Zehirli | Konular | Kitaplar

Kuran ayetleri

Nüzul-i İsa (a.s) Meselesinde İtiraz Noktaları-1



Geçtiğimiz Cuma gecesi Kanal 7'deki bir program vasıtasıyla Ehl-i Sünnet'in (hatta Ehl-i Sünnet dışındaki fırkaların ekseriyetinin) üzerinde birleştiği bir itikat ilkesi daha kitleler nezdinde "tartışılabilirler" arasına sokuldu. "Nereye gidiyoruz" demeyeceğim; zira İslam dünyasının son ikiyüz yıldır maruz bırakıldığı dönüşümün istikametinin neresi olduğu kimsenin meçhulü değil.


Burada üzerinde durmayı tercih edeceğim husus, "nüzul-i İsa (a.s)" meselesine itiraz edenlerin ileri sürdüğü argümanların, bu inancı reddetmek için gerçek birer "delil" teşkil edip etmediği sorusunun cevabı olacak. Bunun için tartışmanın taraflarının elinde neler bulunduğuna kısaca bir bakalım:


Hz. İsa (a.s)'ın kıyamete yakın yeryüzüne ineceğini söyleyenler, ilgili Kur'an ayetlerindeki iki noktanın altını çiziyor:


Kur'an, Hz. İsa (a.s)'ın öldüğünden bahsetmiyor. O'nun akıbetinden söz eden ayetlerden kiminde Yüce Allah'ın O'nu kendisine yükselttiği (4/en-Nisâ, 157-9), kiminde de "vefat ettirdiği" (3/Âl-i İmrân, 55; 5/el-Mâide, 117) zikredilmiştir. Bu ifadelerin gerçek anlamda "ölüm"e (mevt) delalet ettiğini söyleyebilmek için –eğer meseleyi Kur'an ayetleriyle sınırlı ele alacaksak– Kur'an'ın Hz. İsa (a.s)'ın öldüğüne tartışmasız biçimde delalet ettiğinin ortaya konması gerekir.

HZ.İSA NASIL TANINACAK ? -1

(HZ. İSA’NIN KİŞİLİGİ VE FİZİKSEL ÖZELLİKLERİ)


Hz. İsa, diğer tüm peygamberler gibi insanları doğru yola çağırmakla görevlendirilmiş Allah'ın seçkin bir kuludur. Ancak Hz. İsa'yı diğer peygamberlerden ayıran bazı özellikler vardır. Bunlardan en önemlisi O'nun halen ölmemiş, Allah Katına yükseltilmiş ve yeryüzüne tekrar geri gönderilecek olmasıdır.

Hz. İsa bundan yaklaşık 2000 yıl önce yaşamış olan, Allah'ın dünyada ve ahirette seçkin kıldığı bir elçisidir. Hz. İsa'nın doğumu, hayatı ve Allah Katına alınması hep mucizevi şekillerde gerçekleşmiş, bu mübarek insanın hayatı Kuran'da ayrıntılı olarak haber verilmiştir. Allah Kuran'da birçok peygamberin kıssalarını bizlere bildirmektedir. Ancak Hz. İsa çeşitli yönleriyle diğer peygamberlerden farklı bir konuma sahiptir. Allah'ın üstün ilimlerle desteklediği bu değerli kulu daha beşikteyken konuşmuş, dünyada kaldığı süre içerisinde çevresindeki insanlara büyük mucizeler göstermiştir. Onun bu özel durumunun diğer bir delili de, Allah Katına alınışı ve tekrar dünyaya gönderileceğine dair Kuran'da önemli işaretlerin olmasıdır. (Nisa Suresi, 156-159; Al-i İmran Suresi, 55; Maide Suresi, 117; Zuhruf Suresi, 57-61; Al-i İmran Suresi, 45-48; Maide Suresi, 110; Al-i İmran Suresi, 59; Meryem Suresi, 33) Bu ayetlerin bir tanesinde “Şüphesiz o, kıyamet-saati için bir ilimdir.

MÜNAFIK İÇİN TEVBE MÜMKÜN MÜ?


Diğer bir kısmı, Allah'ın emri için ertelenmişlerdir. O, bunları, ya azablandıracak veya tevbelerini kabul edecektir. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 106)

Allah Kuran'da haber verildiği üzere, "... kulları için inkara rıza göstermez..." (Zümer Suresi, 7) Yani, kullarını doğru yola iletmek, kötülüklerini bağışlamak ve cennetine sokmak ister. Ancak münafıklar Allah'ın bu çağrısından ısrarla yüz çevirirler. Bildikleri ve anladıkları halde ayetlere karşı kayıtsız kalarak, zulüm ve büyüklenmeleri sebebiyle inkarda diretirler. Ancak aralarında bu tavırlarına son vermek isteyenler de olabilir. Bu durumda, tevbe etmeye niyet etmiş olan kişiye düşen, aczini tam anlamıyla kavrayıp, en içten bir şekilde Allah'tan bağışlanma dileyip, bir daha münafıklığa geri dönmemek üzere "kesin" bir tevbeyle tevbe etmektir.

Gerçekten samimi olması şartıyla, tevbe eden münafığın tevbesinin kabulü 'Allah dilerse' söz konusu olabilir. Nitekim Allah, "Ancak kim işlediği zulümden sonra tevbe eder ve (davranışlarını) düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah, bağışlayandır, esirgeyendir" (Maide Suresi, 39) diye bildirilmektedir.

Allah Rasulü'nün (a.s.) Kur'an Telakkisi

Yanlış anlamak kolay, zor olan ise doğru anlamak. Hakikati lekelemeden korumak, kapsamlı bir düşünce sisteminin faal olması ile mümkündür. Ferdi zuhurlar mütefikkirleri nafile gayretlere kurban eder. Eşyayı doğru anlamak ?ben-i adem?in en baş meselesidir. Önemine binaendir ki Allah Resulü ?Ya Rabbi? bana eşyayı gerçek duruşuyla göster? diye dua etmiştir.Doğru anlamanın ilk şartı, anlamayı efradını cami? ağyarını mani? bir şekilde tanımlamaktır. Bunun içindir ki bilimsel değeri haiz eserler ilk olarak söze anlatılmak istenen mevzunun tanımıyla başlarlar. Tanım açıklandıkça meselenin çerçevesi ortaya çıkar, söylenenler meşruiyet kazanır. Kur?an-ı Kerim?i doğru anlamakta O?nun ne olduğunu, nereden geldiğini bilmekle yakından alakalıdır. Meselenin bu boyutunu önemseyen usulcüler, eserlerinde Kur?an tanımına mutlaka yer açmışlardır. Çünkü Kur?an?ı İlahi oluşuyla tanıyanlar zihinlerinde ona göre bir ön hazırlık yapacaklardır.

SAHABE MÜDAFAASI

Bir pazartesi gecesiydi. Fatih’in çevresinde Haliç’e bakan bir evde dört köşesi kitaplarla dolu bir odada “Usul-u Fıkh” okuyorduk. Aslında başka dersler de vardı okuduklarımız arasında. Fakat bahse konu olan zamanda, rahlelerin üzerinde sadece “Usul” kitapları bulunuyordu. Dersin son anlarına doğru içeriye uzun boylu, kırk yaşlarında birisi girdi. Selamlaştık. Boş bir yere oturup dersi dinlemeye başladı. “Fatiha” dedikten sonra, nereli olduğunu sordum. “Azeriyim fakat İran’da ikamet etmekteyim” dedi. Ne işle iştigal ettiğini sorunca; tahsil için bulunduğu bütün mektepleri uzun uzun tâdat etti. Bunlar arasında teşehhüt miktarı bulundukları da vardı. Anlaşılan ya da anlatılmak istenen karşımızdakinin sıkı bir molla olduğuydu. Elân bir üniversitede ders okutmaktaydı.

Molla’nın ifadeleri heyecanlı olduğunu ihsas ettirmekte idi. Münazara yapmaya geldiği her halinden belliydi. Harici hadiselere dair birkaç kelam henüz etmiştik ki meramını yani gelişinin nedenini izhar etti; “Ben dedi, sizinle asırların davasını yani Ehl-i Sünnet’le Şia arasında ihtilafa sebep olan “İmamet meselesini, Hz. Ali’ye (r.a.) karşı(!) olan sahabenin durumunu konuşmaya geldim.”

SELEFİYECİLER KÖR VE SAĞIR MI?

Sual: Selefiyiz diyenler, (Sen ölülere işittiremezsin) âyetini delil getirerek, Resulullah ölüdür, işitmez, şefaat ya Resulallah demek şirktir diyorlar. Ruhun ölmediği, şehitlere ölü denmeyeceği, onların diri oldukları, Allah’ın onları rızıklandırdığı, yiyip içtikleri Kur’anda apaçık yazılı iken, şehitlerden üstün olan Peygamberimizi nasıl ölü kabul ediyorlar? Nasıl o işitmez diyebiliyorlar?

CEVAP
İngiliz Casusunun itiraflarına göre, selefiyeciler [vehhabiler] dinimizi İngilizlerden öğrenmiştir. İngilizlerin kurdurduğu dinde böyle iddiaların olması yadırganmamalıdır.

(Sen ölülere işittiremezsin) demek, (Sen kâfirleri imana kavuşturamazsın) demektir. Bunun gibi, kinaye, mecaz ifade eden birçok âyet vardır. Bazıları şöyledir:
(Kâfirler sağır, dilsiz ve kör oldukları için, akledemezler, düşünemezler.) [Bekara 171] (Kâfirler sağır, dilsiz ve kör değildir. Hakkı işitmedikleri için sağır, doğruyu söylemedikleri için dilsiz, gerçeği görmedikleri için kör, denilerek hidayete kavuşmadıkları bildirilmiştir.) (Beydavi)

İŞİTTİRMEK KABUL ETTİRMEK DEMEKTİR

Sual: Vehhabiler, ruhun ölmediğini söyledikleri halde, Resulullah da ölüdür, işitmez, şefaat ya Resulallah diyen kâfir olur diyorlar. Sebebi ne?

CEVAP
Mecazı bilmiyorlar. Bu konudaki birkaç âyet-i kerime meali şöyledir:
(Savaşta öldürülenleri siz değil, Allah öldürdü. Attığın zaman da, sen değil, Allah attı.) (Enfal 17)
Birileri, ötekileri öldürüyor, Allahü teâlâ, ben öldürdüm diyor, Resulullah atıyor, sen atmadın ben attım buyuruyor.

Aşağıda da kabirdekilere sen değil, ben işittiririm buyuruyor.
(Kâfirler, sağır, dilsiz, kör oldukları için doğru yola gelmezler.) [Bekara 18]
(Kâfirler sağır, dilsiz ve kör oldukları için, akledemezler, düşünemezler.) [Bakara 171]
Yani hakkı işitmedikleri için sağır, doğruyu söylemedikleri için dilsiz, gerçeği görmedikleri için kör, denilerek hidayete kavuşmadıkları bildirilmiştir. Buradaki işitmek, kabul etmek demektir. (Beydavi)

(Bu dünyada kör olan, ahirette de kördür.) [İsra 72]
Bu âyette de yaşayan ve ölen kâfirlere kör deniyor. Yoksa dünyadaki körler ahirette kör olmayacaktır.

MÜMİN VE KÂFİR HER ÖLÜ İŞİTİR

Sual: Buhari ve diğer hadis kitaplarında ölülerin işittiğini Resulullah bildiriyor, ama ona da inanmam, çünkü Kur’an ölü işitmez diyor. İşte âyet:
(Sen ölülere işittiremezsin; arkalarını dönüp giden sağırlara da daveti duyuramazsın. Körleri sapıklıklarından vazgeçirip doğru yola getiremezsin; ancak âyetlerimize inananlara duyurabilirsin.) [Neml 80, 81 Rum 52, 53]

CEVAP
Kur’anı da Resulullah bildirdi. Hadise inanmayan Kur’ana inanır mı? Diğer müfessirler gibi İmam-ı Kadı Beydavi, o âyetin tefsirinde diyor ki: Burada diri olup, gözü kulağı ve beyni olan kâfirler ölüye benzetiliyor, (Ölüleri [kâfirleri] imana kavuşturamazsın) deniyor. (Ölülere, sağırlara işittiremezsin) ifadesinden sonra, (Sen ancak âyetlerimize iman edeceklere işittirebilirsin) deniyor. Kâfirlerin işitmeyeceği, [hakkı kabul etmeyeceği], ancak iman edeceklerin işitecekleri, [kabul edecekleri] bildiriliyor. Eğer kabirdekilerden maksat ölü olsa idi, ölü de işitmeseydi iman edenlere işittirebilirsin ifadesi yersiz ve yanlış olurdu. Hem de kâfir ölü işitmez, mümin ölü işitir anlamı çıkardı. Halbuki en kıymetli hadis kitabı olan Buhari’deki hadis-i şerifte, (Kâfir ölü de işitir) buyuruluyor.

RUH ÖLMEZ ÖLÜ İŞİTİR

Sual: (Ölüler işitmez. Peygamberler de ölüdür. Onlar da işitemez. Onun için şefaat ya Resulallah veya yetiş ya Resulallah demek şirktir) diyenlere nasıl bir cevap vermek gerekir?

CEVAP
Bunlar vehhabilerin ve bunlara aldanan bazı mezhepsizlerin iddialarıdır.
Şirk demek büyük hatadır. Çünkü ruh ölmez. Ruh [can] bedenden ayrı bir varlıktır. Bir âyet meali şöyledir:

(Allah, öleceklerin ölümleri anında, ölmeyeceklerin de uykuları esnasında ruhlarını alır. Ölmelerine hükmettiği kimselerinkini tutar, diğerlerini bir süreye kadar salıverir. Elbette düşünenler için bunda alınacak ibretler vardır.) [Zümer 42]

Bu âyet-i kerime de ruhun bedenden ayrı bir varlık olduğunu bildirmektedir. İşiten ruhtur. Ruhsuz beden bir işe yaramaz. Ama bedensiz ruh, nimet veya azaba duçar olur. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Müminlerin ruhları 7. kat göktedir. Orada Cennetteki makamlarını seyrederler.) [Deylemi]

MÜMİNLER İÇİN DOST VE ŞEFAATÇI VAR

Sual: Şefaati inkâr edenlerin delilleri nedir?

CEVAP
Delilleri yoktur. Misyonerler ile onların oyununa gelenler, kâfirlere şefaat olmadığını ve putların şefaat edemiyeceğini bildiren âyetleri ele alıp, (Peygamber de, melek de şefaat edemez) diyorlar. Kâfirlere şefaat yok demek, müminlere şefaat yok demek değildir. Şefaatin hak olduğu âyet ve hadislerle sabittir.

Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(O gün, kimse şefaat edemez. Ancak Rahman olan Allah’ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığı kimse şefaat eder.) [Taha 109]

(Rahman olan Allah’ın nezdinde söz ve izin alanlardan başkası şefaat edemez.) [Meryem 87]
(Bu iki âyette ancak Rahmanın izin verdikleri şefaat eder deniyor.)

(Allah’ı bırakıp da, taptığı putlar şefaat edemez. Ancak hak dine inanıp ona şahitlik edenler şefaat eder.) [Zuhruf 86]
(Putlar şefaat edemez, ama ehl-i hak şefaat eder deniyor.)

(Allah, şefaat edene ve şefaat edilene izin vermedikçe, hiç kimse şefaat edemez, şefaati fayda vermez. Kalblerindeki müthiş korku giderilince, [şefaat bekleyenler, şefaat edenlere] “Rabbiniz şefaat hakkında ne buyurdu?” diye soracaklar. Onlar [şefaat edenler] ise, “Hak olanı buyurdu [şefaate izin verdi]” diyecekler.) [Sebe 23]

PEYGAMBER HAKKI İÇİN DUA ETMEK

Sual: Peygamber hürmetine veya Peygamber hakkı için diye dua etmek caiz midir?

CEVAP
Elbette caizdir. Çünkü Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Üzerimize hak oldu ki, müminlere yardım ederiz.) [Rum 47]
(Allahü teâlâ kullarına merhamet etmeyi kendisine lazım kıldı.) [Enam 12]

Muteber kitaplarda buyuruluyor ki:
Bu âyet-i kerimeler merhamet ve ihsan ederek, sevdiklerine haklar verdiğini göstermektedir. (İbni Abidin, Hadika, Dürer ve Gurer)

(Peygamberin hakkı için demek, Onun peygamberliği haktır demek olur. Peygamber efendimiz de, bu niyet ile (Peygamberin Muhammed hakkı için) demiş ve harplerde Allahü teâlâdan, Muhacirlerin fukarası hakkı için yardım dilemiştir.

RESULULLAH EFENDİMİZİN ŞEFAATI

Bütün Ehl-i sünnet âlimleri, ittifakla, hepsi şefaati kabul etmişlerdir. Sadece nakilden çok akla tâbi olan Mutezile denilen sapık bir fırka ve Vehhabiler şefaati inkâr etmiştir.

Yeni türedi bazı yazarlar da Peygamber efendimize düşmanlık ederek, “Kur'anı getirmekle onun vazifesi bitmiştir. Kimseye faydası olmaz, şefaat edemez” diyorlar. Onun, âlemlere rahmet olarak geldiğini kabul etmiyorlar, Mutezileye, Vehhabilere inanıyorlar da, şefaatin hak olduğunu bildiren âyet ve hadisleri inkâr ediyorlar.

Halbuki Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]
(Allah ve Resulüne itaat eden, en büyük kurtuluşa ermiştir.) [Ahzab 71]

(Peygamberin verdiğini alın, yasak ettiğinden sakının!) [Haşr 7]
(De ki; “Bana uyun ki, Allah da sizi sevsin!”) [Al-i İmran 31]

RESULULLAH SEVGİSİNİN ÖNEMİ

Sual: Bir misyoner, “Siz, peygamberinizi, tanrıdan çok seviyorsunuz. Tanrının ismi anılınca hiç umursamıyorsunuz da, peygamberinizin ismi geçince hemen salevat okuyorsunuz. Bir de Allah ismi ile peygamberin ismini ayırmaz, yan yana söylersiniz. Allah aşkına şunu yap dense, yapmıyorsunuz da, peygamber aşkına dense hemen yapıyorsunuz” diyor.

Buna ne demeliydim?

CEVAP
Misyonere, “Biz Peygamberimizi çok sevdik de ne yaptık, sizin gibi tanrı mı dedik, tanrının oğlu mu dedik? Putunu yapıp boynumuzda mı taşıdık? Putunun önünde günah mı çıkarttık? Kendi gözünüzdeki merteği görmüyor, bizim gözümüzde saman çöpü arıyorsunuz” demeliydiniz.

Müslüman, Resulullahı, Allah’ın emri olduğu için sever. Biz, Allahü teâlâyı sevdiğimiz için, Resulünü seviyoruz. Müslüman, niye haramlardan kaçar? Niye namaz kılar, niye oruç tutar? Peygamberi sevdiği için mi, yoksa Allah’ı sevdiği için mi? Elbette Allah’ı sevdiği için. Allahü teâlâ, Resulü için habibim diyor, Onu çok seviyor, bizim de sevmemizi ve Ona uymamızı istiyor.

ALEMLERİN RAHMET VE UYARICISI

Sual: Mevlid münasebetiyle Peygamber aşırı övüldü. “O da bir beşer [insan] idi, Kur’anı getirmekle görevi bitti. Aşırı övmek şirk değil mi?

CEVAP
O, ilah değildi, elbette beşer idi, ama “Seyyid-ül-beşer” idi, bütün insanların efendisi idi. Hiç kimse Onu Allahü teâlânın övdüğü kadar övemez. Bu övgüden de ancak başka dinde olan rahatsız olur.

Sual: Peygamber efendimizi öven âyet-i kerimeler hakkında bilgi verir misiniz?

CEVAP
Kur’an-ı kerim baştan sona kadar Resulullah efendimizi övmektedir. Bu konudaki âyet-i kerimelerden bazılarının mealleri şöyledir:

(Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.) [Enbiya 107]
(De ki, ey insanlar, ben, Allah’ın hepiniz için gönderdiği Resulüyüm.) [Araf 158]

ALLAH'IN ELİ NE DEMEKTİR?

Sual: Kur’anda Allah’ın iki eli tabiri geçmektedir. Bu, Allah’ın bizim gibi iki elinin olduğunu göstermez mi?

CEVAP
Asla göstermez. Çünkü Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Onun benzeri hiçbir şey yoktur, O hiçbir şeye benzemez.) [Şura 11]

Onun eli ayağı, gözü var demek, yaratıklara benzetmek olur. Yed’den muradın keyfiyetini Allah bilir demekle yetinmelidir. Çünkü düşündüğümüz, hayal ettiğimiz her şey mahluktur, yaratıktır. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Bildiğimiz, hatırımıza, hayâlimize gelen, duygu organlarımıza etki eden her şey mahluktur. Çünkü, insanın bildiği, hissettiği her şey, kendi eseridir. Bizim, Allahü teâlâyı tenzîh etmemiz, bir şeye benzemez dememiz bile benzetmek olur. (2/9)