islam tarihi
BATI'YA KARŞI ETKİLİ BİR GÜÇ:TASAVVUF
Tasavvuf İslâm’ın kalbinde yatar; onun deruni boyutudur. O Allah’ın yaktığı bir lamba gibidir, Müslümanlardan sayısız ruhu ve çok sayıda nesli ışığıyla aydınlatan ve kıyamete kadar da aydınlatacak olan bir lamba. İslâm tarihi boyunca her döneme uygun olmuş ve gelecekte de böyle olmaya devam edecek.
Yine de, günümüz açısından bakıldığında, İslâm dünyasının ve aynı zamanda daha genel bir çerçevede bir bütün olarak insanlığın karşı karşıya kaldığı problemler ışığında, onun rolü bazı açılardan özellikle önemli hale gelmektedir.
13./19. yüzyıldan bu yana, reformcu ve modernist olarak adlandırılanlardan pek çoğunun İslam toplumunda tasavvufu tahrip etmeye veya zayıflatmaya çalışmış olmaları, İslâm dünyası açısından ne kadar dar bakışlı ve talihsiz bir olgudur. Yine de, çok şükür ki tam olarak başarılı olamamışlardır, zira Allah’ın aydınlattığı bir lamba insan tarafından söndürülemez.
Her şeyden önce İslâm, diğer dinler gibi laiklik, modernizm ve şimdi de post-modernizmin bozucu saldırıları ile karşı karşıya kalmıştır. İslâm açısından, ancak Sufi hikmeti bu meydan okumanın derin köklerine ulaşıp -sadece duygusal değil- kapsamlı bir entelektüel ve manevi bir derinlik sağlayabilmiştir.
ZAHİR İLE BATIN ÇATIŞIR MI?
İslâm tarihinin belli dönemlerinde, İslâm’ın zahirî hükümlerini öğreten medrese ile, batınî edebini öğreten tasavvuf ehli arasında tartışmalar yaşanmış, bazen de haksız yere birbirlerini incitmişlerdir. Günümüzde de benzer tartışmalara rastlamak mümkündür. Her ki grup da haklı olduklarını ve bunu din adına yaptıklarını söylüyorlar. Eğer her iki grup da haklı ise bu çekişmenin sebebi ne olabilir?
Bugüne değin Ehl-i Sünnet çizgiden kopmamış zahir ehli ile batın ehli arasında olagelen çekişmeler iyi incelenirse görülecektir ki, birbirine zıt olan ve çekişen dinin zahir ile batın ilmi değil, bu ilimlere sahip olduklarını söyleyen bazı kimselerin ıslah olmamış nefisleridir.
Bazıları zahir ilmi ile batın ilmini ayrı düşünür, ikisini birbirine zıt görür, bunun için batın ilminin reddedilmesi gerektiğini söyler. Bazıları da asıl olanın batın ilmi olduğunu, zahirin şekil, resim ve temsilden ibaret bulunduğunu, zahirdeki ilim ve ibadetlerin ancak avam halkı ilgilendirdiğini, hali ileri ve yüksek olanların bu tür sorumluluklardan kurtulduğunu söyleyerek dinin temelini oluşturan zahiri ilimleri ve amelleri terk eder. Üzülerek belirtelim ki, her iki grup da İslâm aleminde büyük fitne ve yıkıma sebep olmuşlardır.
Birinci grup Kur’an ve Sünnet üzere kurulu tasavvufu inkâra kalkmış, ikinci grup ise tasavvufu kötü emellerine malzeme yapmıştır.