaş ve kuru ne varsa hepsi açık kitaptadır."(En' am:59.ayet)
2.
قُلْ لَنْ يُصٖيبَنَا اِلَّا مَا كَتَبَ اللّٰهُ لَنَا هُوَ مَوْلٰینَا وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ

"De ki: Bizim için Allah'ın yazdığından başkası bize asla erişmez. O bizim sahibimizdir. Onun için mü'minler yalnız Allah'a dayanıp güvensinIer. "(Tevbe:51.ayet) .
3.
مَا اَصَابَ مِنْ مُصٖيبَةٍ فِى الْاَرْضِ وَلَا فٖى اَنْفُسِكُمْ اِلَّا فٖى كِتَابٍ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَبْرَاَهَا اِنَّ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَسٖيرٌ
"Yeryüzünde meydana gelen ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu Allah için çok kolaydır. "(Hadid:22.ayet)
4.
اِنَّا كُلَّ شَیْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ
"Biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık. "Kamer:49.ayet)
5.
قُلْ كُلٌّ يَعْمَلُ عَلٰى شَاكِلَتِهٖ فَرَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَنْ هُوَ اَهْدٰى سَبٖيلًا
"Deki: Herkes kendi yaratılışına göre iş yapar. (hareket eder) … "(İsra:84.ayet)'
6.
وَالشَّمْسُ تَجْرٖى لِمُسْتَقَرٍّ لَهَا ذٰلِكَ تَقْدٖيرُ الْعَزٖيزِ الْعَلٖيمِ
"Güneş, kendi yörüngesinde akıp gitmektedir. İşte bu, aziz ve âlim olan Allah'm takdiri (belirlemesi)dir."(Yasin:38.ayet)

7.
وَالَّذٖى نَزَّلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً بِقَدَرٍ فَاَنْشَرْنَا بِهٖ بَلْدَةً مَيْتًا كَذٰلِكَ تُخْرَجُونَ
"Ki O, belli bir miktar ile gökten su indirdi de, onunla ölü bir memleketi 'diriltti (ve her yanına hayat) yaydı'; siz de böyle (kabirlerinizden diriltilip) çıkarılacaksınız." (Zuhruf Suresi, 11)

KADER KONUSUNDA HADİS-İ ŞERiFLER

1.Peygamberimize, bir insan şekline bürünerek gelen ve sorular soran Cebrâil(a.s.)’in:
فَأَخْبِرْنِي عَنِ الإيمان
"İman nedir? Ya Rasulallah.”sorusuna Peygamberimiz:
أن تُؤْمِنَ بِاللَّهِ, وَمَلاَئِكَتِهِ, وَكُتُبِهِ, وَرُسُلِهِ, وَالْيَوْمِ الآخرِ ,وَتُؤْمِنَ بِالْقَدَرِ خَيْرِهِ وَشَرِّهِ
"İman; Allah'a, Meleklerine, Kitablarına, Peygamberlerine, Ahiret Gününe ve Kadere, Hayrına ve Şerrine inanmandır." buyurmuştur.(Riyâzu’s Sâlihîn Hn:60.)

2.
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، قَالَ خَرَجَ عَلَيْنَا رَسُولُ اللَّهِ ص وَنَحْنُ نَتَنَازَعُ فِي الْقَدَرِ فَغَضِبَ حَتَّى احْمَرَّ وَجْهُهُ حَتَّى كَأَنَّمَا فُقِئَ فِي وَجْنَتَيْهِ الرُّمَّانُ فَقَالَ ‏"‏ أَبِهَذَا أُمِرْتُمْ أَمْ بِهَذَا أُرْسِلْتُ إِلَيْكُمْ إِنَّمَا هَلَكَ مَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ حِينَ تَنَازَعُوا فِي هَذَا الأَمْرِ عَزَمْتُ عَلَيْكُمْ أَلاَّ تَتَنَازَعُوا فِيهِ ‏"‏ ‏.‏ قَالَ أَبُو عِيسَى وَفِي الْبَابِ عَنْ عُمَرَ وَعَائِشَةَ وَأَنَسٍ ‏.‏ وَهَذَا حَدِيثٌ غَرِيبٌ لاَ نَعْرِفُهُ إِلاَّ مِنْ هَذَا الْوَجْهِ مِنْ حَدِيثِ صَالِحٍ الْمُرِّيِّ ‏.‏ وَصَالِحٌ الْمُرِّيُّ لَهُ غَرَائِبُ يَنْفَرِدُ بِهَا لاَ يُتَابَعُ عَلَيْهَا ‏.‏
Ebu hüreyre (ra) den rivayet olunmuştur. Bir gün biz kader hakkında konuşuyorken peygamber çıkageldi. Bize kızdı. Kızgınlığından yüzü kızardı. Hatta nar gibi kızardı. Ve dedi ki: "Siz bununla mı emrolundunuz? Veya ben bunun için mi peygamber olarak gönderildim? Şunu biliniz ki sizden önceki ümmetler bu tür tartışmalara başladıkları zaman helak olmuşlardır. Böyle tartışmalara girmemelisiniz" (Tirmizî, Kader, l.)
(Peygamberimizin ashabını ve bizi uğraşmaktan alıkoyduğu kader insanın iradesi ve gücü dışında meydana gelen olay ve durumlara bağlı olan kaderidir. İnsanın iradesi ve gücü ile hareketlere bağlı olan kaderi ile ilgili İslâm Akaid âlimleri büyük çalışmalar yapmışlar ve eserler vermişlerdir.)

عَنْ عَلِيٍّ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ ص ‏"‏ لاَ يُؤْمِنُ عَبْدٌ حَتَّى يُؤْمِنَ بِأَرْبَعٍ يَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَأَنِّي مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللَّهِ بَعَثَنِي بِالْحَقِّ وَيُؤْمِنُ بِالْمَوْتِ وَبِالْبَعْثِ بَعْدَ الْمَوْتِ وَيُؤْمِنُ بِالْقَدَرِ ‏"‏ ‏.‏
Ali (ra) dan: Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “ Bir kul şu dört şeye inanmadıkça iman etmiş olamaz. 1- Allahtan başka ilah olmadığına ve benim Allah’ın göndermiş olduğu hak rasulü olduğuma 2-Ölüme 3- Öldükten sonra dirilmeye 4- Kadere” . (Tirmizi, Kader, 10.)
4.
عَنْ سَعْدٍ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ ص ‏"‏ مِنْ سَعَادَةِ ابْنِ آدَمَ رِضَاهُ بِمَا قَضَى اللَّهُ لَهُ وَمِنْ شَقَاوَةِ ابْنِ آدَمَ تَرْكُهُ اسْتِخَارَةَ اللَّهِ وَمِنْ شَقَاوَةِ ابْنِ آدَمَ سَخَطُهُ بِمَا قَضَى اللَّهُ لَهُ
Sa’d (ra) dan: Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “ Allah’ın kazasına kulun rıza göstermesi Ademoğlunun mutluluğundandır. Allah’tan hayır istemeyi terk etmesi ve Allah’ın kendisi ile ilgili olarak hükmettiği şeye kızması insanoğlunun şakiliğindendir.” (Tirmizi, Kader, 15.)

KADER'İN TANIMI:

Varlıkların ve olayların bütün durumları ve özellikleriyle, sebebleri ve şartlarıyla, taşıyacak oldukları kuvvet ve yete¬nekleriyle, varlık dünyasına gelecekleri yer ve zamanın Allah Teâlâ tarafından ezelde belirlenmesi ve bir sıralamayla kaydedilmesi demektir.

Kaderin kelime anlamları ise; ölçü, miktar bir şeyi belirli ölçüye göre yapmak ve belirlemektir.

Kader, Allah’ın ilim (sonsuz ve sınırsız bilgi sahibi olması) ve irade (Allah'ın dilediğini oldurması, Onun dilemediğinin olmaması) sıfatları ile ilgili bir kavramdır. Kader; evreni, evrendeki bütün varlık ve olayları belli bir nizam (sistem, düzen) ve ölçüye göre düzenleyen ilâhî kanunu ifâde eder.

KAZA'NIN TANIMI:

Allah'ın ezelde belirlemiş olduğu, olmasını istediği her şeyin, yaratılması, meydana getirilmesi ve varlık alanına çıkar¬tılması demektir.

Kaza'nın kelime anlamları: emir, hüküm, bitirme, yaratma'dır.

Allah Teâlâ, yaratmak istediği her şeyi ezeli ilim (başlangıcı olmayan sınırsız bilgi), irâde ve takdirine (dilediği gibi belirleme) uygun biçimde meydana getirir ve yaratır. Kaza; Allah'ın Tekvin (yaratmak, yok olanı yokluktan varlığa çıkarmak) sıfatına dayanan bir kavramdır.




KADER DENİLİNCE ANLAŞILMASI GEREKEN

Kader denince hemen hatıra gelen miktar (kelimenin doğrusu "mikdar"dır ve arapça olan bu kelime Kader kelimesi ile aynı kökten gelir) ve ölçüdür, Her şeyin güzelliği ve mükemmel oluşu ölçülü oluşuna dayanmaktadır. Allah Teâlâ her şeyi belli bir ölçüye göre yaratmıştır, yaratmaya da devam etmektedir. Yarattıklarında ölçüsüzlük, düzensizlik yokdur. Bu ölçüler o kadar dengelidir ki, görenleri ve inceleyenleri hayran bırakmaktadır. İşin uzmanları bu yaratılış ve inceliği gördüklerinde daha çok etkilenmektedirler.

Mühendis ve teknisyenler de uğraştıkları dallardaki yaratılış düzenine bakıp onları incelediklerinde aynı duyguya sahip olmaktadırlar. Maddenin yaratılışı, elementlerin yapısı, moleküllerin dizilişi, evreni oluşturan sayısız varlığın sistem içindeki yerini alması ölçünün her şeyde olduğunu göstermektedir.

Kader denilince akla gelen miktar ve ôlçüdür. Her şeyin güzelliği ve mükemmelliği (tam) olması ölçüye dayandığı gıbi, bir elbisedeki güzellik; kumaşın bir terzinin o kumaşı ölçüp biçip şekilIendirmesi ( takdiri ) ve dilemesi ile ortaya çıkar. Elbisedeki düzenliliği ve güzelliği dikkatle inceleyen her insan onun arkasındaki takdir ve ölçüyü görebilir. Bir de bakışımızı, elbiseden çekip onu giyecek olan insana bakalım. Ellerinin, gözlerinin, yüzünün, dişlerinin ve dudaklarının belli bir ölçüye göre yaratıldığını veya dizildiğini, başka organlara göre belli küçüklük ve büyüklüklerde olduklannı görmekteyiz, İnsanın organlarının yerli yerinde, gereken miktar ve büyüklükte yerleşmiş olması da bir kaderi, bir plan ve proğramı göstermektedir. Elbise gibi, insanın maddi varlığı da bu şekil ve güzelliğini kendi kendine kazanmamıştır. Elbise terzi tarafından bir plan ile kesilir ve dikilir. İnsan ise, yaşamasına uygun ortam olan dünya ve dünya gezegenin içinde yer aldığı galaksi ve evrende onu yaratana ait bir plân ve bir programa tabidir.

Diğer taraftan bir kitaba baktığımızda, kitabın tamamının belli bir amaca göre yazıldıgını, bütün bölümlerinin, paragraflarının, cümlelerin ve kelimelerin, hatta harflerinin bir amaca yönelik dizildiğini göreceğiz. Bölümleri arasında ilgi, kitaptaki her bölümün önemi oranında yer tutması, hep yazarın zihninde belirlenmiş, plânlanmış ve daha sonrada o belirlemeye göre yazılmıştır.
Bu evrende; Allah Teâlâ’nın kudret ( sonsuz güç ve kuvvet ) kalemiyle yazılmış ilâhî bir kitaptır. Atomlar, bu ilâhi kitabın mürekkebi yerindedir. Bir binanın yapımında kullanılan maddi kalıplar içine dökülen harcın taşmasına engel olduğu gibi, kaderin manevi kalıpları da bu âlemde maddeyi ve eşyayı aynı şekilde sınırlandırmış en yararlı şekle sokmuştur.

Evren kudret kalemiyle çizilmiş rengârenk bir tablodur. Fakat bu tablo canlıdır, güneşi ışık ve ısı vermekte, bulutlardan yağmur akmakta, insanları düşünmekte, konuşmakta, yürümekte, çalışmakta, koyunları süt vermekte toprağından hayat fışkırmaktadr. Her şeyi ile cansız olan bir tabloya baktığımızda ressamın sanat bilgisini ve takdirini (yaptığı resimde nesne ve renkleri yerli yerine koyuşunu) aklıyla görebilen insan, elbette bu hayat dolu evren tablosunu da seyrettiğinde Allah'ın takdir ettiği bir plan ve programa, yani kadere göre yaratıldığını anlayabilir.

Doğada bulunan olağanüstü olay ve varlıkların gözönüne getirilmesi, kesin olarak şunu ortaya koyuyor ki, her şeyde önceden kararlaştırılmış bir plan (tasarlama) ve program ( sıralamalı ve sistemli düzen ) vardır. Yerkürenin hacmi, güneşten uzaklığı güneşin ısı derecesi ve hayat kaynağı olan ışınları, yerkabuğunun kalınlığı su kürenin inceliği, gelgit olayları, karbondioksit ve oksijenin miktarı, insanın ortaya çıkışı ve hayatta kalışı... İşte bütün bunlar, karışıklıktan düzenin doğduğunu ve önceden hazırlanmış bir plan ve amacın varlığını gösterir.

Dünya, uzayda kendi etrafında dönen, dönüşüyle gece ve gündüzün meydana gelmesine sebeb olan, 23 derecelik eğim ve güneşin etrâfında dönmesiyle mevsimlerin meydana gelmesine sebeb olan boşlukta bir küredir. Yine bu kürenin dönmesi rüzgârların meydana gelmesi ve harekete geçmesine sebeb olur. Rüzgârlar ise denizlerin buharlarını uzak diyarlara doğru sürükler, götürür. Soğuk tabaka (katman) lara rastlayan buhar yağmur, kar, dolu olarak yere dökülür, bu yağış türleri aynı zamanda tatlı su kaynağıdır ( Su Döngüsü) . Eğer yağış olmasaydı yeryüzü her türlü hayat ve canlılıktan yoksun kalırdı. Allah canlıların ihtiyacı olan suyu böylece indirerek, toprakta yaratılmış olan bir takım unsurlarla bitkileri besleterek onları çeşitli gıdalara dönüştürür sebze, meyve, tarım ürünü yapar.

Evrende tecelli eden (Allah'ın isim ve sıfat (özellik) larının varlıklarda görünmesi) sanat (yapma, yaratma), ilim, hikmet (yüksek bilgi), rahmet (acıyarak koruma, bağışlama) gibi gerçekleri, aklı ile seyreden insan bu gerçeklerin Allah'ın ilâhî kaderine, ilahi plân ve programına dayandığına iman etmek durumundadır. Kadere inanan bir kimse Allah'a güvenecek, kader konusundaki sorulara sınırını aşmadan ve Allah'ın kulu olduğunu unutmadan cevap arayacaktır.

KADERİN HERŞEYİ GÜZELDİR

Allah her can sahibine bu dünyada hayatını devam ettirebilmesi için bütün şartları en güzel şekilde ve en mükemmel şekilde hazırlamıştır. Örneğin bir balığı suda en rahat şekilde yüzebilecek, rızkını (gıdasını) kolayca sağlayabilecek, düşmanlarından korunabilecek bir şekil ve çeviklikte yaratarak, ona nehirleri ve denizleri hediye etmiştir. Bir balığı irâde (istediğini yapma) ve ihtiyar (istediğini seçme) sahibi farz ettiğimizde, bu durum karşısında onun yapacağı şey, kendisini denize, denizi de ona uygun yaratan Allah’ın bu hikmet (yüksek bilgi) ve rahmet saçan takdiri ( belirlemesi ) önünde saygı ve sevgiyle eğilmek ve ömrünü o Rahmet Sahibinin koyduğu sınırlar ve şartlar içinde geçirmek olacaktır. Eğer bu balık tersine hareket ederek kendisi için yasaklanan hava âlemine girmeye eğilim gösterse ve bu eğilim sonucu sahile çıksa acı sonunu kendisi hazırlamış olacaktır. Şimdi bu balık ölüm anında çırpınırken "Neden Allah benim karaya çıkmama izin verdi ve benim ölümümü bu şekilde belirledi" diyebilir? Elbette diyemez. Çünkü o Hikmet Sahibi (Allah), onun bedeninin şeklini, organlarının yerini ve büyüklüğünü, ruhu ile bedeni arasındaki ilişkiyi, hikmet ve rahmetiyle düzenlediği gibi, içinde yaşayacağı denizi de yine aynı hikmetle sınırlandırmış ve ona sudan ayrılmamasını emretmiştir. Bu emri dinlemeyen cezasını çekecektir.

Bu ilâhî kânun bütün hayat sahipleri için geçerlidir. Balığı suda en rahat şekilde yaşatan ve yüzdüren yüce Allah, bir güvercini de havada kolayca uçabilecek şekilde yaratmıştır. Kanatları ve ayakları güvercin için şarttır. Tavuğun uçmasını sınırlandırmak suretiyle onu insanlara bir tür arkadaş yapan Allah, tavuğun uçmadaki eksikliğini insanların ona şefkat etmesi ile tamamlamıştır. Aynı şekilde kurdu, avını parçalayacak şekilde yaratan Allah, koyunu uysallığı ile insana bir yardımcı yapmış ve kurdun amcazadesi köpeği koyunlara bekçi, insana hizmetkâr kılmıştır. Bunun gibi her canlının hayat şartları kendi iradesi dışında, Allah'ın çizdiği Kader Programı üzere hazırlanmıştır.

İşte bu rahmet ve hikmet, yaratıklar içinde en fazla insanda tecelli etmiştir. Şu koca evren her yönüyle insanın faydalanmasına uygun bir saray şeklinde yaratılmıştır. Hava, insanın kanını ona zorluk çıkarmadan temizlediği gibi, güneş ışığıyla onu adeta okşamakta, koyun onun kapısında, beden diliyle " Beni istersen kes ye, istersen izin ver, dağda taşta otlayıp yüzümü yerlere sürüp akşama sana süt getireyim. " dercesine beklemekte, dünya insanı hiç incitmeden hissettirmeden güneş etrafinda seyahat ettirmekte at, deve gibi hayvanlar da onu sırtlarında taşımak için nöbet beklemektedir.

Çevresinden insanın yardımına koşturulan bu sayısız nimet (faydalanılan şey) lerin yanında, yaratılışı gereği çeşitli deneye dayalı ilimlere (fen) ve diğer ilimIere yetenekli olan insan, bu ilimlerin meyvelerini de hemcinslerinin ellerinden yemektedir. Yani arıya bal, ağaca meyve verme yeteneğini bağışlayan Allah, insanın yeteneğini de medeniyet ni’metlerine çekirdek kılmıştır. Bu yetenek Allah'ın ikramı oldugu gibi, fenler ve onların meyveleri de yine Allah'ın ihsanıdır. Yani hem doğal ni’metler hem de insana verilen yetenekler sayesinde ortaya çıkan icatlar/ürünler yine de Allah’ın ihsanına ( bağışına ) bağlıdır.

İnsana verdigi bu saltanat (hayvan, bitki ve madde üzerindeki egemenliği) ve bolluğu ikram eden yani sunan Allah, bağışladıklarını bu kadarla sınırlı bırakmamış ve insanı sonsuz bir cennete aday kılmıştır. Bütün bu bağışlamalar ve verilenler konusunda Allah TeaIa şöyle buyurmaktadır:
اَلَّذٖى جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَاءَ بِنَاءً وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَاَخْرَجَ بِهٖ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْ فَلَا تَجْعَلُوا لِلّٰهِ اَنْدَادًا وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ
"O öyle bir iyilik, ikram ve yardımda bulunan ki, sizin için yeri döşek yaptı, göğü de (kubbemsi) bir tavan yaptı. Gökten size bir su indirdi. O su sebebiyle türlü meyvelerden (ve ekinlerden) size bir rızık çıkardı. Bunları bilerek sakın Allah'a ortaklar koşmayınız.” (Bakara Suresi:22.ayet.)

Takdir fiilinin (belirleme eyleminin), yâni ilâhi kaderin (Allah'ın belirlemesinin) nasıl rahmet ve hikmetle birlikte yürüdüğünü şu örnekle bir derece daha iyi anlayabiliriz: Bilindiği gibi ruhlar evren yaratılmadan önce yaratılmışlardır. Allah Teâlâ bu durumda bulunduğunuz haldeyken sizin ruhunuza, evrenin yaratılışını seyretme izni verdiğini ve güneş sisteminin yaratılışını seyre koyulduğunuzu varsayınız. O anda ruhunuzun ne geceyle, ne gündüzle, ne kış ve ne de yazla, ne de yeme ve içmeyle ilgisi olmadığından siz, güneşin ışık vermesine, dünyanın kendi etrafı ve güneşin etrafında dönmesine, dünya üzerine bir atmosfer tabakası konulmasına hiçbir anlam veremeyecektiniz. Allah Teâlâ o anda size göndereceği bir elçisiyle, bu sistemin sizin için yaratıldığını bildirse, hayretiniz bir kat daha artacaktı. Fakat zaman ve emir gelip de, anne karnında, beden elbisenizi giyerek dünyaya geldiğinizde, evrenin ve dünyanın Allah'ın takdir ettiği şekilde yaratılmış olmasının, ne kadar iyi bir sonuç verdiğini görecektiniz.
Allah evreni yaratırken evren ve dünya hakkında "şöyle olsun, yok böyle olsun" gibi seçimleri bizim ruhlarımıza bıraksa ve herkesi istediği şekildeki bir âleme göndereceğini buyursa idi, bir kısmımız atmosferi gereksiz görecek, bir kısmımız güneş ve dünyanın büyüklüklerine, aralarındaki uzaklıklara ve diğer durum ve özelliklere dâir akıl dışı isteklerde bulunacak, belki de bir kısmımız dünyanın hareket etmeyip sabit kalmasını isteyecektik. Hepsi insan hayatının sönmesi demek olan bu istekler yerine, Rabbimiz, iradesi (istemesi) ve takdiriyle bu dünya ve evreni en güzel şekilde yaratıp, bizleri de içine koymuştur diyoruz.

Ya Allah Teâlâ anne karnında seçimi bize bıraksaydı da, rahmetini yardıma göndermeseydi, ilâhî bir plân ve programla bir kalp, iki el ve her elde beş parmak sahibi olmamız yerine bunları biz seçseydik, her birimiz bir hilkât garibesi olarak dünyaya gelecektik. (Düşünsenize 3-5 tane kalp 5-6 tane kafa, 30-40 ayak, 50-100 parmak) Demek ki bedenimizdeki organlar Allah’ın çizdiği Kader Programı ile güzel ve yararlı olabilmekte ve bedenimiz bir bütün olarak güzel şekil almaktadır. Bu güzellik de Kaderin güzelliğinden doğmaktadır. Bir de gözümüzü şekil ve büyüklük bakımından sınırlandıran Allah, ruhumuzun göz penceresinden dış âlemi seyretmesini de sınırlandırmıştır. Gözün bu sınırla yaratılmasının bir sırrı vardır. Örneğin toprağa bakıp bütün bakterileri görseydik ya da yüzüne baktığımız bir insanın kafasının içindekileri seyredebilseydik hayatımız cehenneme dönerdi. Kulağımızla karıncanın ayak sesinden, evreni velveleye veren koca gürültülere kadar bütün sesleri işitseydik hayatımız büyük işkenceye dönerdi.

İşte anne karnında bize sorulsaydı belki de duyularımızın daha yetenekli olmasını isteyecekken, şimdi dünyada yaşayan bizler, dünyaya geldik ve gördük ki, bunların en yararlı durumu Rabbimizin belirlediği (takdir ettiği) kadarıdır.

Evrende Kader Programından çıkan her eserde ve her işte sonsuz güzellikler var olduğunu deneye ve gözleme dayalı ilim (Fen) kabul etmekte ve evrenin hiçbir yerinde noksanlık ve kusur bulamamaktadır. Bu dünya, Kader Programına göre yaratıldığı için her şey faydalı ve her şey iyi olduğuna göre, ebedî mutluluğa erişilmesi için Allah'ın belirlediği Yazılı Programa ( Kur'an'a ) aynen uyulmasıyla âhirette rahmetin tamamına ulaşılabilir.

Anne karnında iken bizlere takılan organların dünyada ne işimize yarayacağını bilemediğimiz gibi Allah Teâlâ'nın emrettiği namaz, oruç ve diğer ibâdetlerin âhiretteki sonuçlarını bu dünyada kavramamız mümkün değildir. Allah’ın her bir emrinde nice faydalar saklıdır, her bir yasağında sonsuz âhiret mutluluğumuz için nice zararlardan kurtulmamız söz konusudur. Örneğin: Bir baba besleyip büyüttüğü her türlü ihtiyacını gördüğü evlâdının, gelecekte iyi bir meslek sahibi olmasını ister. Bu amaçla onu okula kaydettirir, eğitimini güzelce yürütmesi, gelecekte vatana ve millete yararlı bir kişi olması için gerekli eğitimleri almasına en büyük özeni gösterir ve bu arada çocuğuna bir takım emirleri ve öğütleri yanında yasakları da olacaktır. Görevini iyi yaptığı, ahlâk ölçüleri içerisinde kaldığı zaman ödüllendireceğine dair söz verecek, ters yolda gitmesi halinde de bazı cezalarla tehdit edecektir. Tehditleri veya cezaları arkasında yine şefkât ve merhamet gizlidir. Şimdi bu çocuk, babasının çizdiği programa uysa, yap dediklerini yapıp, yasaklarından kaçınsa, hem bir meslek sahibi olacak, hem de yüksek ahlâk sahibi olacak ve de mutluluğa ulaşacaktır.

Bir hasta, doktorun verdiği ilaçları, onun belirlediği zamanlarda ve ölçülerde alması ve yasaklarından titizlikle kaçınması durumunda, iyileşme (şifa) kapısını aralamış olacaktır.

Bu örneklerde çizilen programlar ve konulan sınırlamalar, rahmeti (iyilikleri) sonuç vermektedir. Aynı şekilde, Allah'ın bütün emirleri ve yasaklan, sonsuz mutluluğa ulaşmamız için takdir edilmiş, belirlenmiş ilâhi bir plandır. Bu gerçeği anlayan her insan, Allah'ın rahmetine güvenerek, onun çizdiği Kader Programına hakkı ile uymak durumundadır. Aklın gereği de budur. Çünkü insanın ibâdet etmesi, doğru söylemesi, iffetli yaşaması ve sonunda ebedi mutluluğa (cennete) ulaşmasında, Rabbimizin hâşâ (asla), kesinlikle bir çıkarı olmadığı gibi, tersine hareketle insanın kendisini cehenneme sokmasının da Allah'a bir zararı düşünülemez. Aslında Allah'ın bizi cehennemle korkutmasında bile cennete teşvik (yönlendirme) vardır.

İNSANLA İLGİLİ KADER

İnsanla ilgili kader ikiye ayrılır:
a- İnsanın kendi irâdesi ve gücü ile giriştiği hareketlere bağlı olan kader,
b- İnsanın irâdesi ve gücü dışında meydana gelen olay ve durumlara bağlı olan kader.

Birincisinin meydana gelmesine insanlar sebep olmaktadır. Şöyle ki: Allah Teâlâ fertlerin ve toplumların dünya ve ahiret mutlulukları için izlemeleri gereken yolu belirlemiş ve çizmiştir. Bu yoldan gidenler kaderlerinin mutlu olarak belirlenmesine sebep olurlar; aksi halde felâket ve yoksulluğa düşerler. Çünkü saadet (mutluluk )sebeplerinin mutluluğu sonuç vermesi gibi, felâket sebeplerinin felâketi sonuç vermesi de kaderin gereğidir. Kur'an'ı Kerim'de bir topluluğun kendi saflıklarını, temizliklerini ve ahlâklarını bozmadıkça ( değiştirmedikçe ), Allah'ın o topluluğun nimet ve mutluluğunu değiştirmeyeceği ( Rad: 11.ayet.) bildirilmektedir. Yani kişi olsun, toplum olsun kendi kaderlerine kendilerinin sebeb olduğu ifâde buyrulmaktadır. İnsanın kendi kaderini çizmesi, belirlemesi buna göredir.
اِنَّ اللّٰهَ لَا يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْ وَاِذَا اَرَادَ اللّٰهُ بِقَوْمٍ سُوءًا فَلَا مَرَدَّ لَهُ وَمَا لَهُمْ مِنْ دُونِهٖ مِنْ وَالٍ
“…Şüphesiz ki, bir topluluk kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. Allah, bir kavme kötülük diledi mi, artık o geri çevrilemez. Onlar için Allah’tan başka hiçbir yardımcı da yoktur. (Ra’d:11)



Yüce Allah dünya ve âhiret nimetlerinin bir takım sebeblerle meydana gelmesini ezelde takdir etmiş ve şarta bağlamıştır. Öyleyse onların sebepsiz meydana gelmesini istemek ilâhi kanunlara aykırıdır. Allah'dan herhangi bir nimeti istemenin yolu onun sebeblerini yerine getirmeye bağlıdır. Allah’dan çocuk istemenin yolu evlenmek, meyve istemenin yolu ağaç dikmek olduğu gibi, cennet istemenin yolu da ilâhi emirlere uymak ve yasaklardan kaçınmaktır. Bunların hepsi Allah'ın belirlemesi (takdiri) dir. Bizler Kadere iman eden kimseler olarak, bu ilâhî takdire boyun eğmek ve istediğimiz ni’metlerin sebeplerine teşebbüs etmek ( girişmek ), durumundayız. Ağaç dikmeksizin meyve istemek gibi, ibâdet etmeksizin ebedî ( sonsuz, sınırsız ) mutluluğu beklemek de takdire karşı gelmektir ve cezası, O ni’metten (cennetten) yoksun kalmaktır.

İkinci kısım olan ve insanın iradesi dışında meydana gelen kaderin sebepleri ise insanlarca bilinememektedir."Akıl yaratıktır, Yaratıcısını ihata (az bilgiyle kavramaya çalışma, kuşatma ) edemez." kuralınca, insan aklı Kaderin bu ikinci kısmı ile ilgili hikmet ve sırları bilemez. Bir insanın erkek veya kadın olması, dünyaya geleceği asır ve belde, ne kadar ömür süreceği, anne ve babasının kim olacağı gibi konular bu kısma örnektir. Bu ve benzeri konulardaki ilâhî takdirin (belirlemenin) sırrını anlamaya çalışmak, insanı heIâke ( içinden çıkılmaz bunalımlara sürüklemeye ) götürür. Bu sırlar âhirette, adâlet gününde bütün incelikleriyle görünecektir. İşte Peygamber Efendimizin: " Siz bununla mı emrolundunuz? Veya ben bunun için mi gönderildim? Şunu iyi biliniz ki sizden önceki ümmetler bu tür tartışmalara başladıkları zaman helâk olmuşlardır. Böyle tartışmalara girmemelisiniz. (Tirmizî: Kader; 1.) hadis-i şerifleriyle bizi uğraşmaktan engellemek istediği kader, bu kısım kaderdir. İnsanın irâdesi ve gücü ile hareketlere bağlı olan kaderi ile ilgili İslâm Akaid Âlimleri büyük çalışmalar yapmışlar ve eserler vermişlerdir.

İNSANIN İRÂDESİ
وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ اِذَا قَضَى اللّٰهُ وَرَسُولُهُ اَمْرًا اَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ اَمْرِهِمْ وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ * وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُبٖينًا
Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır. (AHZÂB:36)

İrâde, sözlük anlamıyla kasd (bilerek ve isteyerek yapma, niyet), istek, dilemek demektir. Terim oIarak; bir şeyi yapmak veya yapmamak konusunda karar verme ve bu kararı yürütme gücüdür. Yani istenen iki şeyden birinin meydana gelmesini isteme özelliğidir.

İnsanın bütün duyguları gibi, irâdesi de mahlûktur, yani yaratılmıştır. İslâm Âlimleri (İlm-i Kelâm Âlimleri), insanın bir işe başlamasından önce de var olan iradesini, “Küllî irâde;” bu irâdenin herhangi bir zamanda belli bir fiile ( davranışa ) yönelmesini, yâni yapması gerekenlerden birini seçmesini, "Cüz'î İrâde” diye tâbir etmişlerdir. (Örneğin; Allah dilimize konuşma özelliği vermiştir. İnsan onunla güzel sözde, çirkin sözde söyleyebilir, bu küllî irâdedir. Dilimizle güzel şeyler konuştuk, bu durumda irâdemizi cüz’î bir yönde kullanmış oluruz. Dilimizle kötü sözler söyleseydik, bu durumda da irâdemizi cüz'î bir yönde kullanmış olacaktık. (Dikkat! Buradaki küllî irâdeyi Allah Teâlâ'nın İrâde Sıfatı,"İrâde-i Külliye" ( dilediğini sınırsız yaratma, dilemediğinin olmaması ) ile karıştırmamak gerekir. İrâde-i Cüz"iye deyimindeki “Cüz’î” kelimesi, "muayyen" ( belirli ) anlamına gelmektedir. "Az, sınırlı" anlamında değildir. Buna göre, insandaki küllî irâde, insanın bir işe başlamasından önce çeşitli işlere ve yönlere kullanabileceği isteme gücüdür. Fakat bir işe karar verdiğinde ve o işi yaparken artık irâdesi cüz'îleşmiş, belli bir yöne koyulmuştur. ( Örneğin cebimizde 10 liramız var, bunu cebimizde biriktirme veya harcama gücümüz var bu külli irâdedir. Biz onunla bir fakiri sevindirdik. Bu cüz’î irâdedir. )

İnsan irâdesiyle ilgili işlerde, dilemek insana yaratmak Allah'a aittir. İnsan neyi dilerse Allah da onu yaratır. Sorumlu olduğu işlerde Allah, insanın dilediğinin tersini yaratmaz. Eğer insan irâdesinde (dilemesi, istemesinde) özgür olmasaydı veya Allah, irâdesine bağlı olan işlerde insanın irâdesinin tersini yaratsaydı o zaman insanda sorumluluk diye bir şey olmazdı.

Bununla birlikte insan kendi işlerini kendisi yaratacak durumda değildir; yaratmak sadece Allah'a aittir. Kul yaratamaz.

İnsan sadece AIlah'ın verdiği kuvvet ve güce yön verir. İyi veya kötü yolda kullanır, sarf eder. İnsan bir şoför konumundadır. Otobüs'ün hareketi için gereken güç ise motordan gelir, şoförden değil. İnsanın iradeli hareketlerinde durum böyledir. (İnsan diler, Allah yaratır.) Bundan dolayı "La havle vela kuvvete illâ billâh…” Yâni "Güç ve kuvvet yalnız Allah'tandır." denilir. İnsan kendine verilen bu güç ve kuvvetden değil, onu iyi veya kötü yönde kullanmasından sorumludur. Kendisine verilen irâde ise bu güç ve kuvveti her iki yöne de harcamaya yeterli durumdadır.

İstenilen, şeyi Allah'ın yaratmasına gelince bunun için aradan bir zamanın geçmesi gerektiği düşünülmemelidir. Kul dileyip irâdesini kullandığı anda Allah'ın dilemesi ve yaratması da meydana, gelir. Çünkü
* اَللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَیْءٍ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَیْءٍ وَكٖيلٌ
“ Allah her şeyin yaratıcısıdır …” (Zümer:62. ayet.),

* وَمَا تَسْقُطُ مِنْ وَرَقَةٍ اِلَّا يَعْلَمُهَا
"…O'nun bilgisi dışında bir yaprak dahi düşmez… "(En'am:59.ayet.) ,
* قُلْ كُلٌّ يَعْمَلُ عَلٰى شَاكِلَتِهٖ
" Herkes (şey) kendi yaratılışına göre iş yapar ( hareket eder.)"(İsra:84.ayet.) buyrulmuştur. İnsanın yaptıkları da "şey" kapsamındadır. Şey somut varlığı olan demektir. O halde insanların fiillerinin yaratıcısı da Allah Teâlâ’dır.

Buna göre insan, hür iradesi ile bir fiili ( davranışı ) seçer, gerekli gücü kullanır, Allah'da onun neyi seçeceğini ezeli ( bütün geçmişi kapsayan ve öncesiz ) ve ebedî (sınırsız, sonsuz) ilmiyle bilir, bu ilmine göre irâde ve takdir buyurur ve irâdesi doğrultusunda yaratır. Fiili (davranışı) tercih etmek (seçmek, yani kesb ) kuldan, yaratmak (halk) Allah'dandır. İnsan iyi veya kötü yönden birisini seçer ve iradesini bir yöne kullanırsa Allah onu yaratır. Davranışı yapmada, fiili seçmede seçim serbestîsi olduğu için kul sorumludur. Hayır, (iyilik) işlemişse mükâfatını; şer ( kötülük ) işlemişse cezasını görecektir. Kur'an' da:
* مَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِنَفْسِهٖ وَمَنْ اَسَاءَ فَعَلَيْهَا وَمَا رَبُّكَ بِظَلَّامٍ لِلْعَبٖيدِ
''Kim iyi bir iş yaparsa lehine (onun tarafına), kim de kötülük yaparsa aleyhine (zararına)dir. Rabbin kullara asla zulmedici değildir."(Fussilet:46.ayet.) buyrulmaktadır.

İNSANLARIN FİİLLERl VE BU FİİLLERİNDEKİ SORUMLULUĞU

İnsanın fiilleri ıztırarî (zorunlu) fiiller ve ihtiyarî (seçmemize, dilememize bağlı ) fiiller olmak üzere ikiye ayrılır. Bunları:
a-İsteğimize bırakılan fiiller,
b- lsteğimize bırakılmayan fiiller. Şeklinde de söyleyebiliriz.
Nefes alışımız, kalp atışımız, midemizin sindirimi, kanımızın dolaşımı, göz kapaklarımızın çalışması gibi fiillerimiz isteğimiz dışında meydana gelen ( zorunlu ve refleks hareketlerimiz ) fiillerdir ve bunlardan dolayı herhangi bir sorumluluk veya mükâfaat söz konusu değildir.

Yazı yazmak, oturup kalkmak, yemek içmek, konuşmak, namaz kılmak, oruç tutmak, hayır veya şer; iyi veya kötü bir şeyi özgür irâdemizle seçerek işlediğimiz fiillerimiz ise ihtiyarî fiillerimizdir. Bunlarda herhangi bir baskı ve zorlama altında değilizdir, bunları yaptığımızdan ya da yapmadığımızdan sorumluyuzdur. Ödül ve ceza bunlar için söz konusudur.

Kendisinden doğan fiillerin hangisinin isteğiyle hangisinin isteği dışında meydana geldiğini vicdanen ( Vicdan: İyiyi kötüden ayırmaya yarayan iç duygudur. Aynı zamanda din anlamına da geliyor.) bilen insan, kendi cüz’î irâdesiyle (Yâni irâdesini belli bir yöne kullanarak) işlediği kötülükler, suçlar için neye dayanarak, “Ne yapayım kaderim böyleymiş, (böyle yazılmış) böyle olduğu için bu kötülüğü zorunlu olarak (kaderimin baskısıyla ) işledim.” diyebilir?

Yaptığı iyilikler konusunda “Ben böyle yaptım, şöyle ettim.” şeklinde konuşan insan işlediği kötülükleri nasıl kadere yükleyebilir? Fakat aynı kötülükleri karşısındaki muhatabı işleyince işi kadere yüklemez. Örneğin evine giren hırsız hakkında davacı olurken kaderi hatırlamaz. Hırsızın hâkim huzurunda:” Benim ne suçum var, kaderim böyle olduğundan, mecburen ( zorunlu olarak ) hırsızlık yaptım.” şeklindeki savunmasına öfkelenmekten kendini alamaz. Aynı şekilde, çocuğunun canına kasteden bir câninin boğazına yapışırken, “ Bu adamın kaderi böyleymiş istese de, istemese de çocuğumu öldürecekti.” demez. Veya namusuna göz diken, kötü gözle bakan adamın gözünü çıkarmak isterken, “Ne yapayım, kaderimde bu da varmış, karşı koymamalıyım.” demez. O halde hangi mantıkla, aynı fiil ve suçları kendimiz işleyince suçu kadere yükleyebiliriz?

Eğer insanlarda görülen ihtiyârî ( seçerek işlenen ) ve ızdırârî (zorunlu ve refleks hareketlerle yapılan ) fiiller bir tutulursa, yâni isteyerek işlediğimiz fiiller kadere yanlış anlamda yüklenirse ve o fiilerde bir mecburiyet ( zorunluluk, baskı ) olduğu sanılırsa, ortaya birçok hurafe ( Hurafe: Dinî bilgiler ve kurallar arasına karışmış yanlış, batıl inanç ) ler çıkar. Bu durumda insanlar ne kazandıkları zaferlerle, ne öğrendikleri ilimle ve ne de edindikleri üstün ahlâkî özellikleriyle, hatta yaptıkları san’at hârikası olan eserleriyle övünebilir, ne de savaşta yenilgilerinden üzülebilir,, düşmanlarını işledikleri vahşet ve katliâmdan suçlayabilir, yenilgi sonrası aşağılanmalardan dolayı kötüleyebilirler.

Bu yanlış görüşe göre hiç kimse yaptıklarından sorumlu tutulamayacağı gibi, mükâfaat göremeyecektir. Artık ne Hz. Ömer’ (R.A.)in adâletinden ne Haccâc-ı Zâlim’in zulmünden söz edilebilecektir. Çünkü birincisi “ kaderin zorlamasıyla, mecburen” âdil; ikincisi ister istemez zulmetmiştir!

Dünya işlerimizde cüz’î irâdemizi kullandığımızı ve hiçbir zorlayıcı engelle karşılaşmadığımızı vicdânımızla bildiğimiz halde, Allah’ın rızâsını ( memnun, hoşnut olmasını ) kazanma yolunda emirlerine uymakta, karşımıza engeller çıktığını nasıl savunabiliriz? Yâni mübah olan dünya işlerinin veya günah ve isyanların işlenmesinde insanın karşısına çıkmayan engeller sadece ibâdete mi çıkıyor ki bazı insanlar “ kaderimde olsaydı ibâdet ederdim “ gibi anlamsız ve asılsız bir özür açıklamasında bulunuyorlar.

İnsanlar dünya işlerinin bir kısmını sermaye, iş gücü gibi bazı şartların eksikliği nedeniyle yapamadıkları halde, Allah’ın emirlerine uyma ve ibâdetlerinde herhangi bir noksanlıkla karşılaşmaları söz konusu olmamaktadır. Örneğin ev yapmaya niyet eden bir insan bazı imkânsızlıklardan dolayı bu isteğine ulaşamayınca “ ne yapayım kader böyle imiş ” diyebilirken, âhirete ait amel (iş, ibâdet) lerde ve cennetteki köşkünü inşa etmekte herhangi bir engelle karşılaşmadığından ihmâlini yani gerekeni yapmamayı kadere yükleyemez. Örneğin, namaz kılmak isteyen bir kimsenin bu ibadetini işlemesine bir engel yoktur. Eğer namaz kılmasını engelleyen mücbir sebeb (yapmaya/yapmamaya zorlayıcı neden) bulunursa o zaman sorumluluğu söz konusu olmaz. Mücbir sebeb, insan gücünün üstünde olan engellerdir. Örneğin bir insan zorla meyhaneye götürülse ve elleri bağlanarak ağzından içki dökülse bu kimse gücünün yettiği kadar karşı koymakla sorumluluktan kurtulur. Çünkü bu fiili kendi cüz’i irâdesi ile işlememiştir. Kendi irâdesi ile içki içen veya bir başka kötülüğü yapan bir kimse bunları bir kader mahkûmu olarak zorla işlediğini ve mazur olduğunu, savunamaz.

Eğer insanlar günahları ezelde takdir edildiği ( alnına yazıldığı, belirlendiği ) için zorunlu olarak işleselerdi, herşeyi sonsuz hikmetle yaratan Rabbimizin insanlara peygamberler göndermesi, kitaplar indirmesi, onlara emir ve yasaklarda bulunması hep anlamsız olurdu
يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا تُوبُوا اِلَى اللّٰهِ تَوْبَةً نَصُوحًا عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ يُكَفِّرَ عَنْكُمْ سَيِّپَاتِكُمْ وَيُدْخِلَكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرٖى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ
“Ey iman edenler! Allah’a içtenlikle tevbe edin. Umulur ki, Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter, peygamberi ve onunla birlikte iman e-
denleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar…” (TAHRÎM:8)

Bir günah işledikten sonra tevbe etmek gereklidir. Fakat biz günahları irâdemiz dışında kaderin mahkûmu olarak işliyorsak neden tevbe etmeliyiz ki, hattâ Allah Teâlâ ve Peygamber Efendimiz bizi tevbeye davet ediyorsa bu insanla dalga geçmek, alay etmek anlamına gelmez mi? Hayır! İnsanlar asla günahları ve haramları kader mahkûmu olarak işlemezler. Kadere İman, yanlış anlaşıldığı veya yanlış anlatıldığı, insanlarda bu yanlışları düzeltmek istemedikleri için, suçlardan kurtulmayı Kader Mahkûmluğu’nda buluyoruz, ya da öyle sanıyoruz.

ALLAH’IN İRÂDESİ

Allah Teâlâ, mutlak ( kesin ) irâde sahibidir. Allah’ın dilediği olur, dilemediği olmaz. İrâde sıfatının karşıtı olan irâdesizlik Allah hakkında düşünülemez. Kur’an’daki:
قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِى الْمُلْكَ مَنْ تَشَاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَاءُ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَاءُ بِيَدِكَ الْخَيْرُ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ * شَیْءٍ قَدٖيرٌ
“De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin.”(Al-i İmran:26.),
* لِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ يَخْلُقُ مَا يَشَاءُ يَهَبُ لِمَنْ يَشَاءُ اِنَاثًا وَيَهَبُ لِمَنْ يَشَاءُ الذُّكُورَ
“ Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Dilediğini yaratır...”(Şura:49.) ayetleri irâde sıfatının delillerindendir.

Allah Teâlâ’nın iki türlü irâdesi vardır:

TEKVİNÎ İRÂDE: Tekvinî (Yapma, Yaratma) bütün yaratıkları kapsamına alan irâdedr. Bu çeşit bir irâde herhangi bir şeyle bağlantılı olursa, o şey derhal meydana gelir. Var etme, yoketme ile gibi konularla ilgili olan irâdedir. Onun dilemediği bir şeyin olması mümkün değildir. Evrende meydana olayların en büyüğünden en küçüğüne kadar her biri mutlakâ Allah’ın dilemesine bağlıdır. Kur’an’ı Kerim’de:
* اِنَّمَا اَمْرُهُ اِذَا اَرَادَ شَيْپًا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
“Bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri o şeye ancak “ ol ! ” demektir. O da hemen oluverir.”(Yasin:82.) ve
* اِنَّمَا قَوْلُنَا لِشَیْءٍ اِذَا اَرَدْنَاهُ اَنْ نَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
“Biz bir şeyin olmasını istediğimiz zaman sözümüz sadece, ona, “ol” dememizdir. O da hemen oluverir.” ( Nahl:40. ) ayetleri ile bu çeşit irâdeye işaret edilmiştir:

TEŞRİÎ İRÂDE: Teşriî (yasama, tavsiye )irâdeye dinî irâde de denir. Tekvinî irâde ile istenilenin mutlaka olması zorunlu olduğu halde, Teşriî irâde ile istenilenin olması zorunlu değildir. Daha çok insanların işleriyle ilgili olan irâdedir. Allah Teâlâ insanların yaptıkları işlerde hakkıyla sorumlu olabilmesi için kendi irâdesini kullarının irâdesine bağlı kılmıştır.

Allah Teâlâ insanlara “Yapın! Yapmayın!” şeklinde emir ve yasaklarda bulunmuştur. Hâlbuki insan hayatı incelenecek olursa bütün insanların iman etmeleri emredildiği halde, iman etmeyenlerin edenlerden çok fazla olduğu görülür. Bütün Müslümanların namaz kılması, oruç tutması, doğru olması… emredildiği, yalan söylememeleri, gıybet etmemeleri, içki içmemeleri, kumar oynamamaları, faiz yememeleri, zina etmemeleri… istenmiş, bunlar yasaklanmıştır. Durum o ki biz her gün “ yapın “ denilenlerin yapılmadığını, “ yapmayın ” denilenlerin de yapıldığını görmekteyiz. Eğer insanların irâdeleri ile ilgili olan işlerde Allah'ın irâdesi, tekvinî irâde gibi olsaydı o zaman yeryüzünde bir tek kâfir ve bir tek münâfık kalmaz, ibâdetinde zerre kadar kusurlu bir kimse bulmak mümkün olmazdı.

İnsanların irâdeli hareketlerinde durumun böyle olması hâşâ insan irâdesinin Allah'ın iradesinden üstün veya ona denk oluşundan değildir. İnsan iradesi Allah'ın irâdesi ile hiç bir bakımdan kıyas edilemez. Arada büyüklük-küçüldük, cüz'îlik-küllîlik asla yoktur. Bütün insanların irâdelerinin toplamı da yine ilâhî irâde karşısında aynıdır. Allah bir şeyi diledikten sonra bütün insanlar O’nun irâdesinin önüne geçemezler.
* وَلَوْ شَاءَ اللّٰهُ لَجَمَعَهُمْ عَلَى الْهُدٰى فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْجَاهِلٖينَ
" Allah dileseydi, onları hidâyet ( doğru yol, islâmiyet ) üzerine toplardı."(En'am Suresi:35.ayet) ve
* وَمَا تَشَاؤُنَ اِلَّا اَنْ يَشَاءَ اللّٰهُ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٖيمًا حَكٖيمًا
"Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Hiç kuşkusuz Allah her şeyi bilir ve her işi yerinde yapar. "(Dehr (insan) Suresi:30.ayet) buna delildir.

Fakat Allah Teâlâ, sonsuz, lütuf ve keremiyle, hikmet ve adâletiyle kullarına iyi ve kötü tarafa kullanılabilen bir irâde vermiş, kendi irâdesini de onların irâdesine tâbi (bağlı) kılmıştır. Yani herhangi bir işte kul o işi yapmayı diler ve iradesini o yönde kullanırsa, Allah Teâlâ' da onu diler ve yaratır. Eğer bizim irâdemiz konusunda serbest (özgür) olmamızı dilemeseydi biz hiçbir şey dileyemez, isteyemezdik.
* وَمَا تَشَاؤُنَ اِلَّا اَنْ يَشَاءَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَمٖينَ
“Âlemlerin Rabbi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. “(Tekvir : 29. ayet),
* وَمَا تَشَاؤُنَ اِلَّا اَنْ يَشَاءَ اللّٰهُ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٖيمًا حَكٖيمًا
“Allah dilemedikçe siz bir şey dileyemezsiniz. Hiç kuşkusuz Allah her şeyi bilir ve her işi yerinde yapar.” (İnsân : 30. ayet) İrâdemize bağlı olan durumlarda âdet ve sünnet-i ilâhîye (Allah'ın koyduğu kanun) böyledir. Allah Teâlâ âdet ve sünnetine mutlaka riâyet eder.
* سُنَّةَ اللّٰهِ فِى الَّذٖينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلُ وَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّةِ اللّٰهِ تَبْدٖيلًا
" Allah'ın sünnetinde (koymuş olduğu kanunda ) asla değişiklik bulamayacaksın.”(Ahzab:62.ayet.) buna delildir.

İNSANDAKİ KÜLLÎ VE CÜZ’Î İRADE

İslam Âlimleri, insanda iki türlü irâdenin varlığını ispat ederler. Külli irâde ve Cüz'i irâde

KÜLLÎ İRÂDE: Külli; bir şeyin tamamı, bütünü demektir. Küllî irâde ise, insan için mümkün olan (olabilir olan) her şeyi yapmayı ya da yapmamayı tercih etme(seçme) yeteneğidir. Öyle ki, iki yönden birine olan yeteneği diğerinden fazla değildir. Her iki yöne de ilgisi aynı derecededir. Burada mümkün olandan kastedilen insan gücü alanına giren şeylerdir. Örneğin; insan istese de istemese de -araçsız- uçamaz, bir şeyi yoktan var edemez, uzak bir mesafeye bir anda gidemez, kalbinin atışını durduramaz. Fakat kendi gücü alanına giren işlerde böyle değildir. İsterse önündeki bir bardak suyu içer, isterse içmez veya önüne konulmuş iki bardak sudan herhangi birini tercih eder. Bir insan çalışmak ya da çalışmamak, ibâdet etmek ya da etmemek, elindeki parayı harcamak ya da harcamamak v.b. gibi konularda serbest olması küllî irâde'dir. Bu irâde Allah Teâlâ tarafından yaratılarak insana verilmiştir.

CÜZ’Î İRÂDE: Küllî İrâdeyi belirli yönlerden birine kullanmaktır.
Örnek:
a-Allah dilimize konuşma yeteneği vermiştir, iyi ve kötü sözleri konuşma yeteneği vardır. Bu irâde-i küllîye'dir. Biz onunla güzel sözler söyledik bu irâde-i cüz'îyyedir.

b-Elimizde 100 lira var, bunu istediğimiz yolda harcama veya biriktirme hakkımız vardır. Bu küllî irâde'dir. Biz onunla bir fakiri sevindirdik, bu cüz’î irâdedir. (Fakire vermeseydik de, kendi ihtiyacımız için harcasaydık, bu da yine cüz'î irâde olurdu.)
c-Küllî irâde harfler gibidir Onunla iyi kötü her çeşit yazı yazılabilir. Fakat bu harfler aslında ne iyi ne kötüdür. Onun iyiliği veya kötülüğü bizim onları kullanmamızın sonrasında ortaya çıkar. Onları istediğimiz kalıba sokmak ve istediğimiz yazıyı yazmak bizim elimizdedir. Bu da irâde-i cüz'îyyedir.

d-Bir şoförün elindeki direksiyonu istediği tarafa döndürme yetkisi vardır. Bu küllî irâdedir. Bu irâdeye şekil vermek yâni direksiyonu istediği tarafa çevirmek, cüz'î iradenin sonucudur.

İnsanın sorumlu olduğu irâde, bu irâde-i cüz'iyye tarafıdır. Kimseye "Niçin konuşma yeteneğin vardı?", "Neden yazı yazmayı öğrendin?"diye sorulmaz. Fakat "Niçin kötü sözler söyledin?"diye uyarılır veya "güzel sözler söyledin."diye ödül verilir. Yine;"Neden yazı yazı yazmayı öğrendin." denilmez. Fakat iyi yazışının mükâfaatını ve çirkin ( yalan ve iftira dolu ) yazışının cezâsını görür.

Uyarı: ' 'Küllî irâde Allah'a, cüz'i irâde insana aittir, cüz'î irâde, küllî irâdenin parçasıdır. " denilmiştir. Bu düşünce yanlıştır. Allah'ın irâdesi bölünmez ve insanın irâdesiyle küçüklük, büyüklük yönüyle karşılaştırılamaz. Örneğin "milyarda bir parçasıdır. " dense, bu demektir ki bir milyar insanın irâdesi toplansa Allah'ın irâdesi ile aynı durumda, yâni eşit olur, anlamı çıkar. Bu mümkün olamayacak bir durumdur.

Cüz'î irâde demek, önemsiz, değeri olmayan bir irâde anlamında değildir. Bunun tersine cüz'î irâde son derece değerli ve önemlidir. Dinin önerilerinin dayanağı, ahlâkın ve hukûkun esâsı bütünüyle cüz'î irâdeye dayanmaktadır.


TEVEKKÜL

Tevekkül, kelime olarak "güvenmek, dayanmak, bir işi başkasına havale etmek (bırakmak, terketmek, ısmarlamak) " anlamlarına gelir. Tevekkül terim olarak;"Hedefe ulaşmak için gerekli olan maddî ve mânevî sebeplerinin hepsine başvurduktan ve yapacak başka bir şey kalmadıktan sonra, Allah'a dayanıp güvenmek ve ondan ötesini Allah'a bırakmak demektir.

Örneğin, bir çiftçi önce zamanında tarlasını sürüp ekime hazırlayacak, tohumunu atacak, sulayacak, zararlı bitkilerden arındırıp ilaçlayacak, gerekirse gübreleyecek, ondan sonra iyi ürün vermesi için Allah'a güvenip dayanacak ve sonucunu Allah'dan bekleyecektir. Bunların hiç birisini yapmadan veya bazılarını yapıp "Kader ne ise o olur" şeklindeki anlayış tembellikten başka bir şey değildir ve İsIâm'ın tevekküI anlayışıyla asla bağdaşmaz.

Tevekkül, müslümanların kadere olan inançlarının doğal bir sonucudur. Tevekkül eden kimse Allah'a kayıtsız şartsız teslim olmuş, kaderine razı bir kimsedir. Fakat kadere inanmak da, tevekkül etmekte tembellik, gerilik ve miskinlik etmek demek olmadığı gibi, çalışma ve ilerlemeye engel de değildir. Çünkü her Müslüman olayların, ilâhî düzenin ve kânunların çerçevesinde sebep-sonuç ilişkisi içerisinde olup bittiğinin bilincindedir. Yani tohum ekilmeden ürün elde edilmez. İlaç kullanılmadan tedâvî olunmaz. Salih (güzeI) ameller (iş ve ibâdetler) işlenmedikçe Allah'ın rızası (hoşnutluğu) kazanılmaz ve dolayısıyla cennete girilmez. Öyleyse tevekkül, çalışıp çabalamak, en son yaptığımız şeyin bile hedefimize ulaşmak için yapabileceğimiz en son şey mi olduğunu sormak ve kalan ve eksik bir şey varsa onu da yapmak, çalışıp çabalarken Allah'ın bizimle, yanımızda ve bize yakın olduğunu, unutmamak ve sonucu başkasına değil Allah'a bırakmaktır.

Allah Teâlâ Kur'an''ı Kerim' de:
فَبِمَا رَحْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ لِنْتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا غَلٖيظَ الْقَلْبِ لَانْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ * فِى الْاَمْرِ فَاِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلٖينَ
Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et.
"…Azmettin mi (engellere rağmen bir işi yapmaya karar verdin mi) artık Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever." ( Al-i İmran : 159. Ayet ) buyurmuş, mü’minlerin bir başka varlığa değil, yalnız kendisine güvenmelerini emretmiş, çünkü tevekkül edene kendisinin yeteceğini bildirmiştir:
* وَتَوَكَّلْ عَلَى الْحَيِّ الَّذٖى لَا يَمُوتُ وَسَبِّحْ بِحَمْدِهٖ وَكَفٰى بِهٖ بِذُنُوبِ عِبَادِهٖ خَبٖيرًا
"Sen ölümsüz ve diri olan Allah'a güvenip dayan. O'nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarından haberdar olarak O yeter."(Furkan:58.) Diğer ayetlerde de:
* وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَكٖيلًا
" Allah'a güvenip dayan. Vekil olarak Allah yeter."(Ahzab:3.),
* وَلَا تُطِعِ الْكَافِرٖينَ وَالْمُنَافِقٖينَ وَدَعْ اَذٰیهُمْ وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَكٖيلً
"Kâfirlere ve münâfıklara itaat etme. Onların eziyetlerine ( şimdilik ) aldırma. Allah'a güvenip dayan, vekil ve destek olarak Allah sana yeter. " ( Ahzab:48.),
* اَللّٰهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
" Ondan başka hiçbir ilah yoktur. mü'minler yalnız Allah’a dayanıp güvensinler."(Teğabun :13.)

Peygamber Efendimiz de:
لَوْ إنكُمْ تَتَوَكَّلُونَ عَلَى اللَّهِ حَقَّ تَوَكُّلِهِ لَرَزَقَكُمْ كَمَا يَرْزُقُ الطَّيْرُ تَغْدُو خِمَاصًا وَتَرُوحُ بِطَانا .
"Eger siz Allah'a hakkıyla tevekkül etseydiniz kuşların rızkını verdigi gibi sizinkini de verirdi. Görmez misiniz kuşlar yuvalarından sabahleyin aç olarak giderler de akşam tok dönerler."(Feyzu'l Kadir.311/5) Peygamberimiz devesini salıverip

رَسُولَ اللَّهِ أَعْقِلُهَا وَأَتَوَكَّلُ أَوْ أُطْلِقُهَا وَأَتَوَكَّلُ قَالَ‏"‏ اعْقِلْهَا وَتَوَكَّلْ ‏"‏ قَالَ رَجُلٌ يَا
Allah'a tevekküI ettiğini söyleyene:"Deveni bağla da öyle tevekkül et" buyurmuştur. Buna göre tevekkülden önce önleminin (tedbirinin) alınması için uyarıda bulunmuştur.(Tirmizi: Kıyamet,60.)

Hz.Ömer diyor ki: Herhangi biriniz nzık aramaktan geri durup, oturarak "Allah'ım bana nzık: ver .” demesin. Bilirsiniz ki gökten altın ve gümüş yağmaz." Yine Hz.Ömer'in Şam'a, orada veba bulunduğu için girmediği ve geri döndüğü bilinendir."Biz Allah'a tevekkül edip gidelim, O bizi korur." dememiştir.
Şöyle ki bir gün Hz. Ömer, halifelik döneminde Şam’a gitmek üzere yola çıkar. Onu Şam’daki ordu komutanları karşılar ve ona Şam’da veba hastalığı çıktığını haber verirler.
Hz. Ömer, önlem olarak bu salgın hastalığın çıktığı yere girmemeye karar verir ve yanındakilere geri döneceğini söyler. Onun bu sözü üzerine komutanlarından Ebû Ubeyde:
–Ey Halife! şimdi sen Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun? Allah, ölümünüzü bu hastalıktan takdir etmişse, ölürsünüz, takdir etmemişse size bir şey olmaz, der. Hz.Ömer onun bu sözünü çok yadırgar:
–Ey Ebû Ubeyde! Bu sözü sen mi söylüyorsun, der ve sözlerini şöyle sürdürür:
–Evet... Allah’ın kaderinden, yine Allah’ın kaderine kaçıyorum. Allah’ın hakkımızdaki takdirini bilmediğim için tedbir alıyorum.
Hz. Ömer, kader konusunun daha iyi anlaşılması için ona bir de şu çarpıcı örneği verir:
–Senin develerin olsa, onlar iki taraflı bir vadiye inseler. Vadilerden biri verimli, diğeri de verimsiz, çorak olsa, sen de verimli yerde develerini otlatsan, Allah’ın takdiri ile otlatmış olurdun. Onları burada değil de çorak yerde otlatsaydın, yine Allah’ın takdiri ile otlatmış olmaz mıydın? (Ahmed, Müsned, I/18).

HAYIR VE ŞER

Hayır, kelimesi, sözlük olarak; “iyilik, iyi ve faydalı iş, fayda (yarar)” anlamlarına gelir. Terim olarak ise: “ İnsanlara faydası olan, Allah'ın emrettiği, sevdiği ve hoşnut olduğu şey ve davranışlardır.”

Şer sözlük anlamı olarak: “Kötülük, fenalık, kötü iş” anlamlarına gelir. Terim olarak ise; insanlara zararı olan ve Allah'ın razı olmadığı, sevmediği, meşru’ (dine uygun) olmayan; işlenmesi durumunda kişinin ceza ve yergiye hak kazanacağı şey ve davranışlardır. ( Dînî literatürde Allah’ın yasaklayıp karşılığında ceza öngördüğü inanç ve davranışlar, yani günahlar şer olarak nitelenir.)

Âmentü duasında ifade edildiği gibi her Müslüman kadere, hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna inanır. Yâni âlemlerin yaratıcısı olan Allah Teâlâ hayrı da şerri de irâde eder ve yaratır. Çünkü âlemde her şey Allah'ın irâde, takdir ve kudreti altındadır. Âlemde O'ndan başka gerçek mülk ve kudret sahibi, tasarruf yetkisi olan bir başka varlık yoktur. İnsan hayrı da, şerri de kendi irâdesi ile kazanır. Allah’ın hayra rızâsı vardır, şerre rızâsı yoktur. Hayrı seçen mükâfaat, şerri seçen ceza görecektir. Şerrin Allah'tan olması demek, kulun fiilinin meydana gelmesi için Allahın tekvinî iradesinin ve yaratmasının devreye girmesi demektir. Yoksa Allah kulların kötü fiilleri yapmalarından hoşnut olmaz, şerri emretmez, şerre teşrii irâdesi yoktur. Bir ayette:
اِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِىٌّ عَنْكُمْ وَلَا يَرْضٰى لِعِبَادِهِ الْكُفْرَ وَاِنْ تَشْكُرُوا يَرْضَهُ لَكُمْ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى ثُمَّ اِلٰى *رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ اِنَّهُ عَلٖيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
“Eğer inkâr ederseniz, şüphesiz Allah, size muhtaç değildir."Kulları için küfre razı olmaz." Eğer şükrederseniz sizden bunu kabul eder. Hiçbir günahkâr diğerinin günahını çekmez. Nihayet hepinizin dönüp gidişi, Rabbinizedir. Yaptıklarınızı O size haber verir. Çünkü O, kalplerde olan herşeyi hakkıyla bilendir.”(Zümer:7.)buyurmaktadır.

Allah Teâlâ hayırlı işlere razı olduğu içindir ki bir iyiliğe en az on sevap verir. (yani bir iyiliği on defa yapmış gibi kabul eder) dilerse daha da arttırır. Şerre razı olmadığından dolayı, şer işleyene günah olarak ancak onun mislini (eş, benzer, kat) verir. Hak ettiğinden zerre kadar fazlasıyla ceza vermez. Bu da yüksek adaletinin gereğidir.

Allah'ın şerre razı olmayışı onu yaratmasına engel değildir. Yaratılmazsa âdalet yapılmamış olur. Çünkü: İnsana verilen irâdenin bir değeri olması ve insanın yaptıklarından bir karşılık görmesi, mükâfaât ve ceza alması ancak hayrı dileyene hayrın, şerri dileyene şerrin yaratmasıyla mümkün olabilir. Eğer hayrı dileyenin isteğini yerine getirse, şer dileyeninkini yerine getirmese o zaman hayır dileyenle şer dileyenin arasında fark kalmazdı.

Allah'ın şerri yaratmasında gizli ve açık hikmetler vardır. Canlı ölüden, iyi kötüden, hayır şerden ayırt edilebilsin diye, Allah her şeyi karşıtlarıyla yaratmıştır. Ayrıca insana şer ve kötü şeylerden korunma yollarını göstermiş, şerden sakınma güç ve kudretini vermiştir. Dünyada şer olmasa hayrın anlamı bilinemez, dünyanın bir imtihan dünyası olmasındaki hikmet gerçekleşemezdi. Şer, Allah'ın âdalet ve hikmeti gereği veya kendisinden sonra gelecek bir hayra vasıta ve aracı olmak ya da daha kötü ve zor bir şerri defetmek için yaratılmıştır.

Allah'ın yarattığı şerde, meydana gelen her işte ya kendimiz için, ya başkaları için, ya da toplum için bir takım faydalar bulunabilir.Bir şeyin şer olması bize göredir. Bir ayette bu konu şöyle açıklanmaktadır:
كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَكُمْ وَعَسٰى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْپًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ وَعَسٰى اَنْ تُحِبُّوا شَيْپًا وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْ *وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
“Savaş, hoşunuza gitmediği hâlde, size farz kılındı"Umulur ki hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırdır. Ve yine umulur ki, sevdiğiniz bir şey de sizin için şerdir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir:" (Bakara:216.) Örneğin Hz. Peygamberin yurdundan ay-rılmaya zorlanıp Mekke'den Medine'ye hicret etmesi ilk bakışta birçok kimseler için şer gözükmüş ise de, bu olay bir süre sonra Mekke'nin Fethi gibi iyi bir sonuca ortam hazırlamış ve nice hayırlı gelişmelere sebeb olmuştur.

Şer olmasaydı iyi insan kötü insandan ayırt edilemez, Allah'a itâat edenle etmeyen arasındaki fark anlaşılamaz‎dı. Hastalıkla sağlığın kıymeti, savaş ile barışın değeri, zuIüm ile âdâletin değer ve gereği, esir olununca hürriyetin değeri bilinir. Dün dünya üzerinde görüldüğünde, kimseye faydasının dokunmayacağını boşuna var olduğu sanılan birçok madde vardır ki, zamanla faydaları görülmüştür. İlaç yapılan otlar ve diğer maddelerin pek çoğu belki bir zamanlar boşu boşuna bitmiş ya da tabiatta bulunuyor zannediliyordu. Hayır ve şerrin ikisinin de insana (irâdesini iyi kullanabilirse) faydası vardır. Gelen bir hayırdan dolayı Allah'a teşekkür etmek, dokunan bir musîbete karşı sabretmek müslümanı olgunlaştırır. Hayrı kendine örnek, şerri de bir ibret (ders alma) olarak kabul edip sakınmak ve öyle olmadığımız için şükretmek ahlâkımızı güzelleştirir Lokman (a.s.)’ın ;"Edebi (terbiyeyi, ahlâkı) edebsizlerden ögrendim. Onların yaptıklarını ben yapmadım." sözü meşhurdur. Bir avcı için olabildiğince çok av vurmak en hoşa giden şey ise de av hayvanları için aynı şey ölümdür. Satılan bir eşyayı, satana göre en hayırlı (menfaâtli) şey o malın pahalı satılması olduğu halde alan için ne kadar ucuz olursa o kadar hayırlı (menfaâtli) olur.

Zenginlik iyi (hayırlı) görünür. Fakat düşünülürse mutluluğun tadını hiç tadamayan pek çok zenginler vardır. Fakirlik hoşa gider bir şey değildir (şerdir). Fakat sabredildiği namus korunduğu, iffet muhâfaza edildiği takdirde fakirliğin getireceği-zenginlikle elde edilemeyen -nice hayat deneyimleri ve mânevî kazançlar olabilir. Güzel ve yakışıklı olmak iyi bir şeydir. Fakat sadece güzel ve yakışıklı olduğu için başına türlü felâketler gelen "keşke güzel olmayaydım" diyen nice insanlar vardır.

Hayır ve şerri ayırt etmede Kur'an-ı Kerim ve Peygamber Efendimizin sünnetinde gösterilen yolu izlemek, Kitab ve Sünnetin peşinden gitmek gerekir. Bu sözle, insan aklı ile İslâm dininin emirleri arasında asla çelişki olduğu anlamına gelmez. Olgun akıl ile İslam dininin emir ve yasakları asla çatışmaz.

HAYRIN ALLAH'A, ŞERRİN İNSANA AİT OLUŞU:

Kur'an'ı Kerim' de:
* مَا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ وَمَا اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَ وَاَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولًا وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَهٖيدًا
"Sana gelen iyilik AlIah’tandır. Başına gelen kötülük ise nefsinden (kendinden) dir. Seni insanlara elçi gönderdik: buna şâhid olarak da Allah yeter."( Nisa:79.) buyrulmaktadır. Daha önce gördük ki Hayrı ve Şerri yaratan AlIah’tır. Bu durum karşısında ne diyeceğiz?
İnsanda iyiliği ve fenalığı dileme güç ve yeteneği vardır. Bu bakımdan insan hayır ve şer neyi dilerse Allah onu yaratır. Her şeyin yaratılışı Allah'a aittir. Fakat insan iyiyi dilerse ve iyilik ister de irâdesini o yönde kullanırsa Allah Teâlâ yapılan bir iyiliğin karşılığını vermekle kalmaz. En aşağı bir iyilik için on sevap verir.
* مَنْ جَاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ اَمْثَالِهَا وَمَنْ جَاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزٰى اِلَّا مِثْلَهَا وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Kim bir iyilik yaparsa, ona on katı vardır. Kim de bir kötülük yaparsa, o da sadece o kötülüğün misliyle cezalandırılır ve onlara zulmedilmez. (EN'ÂM suresi 160. ayet)
Yani insana yaptığı bir iyilik karşılığında onun on misli (benzeri) gelmiş olur. İnsan kendine gelen iyiliklerin ancak onda birini kazanmıştır. Geri kalan ise Allah'ın cömertliğinin sonucudur. İnsanın iyiliği kazanmak için gereken gücü ve kuvveti de, kendine gelen hayırlarının da AlIah'tan geldiğini itiraf etmekten başka yolu yoktur.
Şerre gelince: Bu bizim irademizi kötü yolda kullanmamızın bir sonucudur ve ancak işlediğimizin karşılığıdır. Hiç bir kula en az ölçüde de olsa AlIah'ın zulmetmesi, hakettiğinden fazla ceza vermesi mümkün değildir. Bu anlamda Kur'an'ı Kerim'de:
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا اَنْ تَاْتِيَهُمُ الْمَلٰئِكَةُ اَوْ يَاْتِىَ اَمْرُ رَبِّكَ كَذٰلِكَ فَعَلَ الَّذٖينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّٰهُ وَلٰـكِنْ كَانُوا *اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
(O kâfirler) kendilerine ancak meleklerin veya senin Rabbinin helâk emrinin gelmesini bekliyorlar. Onlardan öncekiler de böyle yapmıştı. "Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendilerine zulmediyorIardı. "(Nahl:33.),
* اِنَّ اللّٰهَ لَا يَظْلِمُ النَّاسَ شَيْپًا وَلٰـكِنَّ النَّاسَ اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
"Şüphesiz Allah insanlara hiç bir şey ile zulmetmez. Fakat insanlar kendilerine zulmediyorlar."(Yunus:44.) buyrularak bu konuya işaret edilmiştir.

BİR MÜSLÜMANIN HAYIR VE ŞER KARŞISINDA DURUMU:

a-Hayra ulaşınca Allah'a şükretmeli, şer karşısında sabretmelidir.
b-Diğer din kardeşlerini hayra (iyiliğe) teşvik etmeli; yönlendirmeli, hayrı sevdirmeli, kötülükden vazgeçirmeye çalışmalıdır.
c-En küçük bir hayrın ve en küçük bir şerrin karşılıksız kalmayacağına inanmalıdır.
d-Kötülüğe karşı iyilikte bulunmalıdır.

RIZIK

Sözlükte:”azık, yenilen, içilen ve faydalanılan şey” anlamına gelen rızık, terim olarak, “Allah Teâlâ’nın, canlılara yiyip, içmek ve yararlanmak için verdiği her şey” diye tanımlanır.

Allah Teâlâ’nın bir ismi Rezzak yani rızık vericidir. Allah'ın diğer isimleri yanında “Rezzak” isminin tecellisi de Allah'ın takdiri ile olmaktadır. Allah Teâlâ, HâIik (yaratıcı) ismini tecelli ettirmekle atomlardan sistemlere, çiçeklerden yıldızlara, mikroplardan arslanIara kadar çeşitli varlıkları yarattığı gibi, Rezzak ismini tecelli ettirmekle de çeşitli rızıklar yaratmıştır. Mikroptan, karıncadan, arıdan, ceylana, canavarlara ve insanlara kadar her bir varlık türüne ayrı ayrı rızıklar takdir etmiştir. Her gün mesaiye başlayan sayısız kuşların, böceklerin, balıkların ve diğer hayvanların hayatlarının devamına sebeb olacak rızıklarını arayıp bulmaIarı, rızık dağıtma olayının başıboş ve tesâdüfî (rastlantıya dayalı) olmadığını, bu dağıtımın ancak Rezzak-ı Zülcemâl (bütün varlıkların rızıklarını veren cemâl ve güzellik sahibi Allah) 'in ilâhî takdiri ile yapıldığını göstermektedir.

Rızık taksimâtı (rızkın farklı farklı varlıklar için dağıtılması) asırlar arasında da söz konusudur. Her asırdaki insanlar ve hayvanlar kendilerine takdir edilen nimetlerle rızklanmışlar ve dünyadan göçüp gitmişlerdir. Asırlar değişmiş, rızıklar ve rızıklananlar değişmiş, fakat Rabbimiz yeni rızıklar ve rızka ihtiyaç duyanlar yaratarak Rezzak (rızıklandırıcı) ismini devamlı tecelli ettirmiştir.

Şu evrende Allah Teâlâ’nın bağışıyla dağıtılan rızıklardan yararlanan her bir canlı kendi oranında küçük bir, kâinattır. Onun içinde de yani bedeninde rızık bekleyen çeşitli organlar ve her organda çeşitli hücreler vardır. Bu dünyada arslanın rızkı ile balığın rızkı ayrı ayrı olduğu gibi, insan bedeninde de göz hücreleriyle, beyin hücrelerinin rızkı birbirinden farklıdır. İşte aldığımız gıdaların midemizde parçalara ayrılması, her bir organa, hücreye gerektiği kadar ve uygun rızkın gönderilmesi ne kadar büyük bir rızıklandırma gerçeğidir. Bu olayın her an her hayat sahibinde meydana geldiğini düşündüğümüzde Rezzak isminin büyük tecellisine bir derece bakabilir ve kavrayabiliriz. Rızık asırlar boyu her canlıya, her bir bedendeki organlar ve organlardaki hücrelere dağıtımı Allah'ın takdiriyledir. Bu ilahi takdir, insanlar arasında da hikmetle bir rızık taksimatı (paylaşımı) yapmıştır. Bu noktada, her insanın ömrü boyunca alacağı rızık Allah tarafından ta'yin ve takdir edilmiştir."Kimse kimsenin rızkını yiyemez" sözü bu anlamı ifâde etmektedir. Bu sözü "Rızık takdir edildiğine göre, çalışmanın bir anlamı yoktur."şeklinde anlamamak gerekir. Bu anlayış isIam'ın Tevekkül anlayışına terstir. Kur'an'ı Kerim'de Allah Teâlâ:
* اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتٖينُ
"Şüphesiz rızkı veren, o pek çetin kuvvet sahibi Allah'ın kendisidir." (Zâriyat: 58.)
* وَمَا مِنْ دَابَّةٍ فِى الْاَرْضِ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَا كُلٌّ فٖى كِتَابٍ مُبٖينٍ
“ Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca AlIah'ın üzerinedir. Allah o canlınm durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı yeri bilir. Çünkü bunların hepsi açık bir kitabtadır."(Hud:6.) buyrulmaktadır.

Peygamberimiz: ''Rızkı aramaktan geri durmayın. Hiç bir kimse kendisine belirlenen rızka ulaşmadan ölmeyecektir. Öyleyse heIâli alıp haramı bırakmak yoluyla rızkınızı güzel arayınız." (Et-Terğib vet- Terhib:2; 534) buyurmuştur.

HARAM OLAN ŞEYLER RIZIK MIDIR?

Bir şeyin helâl veya haram olması başka rızık olması daha başkadır. Haram olma durumu mükellef (akıI, ergenlik sahibi Müslüman )olanları ilgilendiren bir şeydir. Mükellef olmayanla (Müslüman, akıllı ve ergenlik çağında olmayanla), özellikle hayvanlarla hiçbir ilgisi yoktur. Örneğin leş yâni ölü hayvan eti yemek haramdır, fakat akbaba, karga... gibi hayvanlar için bu leşin haram olması veya olmaması diye bir şey söz konusu değildir. Hayvanların rızkını sağlama konusunda haramı helâli gözettiği görülmemiştir.

Ayrıca müslüman olmayanların durumu da ilginçtir. Ömürlerinde domuz eti, kaplumbağa, kurbağa, salyangoz... gibi yiyeceklerle beslenen, su yerine rakı, şarap, bira içenlerln durumu ne olacak? Bir kurbağayı yılan yiyince rızık iken, onu insan yiyince rızık olmaktan çıkar mı? Ekmeğin, peynirin, zeytinin... rızık olduğunda şüphe yoktur. Hırsız bunları çalsa ve yese bu rızık değil midir? Yankesicilerin, eşkıyanın yediklerine rızık demek doğru değilse ne diyebiliriz? Bu adamlar hiç yemeden mi yaşıyorlar?

Gerçek şudur ki, canlılara gıda olan her şey rızıktır. Bu gıdanın helâl veya haram olması onu nzık olmaktan çıkarmaz. Hadislerde bildirildiği gibi rızkın helâl olanını kazanmak her müslümanın vazifesidir.


RIZIK NEYE BAĞLIDIR?

Rızkın insanın çalışmasına bağlı olduğu söylemek mümkündür.
*وَاَنَّ سَعْيَهُ سَوْفَ يُرٰى * وَاَنْ لَيْسَ لِلْاِنْسَانِ اِلَّا مَا سَعٰى
"Gerçekten insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur. Ve çalışması da ileride görülecektir."(Necm:39-40.) ayetleri bu konuyu ifade ederse de rızktan bahseden diğer ayetleri ve hadisleri de göz önüne getirecek olursak rızkın bolluğunu Allah'ın fazl ve keremine (herşeyden ve herkesten üstün oluşu ve cömertliğine) bağlı olduğunu görürüz. Toplumlar incelendiğinde, güçlü kuvvetli, her gün saatlerce çalışan ve ancak geçimlerini sağlayan fakirlerin yanında, elini sıcak sudan soğuk suya sokmayan, beden kuvvetiyle çalışsa karnını zor doyuracak kadar zayıf, üsteIik de ahmak pek çok zengin vardır. Rızkı bol veya dar olanları ahIâk bakımından incelemeye çıksak, her ikisi arasında, yani ahlâklılar ve ahlâksızlar arasında hem fakir hem de çok zenginler bulmak hiç zor değildir. Allah'a kulluk borcunu eda edip, etmeme yönünden incelersek Müslüman olan ve olmayan zengin ve fakirler saymakla bitmez. Hattâ Müslüman olmayanların arasında, Müslümanlardan çok daha zengin olan kimselerin haddi hesabı yoktur. Şimdi şu ayet-i kerimelere bakalım:
* اَللّٰهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَقْدِرُ وَفَرِحُوا بِالْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا فِى الْاٰخِرَةِ اِلَّا مَتَاعٌ
" Allah kimi dilerse onun rızkını genişletir, daraItır… Onlar ise dünya hayatı ile sevinmektedirler. Hâlbuki dünya hayatı, ahiretin yanında çok az bir yararlanmadan ibarettir"(Rad:26.),

زُيِّنَ لِلَّذٖينَ كَفَرُوا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَيَسْخَرُونَ مِنَ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَالَّذٖينَ اتَّقَوْا فَوْقَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَاللّٰهُ يَرْزُقُ مَنْ يَشَاءُ *بِغَيْرِ حِسَابٍ
" Allah kimi dilerse ona sayısız rızık verir."(Bakara:212.) Bu durumda Allah bir hikmete bağlı olarak kullarından bir kısmının rızkını istediği kadar genişletir, bir kısmınınkini de daraltır. Genişletmesini şükür, daraltmasını da sabırla karşılayanlar bu sınavı kazanmış olurlar. AIlah dilediğine rızkı veriyor diyerek çalışmayı bırakmak doğru değildir. Malın çokluğu değilse de medeniyet eserlerinin ortaya çıkmasını sağlayabiliriz.

İYİ BİR MÜSLÜMANIN RIZIK İLE İLİŞKİSİ NASIL OLMALIDIR?

a-Müslüman helâl rızık sağlamak için uğraşmalı, haram lokma yememeli ve aile fertlerine yedirmemelidir. Haram yollarla bol kazanç elde etmektense heIâl ve meşru' (dinimize uygun) yoldan az kazanmayı seçmelidir:
… وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُ * وَمَنْ يَتَّقِ اللّٰهَ يَجْعَلْ لَهُ مَخْرَجًا …
"Kim Allah'dan korkarsa Allah ona bir çıkış ihsan eder. Ve ona beklemediği yerden rızık verir." ( Talak:2-3. ) Unutmamak gerekir ki "Bol rızık elde etmek için mutlaka doğruluktan ayrılmak gerekir"diye bir şey yoktur. Zamanımızda "Doğru olayım dersen aç kalırsın, artık dogruluk ortadan kalktı bu millete doğruluk yaramaz.” gibi cahilce söz söyleyenlere aldanmamak gerekir. Birçok müslüman, aldatmadıkIarı için müslüman olmayan tüccarIardan alışveriş ettiklerini, müslüman tüccarların aldattıklarını, bu nedenle müslüman olmayanlardan aIdanmadan alışverişe devam ettiklerini söylemektedirler. Dünyada hiçbir zaman hile ile iş görenin işi devamlı ve kârlı olmamıştır. Buna karşılık az bir sermaye ile işe başlayan ve kısa zamanda dürüstlükle işini ilerleten ve zenginleyen insanlar vardır. DürüstlükIe iş yapmanın verdiği iç huzuru bile insana yeter. YaptıkIarı hile ile müslümanları gayr-i müslimlerle alışveriş yapmaya mecbur edenlerln işlerinin bir gün ters döneceği unutulmamalıdır. Milli servetin sonuçta bize devamlı düşman olanlara gitmesine sebep olan ahlâk düşkünlerini Allah uyandırsm.

b-Ni'mete ulaştığı zaman veren Allah'a teşekkür etmeli, elinden nimet gidince feryada başlamayıp sabretmelidir. Çünkü şükür teşekkür ) malın çoğalmasına sebeptir. Allah Teâlâ:
* وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَاَزٖيدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ اِنَّ عَذَابٖى لَشَدٖيدٌ
" Andolsun, eğer şükrederseniz nimetimi arttıracağım ve eğer nankörlük ederseniz azabım çok şiddetlidir." ( İbrahim:7.) buyuruyor. Sabır ise maddeten kaybedilenin manevi yönden daha fazlasıyla elde etmedir. Kur’an da
*وَاَمَّا اِذَا مَا ابْتَلٰیهُ فَقَدَرَ عَلَيْهِ رِزْقَهُ فَيَقُولُ رَبّٖى اَهَانَنِ * فَاَمَّا الْاِنْسَانُ اِذَا مَا ابْتَلٰیهُ رَبُّهُ فَاَكْرَمَهُ وَنَعَّمَهُ فَيَقُولُ رَبّٖى اَكْرَمَنِ
"Ama insan, ne zaman Rabbi onu sınayıp da ikramda bulunur ve bol ni’met ve zenginlik verirse "Rabbim bana ikram etti."der. Fakat ne zaman onu imtihan edip rızkını daraItırsa"Rabbim bana ihanet etti"der." (Fecr:15-16.ayetler.) açıklandığı gibi bir duruma düşmek aşağılıktır.

c-Peygamberimizin bir hadis-i şerifi şu anlamdadır:” İki huy vardır ki, kim de o iki huy bulunursa Allah Teâlâ onu ( şükreden, sabreden ) diye yazar. Kimde de o iki huy bulunmazsa Allah onu ne şükreden diye yazar ne de sabreden diye. Bir kimse ki din konusunda kendisinden yüksek olana bakmış ve ona uymuş (onun gibi olmaya çalışmıştır) Dünyası konusunda da kendinden aşağıda olana bakmış ve kendine Allah'ın fazla vermesinden dolayı hamdetmiştir...” (Buhari, Tirmizi, Feyzü’l Kadir:3;442.)

İşte dünya ve ahirette mutlu olmanın tek yolunu bu söz bildiriyor. Dünyaları elde etse de doymak bilmeyen insan ancak kendinden aşağıda olanların durumuna bakarak, onlardan ders alarak kendi rızkına kanaat etme (elinde bulunanla yetinme, fazlasmı istememe, kısmetine düşene razı olma) yolunu tutar. Kanaat bitip tükenmeyen bir hazinedir. Bir insanın kanaat etmesi çalışmasına, çok kazanmasına engel olmaz, insan çalışır, çok kazanır, çok zengin olabilir. Buna kimsenin diyeceği yoktur. Ancak müslümana düşen mala ve mülke değil, malı mülkü verene kul olmak kazandıgı maldan fakir ve fukaraya da pay ayırabilmek, ondan sadece kendisini değil başkalarını da yararlandırmaktır.

d-Başkasına hased etmemek: Hased, bir baskasında bulunan ni’metin o kişinin elinden gitmesini istemektir. Bu Allah'ın dağıttığına, verdiğine razı olmamaktır. İyi bir müslüman ise ni’met verilenin iyi veya kötü olmasından çok, Allah'ın bu verdiğinde bilemeyeceğimiz sırların bulunabileceğini düşünür, kendi rızkını sağlamak, için çalışır. Son söz olarak Hz. İsa (a.s.) efendimizin Kur'anda ki şu duası ile hep dua edelim:
* وَارْزُقْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الرَّازِقٖينَ…
"Bizi rızıklandır. Sen rızık verenlerin en hayırlısısın. " (Maide Suresi: 114.ayet)



ECEL

Sözlükte "Önceden tesbit edilmiş zaman ve süre" anlamına gelen ecel, terim olarak; insan hayatı ve diğer canlılar için belirlenmiş olan süreyi ve bu sürenin sonunu yani ôlümü ifade eder.

Her canlı ölümü tadacaktır ve her canlı için Allah katında bilinen bir ecel vardır. Bu ecel gelince bütün çareler durur, bütün önlemler yetersiz ve sonuçsuz ve ilâhî hükme her varlık - zayıfı, kuvvetlisi, genci, ihtiyarı-ister istemez boyun eğer.

Her kişinin ve toplumun bir eceli vardır. Ecel tek olup Allah'ın kaza ve kaderiyledir. İnsanlara hayat veren, rızıklandıran ve öldüren Allah olduğundan eceli belirleyen de O'dur.
* نَحْنُ قَدَّرْنَا بَيْنَكُمُ الْمَوْتَ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوقٖينَ
"Aranızda ölümü takdir eden biziz..."(Vakıa:60.ayet)bunu bildirmektedir.

Kur' an ayetlerinden anlaşıldığına göre, ecel ne vaktinden önce gelebilir ne de geciktirilebilir:
* وَلِكُلِّ اُمَّةٍ اَجَلٌ فَاِذَا جَاءَ اَجَلُهُمْ لَا يَسْتَاْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ
” Her ümmetin (peygamber gönderilen topluluğun) bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar, ne de bir an ileri gidebilirler.” (Araf : 34.ayet ve
قُلْ لَا اَمْلِكُ لِنَفْسٖى ضَرًّا وَلَا نَفْعًا اِلَّا مَا شَاءَ اللّٰهُ لِكُلِّ اُمَّةٍ اَجَلٌ اِذَا جَاءَ اَجَلُهُمْ فَلَا يَسْتَاْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا *يَسْتَقْدِمُونَ
De ki: “Allah dilemedikçe, ben kendime bile ne bir zarar, ne de fayda verme gücüne sahibim. Her milletin bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi, ne bir an geri kalabilirler ne de öne geçebilirler.”(Yunus : 49. ayet) ,
* وَلَنْ يُؤَخِّرَ اللّٰهُ نَفْسًا اِذَا جَاءَ اَجَلُهَا وَاللّٰهُ خَبٖيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
” Allah, eceli geldiğinde hiçbir kimse için erteleme yapmaz... “(Münâfikun:11. Ayet.)

Ecel hiçbir sebeble değişmez. Bazı ibâdet ve güzel davranışların ömrü arttıracağına dair hadisler (bk.Süyutî, EI-Camiu's Sağir, II. 44.) insanları hayırlı ve güzel işlere gayrete getirmeyi amaçlayan hadisler olup şu anlamlarda yorumlanmışlardır:

a- Ömrün artmasmdan amaç, elem ve kederden uzak huzur ve mutluluk içinde, sağlıklı, güçlü yaşamaktır.
b-Yüce Allah bu gibi kimselerin iyilik yapacağını bildiği için ezelî plânda onların ömürlerini buna göre fazla belirlemiştir.

Ehl-i Sünnet İslâm Âlimlerine göre, öldürülen kişi de (maktul) bütün insanlar gibi eceli ile ölmüştür. Çünkü ecel, hayatın tereddütsüz (kesin) olarak sona erdiği andır. Eğer öldürülen (maktul) öldürüImemiş olsaydı, o anda doğal yoldan veya bir başka biçimde ölecekti. Bu konuyu belirleyen ilâhî irâdedir. Şu halde katil (öldüren) o kişiyi öldürmekle onun ecelini öne almış değildir. Katilin cezayı hak etmesinin sebebi de, Allah’ın:
* وَلَا تَقْرَبُوا الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَلَا تَقْتُلُوا النَّفْسَ الَّتٖى حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّ ذٰلِكُمْ وَصّٰیكُمْ بِهٖ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
”… Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve Allah'ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın. İşte bunlar Allah'ın size emrettikleridir. Umulur ki düşünüp anlarsınız. "(En'am:151.ayet.) emri ile yasakladığı bir şeyi işlemesi, kul olarak kendine verilen irâde ve gücü kullanma konusunda dinin haram kıldığı bir davranışı isteme ve yapma yönünde seçimini yapmış olmasıdır. Onun bu seçimi üzerine de Allah ölüm denen sonucu yaratmış olmaktadır. Allah'ın bu durumu ezelî ilmiyle biliyor olması, kulun irâdesinin elinden alınmış olması anlamına gelmez.

Bir müslümana ecel konusunda düşen ecel gelmeden, âhiret hayatına hazırlanmaktır." Kıyamet ne zamandır?" diyene Peygamberimiz:"Onun için ne hazırladın?" buyurmuştur. Hayatın değerini bilmek ve değerlendirmektir. Peygamberimiz:"Beş şey gelmeden ganimet bil.(faydalanmaya çalış.) Ölümden önce hayatını, hastalığından önce sağlığın, meşguliyetinden önce boş vaktini, ihtiyarlıktan önce gençliğini, fakir düşmeden zenginliğini fırsat bil."(Buharî, Feyzü'l Kadir.2.16.) Bir müslüman ömrünün uzunluğu yerine hayırlı ömür istemeli, ölümü istememeli (peygamberimiz sözleriyle yasaklıyor), ölümü sık sık hatırlamalı, ölümden de korkmamalıdır.Esas korkulacak olan fena bir durumda, çirkin haram bir iş sırasında ölmektir.
Yararlanılan kaynaklar:
Kader Nedir? : Mehmed KIRKINCI, İslâm’da İrâde, Kaza ve Kader : A.Lütfi KAZANCI, İlmihal: Diyanet Vakfı yayınları (Komisyon)
İnancım : Diyanet İşleri Başkanlığı Dini Yayınlar Dairesi Başkanlığı(Komisyon)

30.09.2009 - misafir

kaza

CENAB-IHAKKIN EZELDE İRADE ETTİGİ ETTTİGİ VE TAKDİR BUYURDUGU ŞEYLERİN ZAMANI GELİNCE HER BİRİSİNİ EZELİ İLİM, İRADE VE TAKDİRİNE ÜYGUNBİÇİMDE MEYDENE GETİRMESİ VE YARATMASIDIR.

01.10.2009 - cansu

ölüm

sizin hocanız ne dediğini bilmiyor.ecel diye birşey var ve ecelı gelmeyen insan ne yaparsa yapsın ölmesi imkansızdır.ne zaman öleceğimize Yüce Rabbimiz karar verir.hatta şöyle söyleyeyim bende büyük bir akılsızlık yaparak intihar ettim ama hayattayım çok şükür.

05.10.2009 - misafir

doğru sölemiş Allah bize

doğru sölemiş Allah bize iki seçenek vermiş yha ecelimizi beklicez yhada kendimiz isteyerek ölcez ve Allahın emri olmadan ölmemmizi bir kere günah diye buyrulmuş bi ker sonuçta hocanız doğr sölemiş

16.11.2009 - misafir

bence bu kısa olmuş ama

bence bu kısa olmuş ama yinede çok teşekkürler

03.12.2009 - salij

bencede

bencede

03.12.2009 - murat

bak yanılma dedin ama zaten

bak yanılma dedin ama zaten sen yanılıyorsun kaderin olduguna önce inanıyormusun bunu bilmem gerek yok ben kadere inanmıyorum dersen zaten sen yanılıyorsun. ama ben kadere inan biriyim kafama bazı noktalar takılıyor diyorsan sunu diyorum sana önce ölücegine inan ve ölümün nezaman gelcegine inan ve sonuçda ölücen buna inan insanın kaderinde ölüm var buna inan ve sadece rabime inan cünkü o herşeyi en güzel bilen ve yaradandır

06.12.2009 - misafir

KAZAAA

YA KAZA YOK MU?

15.12.2009 - kübra sultan akgül

10 tane ayet yazarmsnz kaza

10 tane ayet yazarmsnz kaza ve kader inancıyla ilgili

19.12.2010 - misafr

kazave kader

Evrende her varlığın bir kaderi olduğu gibi, insanın de kendi özgü bir kaderi vardır. İnsanın kaderi, iyilik ve kötülük işleyecek bir yapıda yaratılması, kendisine akıl ve irade gücünün verilmiş olmasıdır. Bu nedenle kader konusu, insanın akıl, irade sahibi, özgür ve sorumlu bir varlık olması ile yakından ilgilidir.

Akıl; İyi ile kötü, doğru ile yanlış arasında tercih etme yeteneğidir. Düşünme eylemi aklın doğal bir ürünüdür. İnsan, akıllı ve düşünen bir varlıktır. Aklı ve düşüncesi ile iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, faydayı zarardan ayırt eder. Çevresinde olup bitenleri anlar ve değerlendirir. İnsanın akıllı bir varlık olarak yaratılması onun kaderidir.

İrade ise, seçmek, istemek, yönelmek, tercih etmek ve karar vermektir. Diğer bir ifadeyle irade; insanı iki şeyden birini yapmayı tercih etmeye ve tercin ettiği şeyi yapmaya yönlendiren güçtür. Allah, insana seçme ve seçtiğin yapma gücü vermiştir. İrade insanın özgür bir şekilde hareket etmesini sağlar. İnsan, aklı ile iyiyi kötüden ayırt eder; iradesi ile de herhangi bir iş yapmaya ya da yapmamaya serbestçe karar verir. İnsanın seçme ve seçtiğini yapma gücünün olması onun kaderidir.

10.01.2011 - gizemli

bu sayfayı ödev olarak

bu sayfayı ödev olarak kullancaktımki... malesef kullanamıom

12.04.2011 - yeliz

...

evet kardeşim sana katılıyorum..ölüm Allah'ın kararıyla gerçekleşir.Allah'ın dileği olmadan bir yaprak bile yere asla düşmez!

17.04.2011 - lazım değil

kader

Kader Allahın(cc) olmuş ve olacak herşeyi o ezeli ve ebedi ilmiyle bilmesidir.Yani Allah(cc) biz kullarının ne zaman nerede ne yapacağımızı ,cennetlik mi cehennemlik mi olduğumuzu biliyor.işte bu kaderdir.ve bu bildiği şeyi levh-i mahfuzda yazıyor.
Tabağa bir ciğer koyalım.oradan geçen bir kedi o ciğeri yer mi yemez mi ?cevap tabi ki yer değil mi,hem de hemen ...İşte Allah(cc) da kulunun ne zaman nerede ne yapacağını çok iyi biliyor.vakti geldiğinde levh-i mahfuzda yazılı kaderimizin vuku bulması da kaza'dır.

13.05.2011 - kutsi

kaza inancının ve tabiat olaylarına 2 örnek ve anlmları

aradıgım konuyu bir türlü bulamadım bana yardımcı olun.....

17.05.2011 - misafir