ESKİ AHİD
Hristiyanların, Hz.İsa'dan önce gelmiş olan Yahudilerin kutsal kitaplarını aynen kabul ettiklerini biraz önce belirtmiştik. Ancak Yahudiler kendi kutsal kitaplarına Hristiyanların dediği gibi, "Eski Ahid" ismini asla vermezler.Yahudilere göre Hz.İsa asla bir peygamber değildir, ona Allah tarafından hiçbir kitap gönderilmemiştir. Bundan dolayı Allah ile onun arasında yeni veya eski hiçbir sözleşme olmamıştır. İlâhî sözleşme tektir ve bu sözleşme, Allah ile Hz.Musa arasında Tur-ı Sina'da yapılan sözleşmedir. Dolayısi ile bu sözleşmeye "Eski Sözleşme" (Eski Ahid) demek tamamen yanlıştır, ikinci bir sözleşme olmamıştır ki, ona eski sözleşme denebilsin.
Yahudiler kendi kutsal kitaplarına "Eski Ahid" isminin verilmesini reddederler, onlar kendi kutsal kitaplarına "Tanah" adını verirler. Yahudilere göre Tanah, üç bölümden meydana gelmiştir: Tora (Tevrat), Neviim (Nebiler), Ketuviim (Kitaplar). Tanah'ın kelime olarak bir anlamı yoktur, bu kitabı oluşturan üç bölümün isimlerinin baş harfleri olan "T","N" ve"K" harflerinin yanyana dizilmesi ile "Tanah" ismi ortaya çıkmıştır. Tora beş kitap, Neviim ondokuz kitap ve Ketuviim onbir kitaptan oluşmakta ve böylece Tanah'ın içinde yer alan kitaplar, toplam otuzbeş kitap etmektedir. Yahudiler, kendi alfabelerindeki harflerin sayısına uygun olarak Tanah'ta yer alan kitapların sayısını yirmiiki veya bazen yirmidört olarak saymaktadırlar.
İbranice yazılmış ve basılmış olan Tanah ile, Hristiyanların elindeki Eski Ahid arasında hem kitapların sayısı, hem de tertibi bakımından oldukça büyük farklılıklar mevcuttur.İbranice yazılmış Yahudi Tanahına en yakın Eski Ahid, Protestanların elindeki Eski Ahiddir. Protestanların kabul ettiği Eski Ahidde kitap sayısı otuzdokuzdur, İbranice Tanah'ta ise bu sayı otuzbeş idi. İbranice Tanahta Samuel, Krallar ve Tarihler birer kitap olarak sayılmakta, Protestan Eski Ahidinde bunlar ikişer kitap olarak sayılmaktadır. Bununla beraber Protestan nüshasında ikişer kitap olarak sayılan bu kitapların tamamı Tanahta da aynen geçmekte, ancak bunlar ikişer kitap değil, birer kitap olarak değerlendirilmektedir. Protestan Eski Ahidinde I. Samuel ve II. Samuel şeklinde yer alan kitaplar, İbranice Tanahta Samuel A ve Samuel B şeklinde aynen yer almakta, fakat bunlar bir kitap sayılmaktadır. Krallar ve Tarihler kitaplarında da aynı durum söz konusudur.
Ayrıca, Tanahın Ketuviim bölümünde yer alan Ezra-Nehemya, Yahudilerce bir kitap sayılmaktadır. Protestan Eski Ahidinde bunlar iki kitap olarak kabul edilmektedir. Böyle olunca Protestan Eski Ahidi ileYahudi Tanahı arasında görülen dört kitaplık fark ortadan kalkmış oluyor. Tanahta geçen Samuel A, B, Malahim (Krallar) A, B, Divre Hayamim (Tarihler) A, B ve Ezra-Nehemya ikişer kitap olarak kabul edilecek olursa sayı Protestanlarınkinde olduğu gibi otuzdokuza ulaşır. Bununla beraber kitapların sıralanışı bakımından Yahudi Tanahı ile Protestan Eski Ahidi arasında yine fark mevcuttur.Tanahta mevcut olan Tora, Neviim, Ketuviim şeklindeki sıralamaya, Katolikler de Protestanlar da riayet etmemektedirler.
Protestanların dışındaki diğer Hristiyan mezheplerinin kabul ettikleri Eski Ahid ile Yahudi Tanahı arasında kitapların sayısı bakımından büyük farklılıklar vardır. Hatta, bazen aynı mezheb mensuplarının ellerinde bulunan Eski Ahidlerde bile, kitapların sayısı bakımından farklılıklar görülmektedir. Mesela Katolik Kilisesinin neşrettiği Eski Ahidin Arapça Tercümesinde kitapların sayısı kırksekiz, Latincede kırkaltı, Fransızcada kırkbeş iken, Eski Ahidin Yunanca nüshasında bu sayı elliüçe ulaşmaktadır.
Yapılan araştırmalar sonunda, Hristiyanların kabul etmiş olduğu Eski Ahidlerle, Yahudi Tanahı arasında gerek kitapların sayısı bakımından ve gerekse muhtevaları bakımından büyük farklılıklar olduğu, ayrıca başta Katolik ve Protestanlar olmak üzere çeşitli Hristiyan mezheblerinin elinde bulunan Eski Ahidler arasında da sayı ve tertip bakımından farklılıkların olduğu ortaya çıkmaktadır.
Bugün bizim Tevrat ile ilgili olarak öğrendiğimiz bilgilerin büyük çoğunluğu Hristiyan Eski Ahidine dayanmaktadır. Mesela biz Tevratın içinde yer alan beş kitabın isimlerini Yaratılış, Çıkış, Levililer, Sayılar ve Tesniye şeklinde sayarız. Bunlar, İbranice Tanahta geçen isimlerin Türkçeye veya Arapçaya yapılmış tercümeleri değildir. Bu isimler, Hristiyanlarm elinde bulunan Yunancaya tercüme edilmiş Eski Ahidden alınmışlardır. Bu kitapların İbranice nüshalarda geçen orjinal isimleri ile bunların Türkçe tercümeleri şöyledir: 1- Baraşit = Başlangıçta, 2 - Şmot = İsimler, 3 - Vayikra = Seslendi (Allah Hz. Musa'ya Seslendi), 4 - Bamidbar = Sahrada, 5 - Dvariim = Kelimeler. Görüldüğü gibi Hristiyanlar, Tevra-tın beş kitabının orjinal İbranice isimlerini terk etmişler ve her kitabın içinde yer alan konulara göre bunlara yeni isimler vermişlerdir.
Burada bir hususu daha belirtmek gerekir. Bazı araştırmacılar, Tevratı bu şekilde beş bölüme ayırarak her bölümü ayrı ayrı isimlendirmenin, Hz. Musa zamanında yapılmadığını, bunun Hz. Musa'dan sonra yapıldığını ileri sürmekte-dirler.
Görülen bütün bu farklılıklara rağmen Hristiyanların Eski Ahidi, Yahudilerin kutsal kitabı Tanaha dayanmaktadır. Hristiyanlar bir takım ilâveler, çıkarmalar ve değişiklikler yapmış olmakla beraber, Hz. Musa'ya vahyedilen Tora (Tev-rat)yı ve ondan sonra gelmiş olan Yahudi peygamberlerine ait kitapları benimseyip kabul etmişlerdir.
Bazı araştırmacılara göre, dört İncil ve yirmiüç kitaptan meydana gelen "Yeni Ahid" gibi bir kitaba sahip olan Hristiyanların, ayrıca Yahudilerin kutsal kitaplarını "Eski Ahid" adını vererek benimsemelerine tesir eden başlıca sebep, Hristiyanlığın ilk dönemlerinde onların ellerinde herhangi bir yazılı kutsal metnin olmayışıdır. Bu görüşü ileri sürenlere göre, M.S. birinci yüzyılda Hristiyanların elinde henüz kendi kutsal kitapları Yeni Ahid kolleksiyonu mevcut değildi. Hz. İsa'dan hemen sonraki devirde Hristiyanların ellerinde kolleksiyon niteliğinde yazılı bir metnin bulunmayışı, onları o sırada yazılı halde mevcut olan Yahudilerin kutsal kitaplarını kabule zorlamıştır. Bazı araştırmacılar ise, İncillerde ve Yeni Ahidin diğer kitaplarında yeterli miktarda hukukî hükümlerin bulunmamasının, Hristiyanları, hukukî hükümler yönünden çok zengin olan Yahudi kutsal kitabı Tanahı kabul etmeye mecbur ettiğini söylüyorlar. Diğer bazı araştırmacılara gelince, onlar Hristiyanlığı, Yahudiliğin devamı gibi görmekte ve başlangıçta Hz.İsa'nın sadece İsrail oğullarına tebliğ ile memur olduğunu, onun Tevratı iptal için değil, aksine teyid için geldiğini ileri sürmekte ve Hristiyanların Tevratı ve diğer Yahudi kitaplarını bu yüzden kabul ettiğini söylemektedirler.
Hristiyanlığın, başlangıçta sadece İsrail oğullarına mahsus bir din şeklinde ortaya çıktığına ve Hz.İsa'nın yanlız İsrail ırkını tenvirle görevli olduğuna dair görüşleri incelediğimiz zaman, bu görüşü ileri sürenlerin, halen Hristiyanların elinde mevcut olan İncillere dayandıklarını görmekteyiz. Bugün elde mevcut olan İncillerin bir çok yerinde, Hz.İsa'nın sadece İsrail ırkını kurtarmak üzere görevlendirildiği ve onun bu gaye için çalıştığı açıkça yazılıdır. Ancak, yine aynı İncillerde bunun aksine ifadelere de rastlanmaktadır. Özellikle İncillerin son kısımlarında Hz. İsa'nın Havarilerine ve diğer öğrencilerine, diğer milletlere de giderek onlara İncili tebliğ etmelerini emrettiği yazılıdır.
Bazı Müslüman araştırmacılar da bu ilk görüşe iştirak ederek, Hz. İsa'nın sadece İsrail Oğullarına peygamber olarak gönderildiğini ileri sürmekte ve bu görüşlerini Kur'an-ı Kerimdeki bazı ayetlere dayandırmak istemektedirler. Âl-i İmrân suresinde Hz.îsa'nın, İsrail oğullarına resul olarak gönderildiği şeklindeki ifadeden tahsis ma'nası çıkararak, onun davetinin sadece İsrail Oğullarına ait olduğunu, başka milletleri davetle memur olmadığını söyleyen araştırmacılardı, bu görüşün İslâmiyetin peygamberlik anlayışına aykırı olduğunu kavrayamamaktadırlar. Aslında Hz.İsa için ileri sürülen bu iddianın aynısı, bazı Batılı araştırmacılar tarafından Hz.Musa için de ileri sürülmektedir. Bunlar, Hz.Musa'nın başlangıçta sadece İsrail Oğullarını davetle memur olduğunu ve onun diğer kavimleri ıslah için çalışmadığını iddia etmektedirler. Her iki peygamber için ileri sürülen bu iddiayı, İslâmî inanç noktasından ele aldığımız zaman bunun doğru olmadığını görürüz. Kur'an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerde bu iddiayı destekleyecek açık bir hüküm yoktur. Aksine Kur'an-ı Kerim, bize Hz. Musa'nın, kardeşi Harun ile beraber İsrail ırkından olmayan Firavun, Karun ve Haman'ı imana davet ettiğini haber vermektedir. İsrail ırkından olmayan bu kimselerin Hz. Musa tarafından imana davet edilmeleri, Yahudiliğin onun zamanında millî bir din hüviyetinde olmadığını açıkça göstermektedir. Âl-i İmrân suresinde geçen, Hz. İsa'nın Benî İsrail'e resûl olarak gönderildiği tabiri, onun davetinin sadece İsrail ırkına tahsis edilmiş olduğunu göstermez. Nitekim Kur'anda, Hz. Musa için de benzeri ifadeler vardır. es-Saff suresinde Hz.Musa, İsrail oğullarına "Ey kavmim! benim Allah tarafından size peygamber olarak gönderildiğimi bildiğiniz halde neden bana eziyet ediyorsunuz?" diye hitap etmektedir. Bu ifadeyi kullanan aynı Hz.Musa'nın, İsrail ırkından olmayan Firavun'a ve diğerlerine iman teklif etmesi, Kur'anda geçen "bir kavme gönderilmiş olmak" tabiri ile kastedilen şeyin, bu davetin sadece o kavme mahsus olduğu anlamına gelmez. Hz İsa da kavmine, "Ey İsrail oğulları! ben, benden önce gelmiş olan Tevratı tasdik edici olarak ve benden sonra gelecek olan ve ismi Ahmed olan bir resulü müjdeleyici olduğum halde Allah'ın size göndermiş olduğu resûlüm." diye hitabet-mektedir. Bu ayetten anlaşıldığına göre Hz.İsa'nın, İsrail Oğullarına peygamber olarak gönderilmesi, onun bu kavmin dışındakilerini kendi dinine davet edemiyeceği ma'nasına alınamaz. Çünkü, Hz.İsa, Hz. Musa'ya gelen Tevratı tasdik etmektedir ve Tevrat, Hz.Musa'nın daveti olarak sadece İsrail oğullarına tahsis edilmiş değildir. Hz.İsa ,Tevratı tasdik edip ona tabi olunca, onun davetinin de Musa'nın daveti gibi umûmî olması kaçınılmaz olur. Hz. İsa, İsrail Oğullarına" Ben size gönderildim." demiştir. Hz.Musa da İsrail Oğullarına "Ben size gönderildim." diye hitabetmiştir. Aynı sözü söyleyen Hz.Musa'nın daveti umûmî olurken, neden Hz. İsa'nın daveti husûsî olsun? Yine es-Saff suresindeki ayette Hz.İsa, daveti umûmî olan Ahmed (Muhammed)'i müjdelemektedir.
Bu dahi, onun davetinin de Hz.Muhammed'in daveti gibi umûmî olması gerektiğini gösterir.
Kur'an-ı Kerimde geçen "kavm" kelimesi ile, bir kan bağı veya ırkî bir birliği anlamak bize göre yanlıştır. Kur'ân, bu tabirle daha ziyade birlikte yaşayan bir topluluğu kasdet-mektedir. Kur'an-ı Kerimde geçen bu kelimeyi Eski Ahidin ırkçı ve siyonist mantığı ile yorumlamak, onun cihanşumullü-ğü ile bağdaşmaz. Kur'an-ı Kerim insanları şu veya bu ırka mensub olmaları açısından değil, inananlar ve inanmayanlar açısından tasnife tabi tutar.
Millî din, Sır dini gibi kavramlar, İslâmî inanca aykırıdır. Hristiyanlığın başlangıçta millî bir din oluşu, Hz. İsa'nın İsrail Oğullarından başkalarını bu dine davet etmemesi, onun sadece İsrail Oğullarını hakka davet etmesi ma'nasına gelir ki, bu İslâmdaki nübüvvet ve risalet anlayışına aykırıdır. Bir peygamber kendi yakınında bulunan insanlardan bir kısmını hak yola, Allah'ın birliğine çağıracak, diğer bir kısmını ise, "Siz benim ırkımdan değilsiniz, sizi hak yola çağıramam, sizi dinime alamam." diyerek onların kendi dinine girmesini reddedecek, bu vahye dayalı hiçbir din için düşünülemez.
Bütün peygamberlerin görevi, hangi ırk ve milletten olursa olsun bulabildiği ve ulaşabildiği her insana, Allah'ın varlığını ve birliğini tebliğ etmektir. Mamafih bazı peygamberlerin daveti mevzî olabilir, yaygın olmayabilir, hatta öyle peygamberler vardır ki, bırakın bir kavmi, sadece bir köyü hak yola davet etmekle yükümlü olmuşlardır. Ancak bunlar bile görevlerini yaptıkları köylerde insanları, "Sen şu ırktansın ,seni dinime alamam,sen ise benim ırkımdansın seni dinime alabilirim." tarzında bir ayırıma tabi tutmamışlardır.
Davetin umûmî veya mevzî oluşu, o peygamberin dini
yaymadaki etkisi ile orantılıdır. Eğer bir peygamber davetin
de başarılı olur, çevresindeki insanları hak yola iknada mu
vaffak olur ve kendisine çok sayıda insan tabi olursa, onun
faaliyet sahası kendine tabi olanların da yardımı ile gitgide
genişleyerek ilk olarak ortaya çıktığı yerin dışına taşar,
çevreye yayılır ve daveti zamanla diğer bölgelere ve ülkelere
ulaşır.
Hz. İsa'nın ortaya çıktığı bölgede yoğun olarak İsrail Oğulları bulunmakta idiler. Hz.İsa'nın kendisi de annesi tarafından İsrail Oğullarına dayanmaktadır. Dolayısı ile onun davete başladığı ortam, İsrail Oğulları ortamıdır. Kendisi bir İsrailli olduğu gibi, doğup büyüdüğü ve tebliğe başladığı cemiyet de bir Yahudi cemiyetidir. Ancak onun ortaya çıktığı Filistin'de sadece Yahudiler yaşamıyorlardı, Yahudilerin yanı-sıra yerli halk olarak Araplar ve diğer başka ırklar aynı yerde yaşamaya devam ettikleri gibi, dışardan gelen Romalılar, Yunanlılar vb. bazı ırklar da orada bulunuyorlardı. Hz. İsa, tebliğine ilk olarak Yahudiler arasında başlamıştır. Ancak o, ırkı ve dili ne olursa olsun bu bölgede yaşayan herkese hak dini tebliğ etmiş, çalışmalarını sadece İsrail Oğullarına tahsis etmemiştir. Hz. İsa'nın, Filistin'den çıkıp Hz. Musa ve Hz. İbrahim'in yaptığı gibi Suriye, Mısır ve Irak gibi yerleri dolaşarak oradaki insanlara dinini tebliğ etme imkânı yoktu. Çünkü peygamberlik süresi çok kısa idi ve üç sene zarfında diğer ülkelerin insanlarına ulaşması mümkün değildi. Onun daveti, kendisi dünyada iken mevzî kalmış ve hayatta olduğu süre içinde kendisine çok az kişi iman etmiş idi. Ancak, dünyadan ayrılmasından sonra öğrencileri tarafından onun daveti, Filistin sınırları dışına taşırılmış ve umûmî bir davet haline getirilmiştir. Hayatta iken onun daveti sadece Filistin bölgesi ile sınırlı kaldığı halde, o hiçbir zaman burada yaşayan insanları İsrailli olan ve olmayanlar şeklinde ayırıma tabi tutmamıştır. O, rastladığı ve konuşabildiği herkese karşı tebliğ görevini yerine getirmiştir.
Hristiyanlığın başlangıçta, Hz.İsa tarafından sadece İsrail Oğullarına tebliğ edilen bir din olduğu şeklindeki görüş, esas itibari ile İncillere dayanmakla beraber, daha önce belirtildiği üzere aynı İncillerde karşı görüşü destekleyen ifadelere de rastlamak mümkündür. Matta'ya göre Hz.İsa, çarmıha gerilişinden sonra yeniden dirilmiş ve öğrencilerine görünerek "İmdi-siz gidip bütün milletleri şakirt edin" demiştir. Acaba Mat-ta'da ve diğer İncillerde bulunan bu ifade nasıl yorumlanacaktır? Yoksa Hz. İsa, kendisi sadece İsrail Oğullarını dine davet ederken, öğrencilerine kendi yaptığının aksini yaptırıp, İsrail Oğullan dışına çıkmalarını ve diğer milletleri davet etmelerini mi emretmiştir? O, kendi yapmakta sakınca bulduğu şeyi yapmalarını niçin öğrencilerinden istesin? Bazı araştırmacılar, Matta, 28 : 19 daki ifade ile buna benzeyen ve öbür İncillerde yer alan diğer ifadelerin, İncillere sonradan sokulduğunu iddia ederek Hristiyanlığın başlangıçta sadece İsrail ırkına mahsus bir din iken, sonradan yukarda bahsedilen kısımların İncillere eklenmesi ile, bu hüviyetini kaybedip evrenselleştiğini ileri sürüyorlar. İncillere nelerin sonradan eklendiği ve nelerin çıkarıldığını anlamak için bu kitapların orjinal nüshalarının elde olması gerekir. Bu nüshaların hiçbiri ortada olmadığına göre, yukardaki iddia kadar, onun tam tersi de sözkonusu olabilir. Biri çıksa İncillere bu kısımlar değil de, diğer kısımlar sonradan eklenmiştir derse, onun iddiası da en az birinci iddia kadar doğru olabilir. Çünkü ne birinci iddianın, ne de ikinci iddianın ispatlanma şansı vardır.
Hristiyanların, Yahudi kutsal kitaplarını benimsediklerini daha önce açıklamıştık. Yani Hristiyanlar, şu anda Yahudi Tanahı içinde yer alan bütün kitapları kabul etmektedirler. Buna ilâve olarak Hristiyanlar, bazı Yahudi peygamberler tarafından yazıldığı söylenmekle beraber, Yahudilerce sahte (Apokrif) sayılarak reddedilen diğer bazı kitapları da benimsemektedirler. Yahudi Tanahı içinde yer almayan bu kitaplar, Hristiyan Eski Ahidi içinde yer almaktadır. Yahudiler tarafından sahte olduğu ileri sürülen bu kitapları kabul hususunda, Hristiyan mezhebleri arasında tam bir ittifak yoktur. Roma Katolik kilisesi, 1546 yılında Trento'da yapılan konsilde bu kitapların sahih ve kutsal olduğunu resmen ilan etmiş ve diğer kutsal kitaplara gösterilen saygının bu kitaplara da gösterilmesi gerektiğini söylemiştir. Protestan mezhebinin kurucusu Martin Luther ise, bu kitaplara kutsal yazı gözü ile bakmamış ve onları Kitâb-ı Mukaddesin içine dahil etmemiştir. Fakat Luther, yine bu kitapların okunmasının faydalı olabileceğini ileri sürmüştür. Katoliklerin Kitâb-ı Mukaddesi içinde yer alan bu kitaplara Katolikler "Apokrif" demezler, onlar bu kitaplara "Deutero Kanonik Kitaplar" (İkinci Derecede Kanunî Kitaplar) ismini verirler. Katoliklerce kutsal sayılan bu kitapların sayısı, Kitâb-ı Mukaddesin diğer dillere yapılan tercümelerinde birbirinden farklıdır. Yunanca Eski Ahidde bunların sayısı onikiye ulaşırken, Latince ve diğer bazı dillerdeki tercümelerde bu sayı daha azdır.
Katoliklerin "Deutero Kanonik " saydıkları, Protestanların ise "Apokrif" kabul ettiği bu kitaplar şunlardır : 1- Tobit'in Kitabı, 2- Yudit'in Kitabı, 3- Ester'in Kitabı, 4- Makabilerin Birinci Kitabı, 5- Makabilerin İkinci Kitabı, 6- Bilgelik Kitabı, 7- Si-rak Kitabı, 8- Baruh'un Kitabı, 9- Yeremya'nın Mektubu, 10-Danyal'ın Kitabına Birinci Ek: Şadrak'ın Duası ve Üç Delikanlının Ezgisi, l1- Danyal'ın Kitabına İkinci Ek: Suzanna, 12- Dan-yal'ın Kitabına Üçüncü Ek: Bel ve Ejderha. Hristiyanlara göre bu kitaplar Tanahın aslında var idi ve Tanah Yunancaya ilk tercüme edilirken, bunlar Tanah'ın içinde yer almakta idi. M.S. dördüncü asırda bu kitapların kutsal olup olmadığı Hristiyanlar tarafından münakaşa edilmeye başlanınca, Eski Ahidi Latinceye çeviren Aziz Hiyeronimus, bu kitapları Yunanca metindekinden farklı olarak ayrı bir kısma koydu.
Eski Ahid, Hristiyanlar tarafından ne zaman benimsenmeye başlanmıştır? Eski Ahid, Yeni Ahidle birlikte bir bütün olarak ne zaman tertiplenerek Hristiyan Kitâb-ı Mukaddesi meydana çıkmıştır? Araştırmacılar bu konuda kesin bir tarih verememektedirler. Eldeki mevcut İncillere göre Hz. İsa, dünyada iken Tevratı ve şeriatı iptal için değil, aksine onu teyid ve tasdik için çalışmıştır. Gerek İncillerin verdiği bilgilerden ve gerekse diğer Hristiyan kaynaklardan anlaşılan şey, Hz.İsa'nın dünyada iken, Hz.Musa'nın şeriati ile amel ettiği şeklindedir. Kur'an-ı Kerime göre de Hz.İsa, Hz. Musa'ya gönderilen Tevratı teyid ve tasdik etmiştir.
Bazı araştırmacılar, Hz. İsa ve onun talebelerinin Eski Ahidi, Yahudi hahamlarının kullanmış oldukları İbranice şekli ile okuyup anladıklarını ve kabul ettiklerini ileri sürmektedirler. Bu iddiayı ortaya atanlara göre, Hz. İsa zamanında, Hristi-yanların benimsedikleri Eski Ahid ile Yahudi Tanahı arasında hiçbir fark yoktu. Hz.İsa'dan bir süre sonra Kitâb-ı Mukaddesin tamamının Yunancaya tercüme edilmesini müteakip bu farklılıklar ortaya çıkmıştır. Bu tercüme olayından sonra Yahudi hahamları, Yunanca tercümelerin, Tanahın İbranice orjinal metninden farklı olduğunu söylemeye başlamışlardır.
M.S. ikinci yüzyılın ortalarında ortaya çıkan Marcion, Hristiyan Kitâb-ı Mukaddesi içinde Eski Ahidin yerinin olmadığını söyleyerek, Kitâb-ı Mukaddesin sadece Yeni Ahidden ibaret olduğunu ileri sürmüştür. Kilisenin, Yeni Ahid ile Eski Ahidi birleştirerek bir kitap yazma işine girişmesinden bir süre sonra, Marcion ve taraftarları ortaya çıkarak, Hristiyanlığın Eski Ahid ile bir ilgisinin olmadığını, bu dinin tek kutsal kitabının Yeni Ahid olduğunu söylemişlerdir. Marcion'nun başlattığı bu Eski Ahidi red hareketine "Marcionizm" adı verilmiştir.
Hristiyan dünyasında Yeni Ahid ile Eski Ahidi bir kitap halinde tertip etme işine İrenaeus, Tertullian ve Clement gibi Kilise babaları öncülük etmişlerdir. Ancak, bazı araştırmacılar bu hareketin başlangıcının Origen'e dayandığını ifade etmektedirler. Yukarda adı geçen Kilise babalarına göre, Yeni Ahid ile Eski Ahid birbirlerini tamamlamakta olup, Eski Ahid olmaksızın, ne Hz. İsa'yı, ne de Hristiyanlığı anlamak mümkün değildir. Yeni ve Eski Ahidin birlikte yazılarak bugünkü Hristiyan Kitâb-ı Mukaddesinin oluşturulmaya başlandığı yılların, M.S. 1801i yıllar olduğu ileri sürülmektedir.
Yahudiler kendi kutsal kitaplarına "Eski Ahid" isminin verilmesini reddederler, onlar kendi kutsal kitaplarına "Tanah" adını verirler. Yahudilere göre Tanah, üç bölümden meydana gelmiştir: Tora (Tevrat), Neviim (Nebiler), Ketuviim (Kitaplar). Tanah'ın kelime olarak bir anlamı yoktur, bu kitabı oluşturan üç bölümün isimlerinin baş harfleri olan "T","N" ve"K" harflerinin yanyana dizilmesi ile "Tanah" ismi ortaya çıkmıştır. Tora beş kitap, Neviim ondokuz kitap ve Ketuviim onbir kitaptan oluşmakta ve böylece Tanah'ın içinde yer alan kitaplar, toplam otuzbeş kitap etmektedir. Yahudiler, kendi alfabelerindeki harflerin sayısına uygun olarak Tanah'ta yer alan kitapların sayısını yirmiiki veya bazen yirmidört olarak saymaktadırlar.
İbranice yazılmış ve basılmış olan Tanah ile, Hristiyanların elindeki Eski Ahid arasında hem kitapların sayısı, hem de tertibi bakımından oldukça büyük farklılıklar mevcuttur.İbranice yazılmış Yahudi Tanahına en yakın Eski Ahid, Protestanların elindeki Eski Ahiddir. Protestanların kabul ettiği Eski Ahidde kitap sayısı otuzdokuzdur, İbranice Tanah'ta ise bu sayı otuzbeş idi. İbranice Tanahta Samuel, Krallar ve Tarihler birer kitap olarak sayılmakta, Protestan Eski Ahidinde bunlar ikişer kitap olarak sayılmaktadır. Bununla beraber Protestan nüshasında ikişer kitap olarak sayılan bu kitapların tamamı Tanahta da aynen geçmekte, ancak bunlar ikişer kitap değil, birer kitap olarak değerlendirilmektedir. Protestan Eski Ahidinde I. Samuel ve II. Samuel şeklinde yer alan kitaplar, İbranice Tanahta Samuel A ve Samuel B şeklinde aynen yer almakta, fakat bunlar bir kitap sayılmaktadır. Krallar ve Tarihler kitaplarında da aynı durum söz konusudur.
Ayrıca, Tanahın Ketuviim bölümünde yer alan Ezra-Nehemya, Yahudilerce bir kitap sayılmaktadır. Protestan Eski Ahidinde bunlar iki kitap olarak kabul edilmektedir. Böyle olunca Protestan Eski Ahidi ileYahudi Tanahı arasında görülen dört kitaplık fark ortadan kalkmış oluyor. Tanahta geçen Samuel A, B, Malahim (Krallar) A, B, Divre Hayamim (Tarihler) A, B ve Ezra-Nehemya ikişer kitap olarak kabul edilecek olursa sayı Protestanlarınkinde olduğu gibi otuzdokuza ulaşır. Bununla beraber kitapların sıralanışı bakımından Yahudi Tanahı ile Protestan Eski Ahidi arasında yine fark mevcuttur.Tanahta mevcut olan Tora, Neviim, Ketuviim şeklindeki sıralamaya, Katolikler de Protestanlar da riayet etmemektedirler.
Protestanların dışındaki diğer Hristiyan mezheplerinin kabul ettikleri Eski Ahid ile Yahudi Tanahı arasında kitapların sayısı bakımından büyük farklılıklar vardır. Hatta, bazen aynı mezheb mensuplarının ellerinde bulunan Eski Ahidlerde bile, kitapların sayısı bakımından farklılıklar görülmektedir. Mesela Katolik Kilisesinin neşrettiği Eski Ahidin Arapça Tercümesinde kitapların sayısı kırksekiz, Latincede kırkaltı, Fransızcada kırkbeş iken, Eski Ahidin Yunanca nüshasında bu sayı elliüçe ulaşmaktadır.
Yapılan araştırmalar sonunda, Hristiyanların kabul etmiş olduğu Eski Ahidlerle, Yahudi Tanahı arasında gerek kitapların sayısı bakımından ve gerekse muhtevaları bakımından büyük farklılıklar olduğu, ayrıca başta Katolik ve Protestanlar olmak üzere çeşitli Hristiyan mezheblerinin elinde bulunan Eski Ahidler arasında da sayı ve tertip bakımından farklılıkların olduğu ortaya çıkmaktadır.
Bugün bizim Tevrat ile ilgili olarak öğrendiğimiz bilgilerin büyük çoğunluğu Hristiyan Eski Ahidine dayanmaktadır. Mesela biz Tevratın içinde yer alan beş kitabın isimlerini Yaratılış, Çıkış, Levililer, Sayılar ve Tesniye şeklinde sayarız. Bunlar, İbranice Tanahta geçen isimlerin Türkçeye veya Arapçaya yapılmış tercümeleri değildir. Bu isimler, Hristiyanlarm elinde bulunan Yunancaya tercüme edilmiş Eski Ahidden alınmışlardır. Bu kitapların İbranice nüshalarda geçen orjinal isimleri ile bunların Türkçe tercümeleri şöyledir: 1- Baraşit = Başlangıçta, 2 - Şmot = İsimler, 3 - Vayikra = Seslendi (Allah Hz. Musa'ya Seslendi), 4 - Bamidbar = Sahrada, 5 - Dvariim = Kelimeler. Görüldüğü gibi Hristiyanlar, Tevra-tın beş kitabının orjinal İbranice isimlerini terk etmişler ve her kitabın içinde yer alan konulara göre bunlara yeni isimler vermişlerdir.
Burada bir hususu daha belirtmek gerekir. Bazı araştırmacılar, Tevratı bu şekilde beş bölüme ayırarak her bölümü ayrı ayrı isimlendirmenin, Hz. Musa zamanında yapılmadığını, bunun Hz. Musa'dan sonra yapıldığını ileri sürmekte-dirler.
Görülen bütün bu farklılıklara rağmen Hristiyanların Eski Ahidi, Yahudilerin kutsal kitabı Tanaha dayanmaktadır. Hristiyanlar bir takım ilâveler, çıkarmalar ve değişiklikler yapmış olmakla beraber, Hz. Musa'ya vahyedilen Tora (Tev-rat)yı ve ondan sonra gelmiş olan Yahudi peygamberlerine ait kitapları benimseyip kabul etmişlerdir.
Bazı araştırmacılara göre, dört İncil ve yirmiüç kitaptan meydana gelen "Yeni Ahid" gibi bir kitaba sahip olan Hristiyanların, ayrıca Yahudilerin kutsal kitaplarını "Eski Ahid" adını vererek benimsemelerine tesir eden başlıca sebep, Hristiyanlığın ilk dönemlerinde onların ellerinde herhangi bir yazılı kutsal metnin olmayışıdır. Bu görüşü ileri sürenlere göre, M.S. birinci yüzyılda Hristiyanların elinde henüz kendi kutsal kitapları Yeni Ahid kolleksiyonu mevcut değildi. Hz. İsa'dan hemen sonraki devirde Hristiyanların ellerinde kolleksiyon niteliğinde yazılı bir metnin bulunmayışı, onları o sırada yazılı halde mevcut olan Yahudilerin kutsal kitaplarını kabule zorlamıştır. Bazı araştırmacılar ise, İncillerde ve Yeni Ahidin diğer kitaplarında yeterli miktarda hukukî hükümlerin bulunmamasının, Hristiyanları, hukukî hükümler yönünden çok zengin olan Yahudi kutsal kitabı Tanahı kabul etmeye mecbur ettiğini söylüyorlar. Diğer bazı araştırmacılara gelince, onlar Hristiyanlığı, Yahudiliğin devamı gibi görmekte ve başlangıçta Hz.İsa'nın sadece İsrail oğullarına tebliğ ile memur olduğunu, onun Tevratı iptal için değil, aksine teyid için geldiğini ileri sürmekte ve Hristiyanların Tevratı ve diğer Yahudi kitaplarını bu yüzden kabul ettiğini söylemektedirler.
Hristiyanlığın, başlangıçta sadece İsrail oğullarına mahsus bir din şeklinde ortaya çıktığına ve Hz.İsa'nın yanlız İsrail ırkını tenvirle görevli olduğuna dair görüşleri incelediğimiz zaman, bu görüşü ileri sürenlerin, halen Hristiyanların elinde mevcut olan İncillere dayandıklarını görmekteyiz. Bugün elde mevcut olan İncillerin bir çok yerinde, Hz.İsa'nın sadece İsrail ırkını kurtarmak üzere görevlendirildiği ve onun bu gaye için çalıştığı açıkça yazılıdır. Ancak, yine aynı İncillerde bunun aksine ifadelere de rastlanmaktadır. Özellikle İncillerin son kısımlarında Hz. İsa'nın Havarilerine ve diğer öğrencilerine, diğer milletlere de giderek onlara İncili tebliğ etmelerini emrettiği yazılıdır.
Bazı Müslüman araştırmacılar da bu ilk görüşe iştirak ederek, Hz. İsa'nın sadece İsrail Oğullarına peygamber olarak gönderildiğini ileri sürmekte ve bu görüşlerini Kur'an-ı Kerimdeki bazı ayetlere dayandırmak istemektedirler. Âl-i İmrân suresinde Hz.îsa'nın, İsrail oğullarına resul olarak gönderildiği şeklindeki ifadeden tahsis ma'nası çıkararak, onun davetinin sadece İsrail Oğullarına ait olduğunu, başka milletleri davetle memur olmadığını söyleyen araştırmacılardı, bu görüşün İslâmiyetin peygamberlik anlayışına aykırı olduğunu kavrayamamaktadırlar. Aslında Hz.İsa için ileri sürülen bu iddianın aynısı, bazı Batılı araştırmacılar tarafından Hz.Musa için de ileri sürülmektedir. Bunlar, Hz.Musa'nın başlangıçta sadece İsrail Oğullarını davetle memur olduğunu ve onun diğer kavimleri ıslah için çalışmadığını iddia etmektedirler. Her iki peygamber için ileri sürülen bu iddiayı, İslâmî inanç noktasından ele aldığımız zaman bunun doğru olmadığını görürüz. Kur'an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerde bu iddiayı destekleyecek açık bir hüküm yoktur. Aksine Kur'an-ı Kerim, bize Hz. Musa'nın, kardeşi Harun ile beraber İsrail ırkından olmayan Firavun, Karun ve Haman'ı imana davet ettiğini haber vermektedir. İsrail ırkından olmayan bu kimselerin Hz. Musa tarafından imana davet edilmeleri, Yahudiliğin onun zamanında millî bir din hüviyetinde olmadığını açıkça göstermektedir. Âl-i İmrân suresinde geçen, Hz. İsa'nın Benî İsrail'e resûl olarak gönderildiği tabiri, onun davetinin sadece İsrail ırkına tahsis edilmiş olduğunu göstermez. Nitekim Kur'anda, Hz. Musa için de benzeri ifadeler vardır. es-Saff suresinde Hz.Musa, İsrail oğullarına "Ey kavmim! benim Allah tarafından size peygamber olarak gönderildiğimi bildiğiniz halde neden bana eziyet ediyorsunuz?" diye hitap etmektedir. Bu ifadeyi kullanan aynı Hz.Musa'nın, İsrail ırkından olmayan Firavun'a ve diğerlerine iman teklif etmesi, Kur'anda geçen "bir kavme gönderilmiş olmak" tabiri ile kastedilen şeyin, bu davetin sadece o kavme mahsus olduğu anlamına gelmez. Hz İsa da kavmine, "Ey İsrail oğulları! ben, benden önce gelmiş olan Tevratı tasdik edici olarak ve benden sonra gelecek olan ve ismi Ahmed olan bir resulü müjdeleyici olduğum halde Allah'ın size göndermiş olduğu resûlüm." diye hitabet-mektedir. Bu ayetten anlaşıldığına göre Hz.İsa'nın, İsrail Oğullarına peygamber olarak gönderilmesi, onun bu kavmin dışındakilerini kendi dinine davet edemiyeceği ma'nasına alınamaz. Çünkü, Hz.İsa, Hz. Musa'ya gelen Tevratı tasdik etmektedir ve Tevrat, Hz.Musa'nın daveti olarak sadece İsrail oğullarına tahsis edilmiş değildir. Hz.İsa ,Tevratı tasdik edip ona tabi olunca, onun davetinin de Musa'nın daveti gibi umûmî olması kaçınılmaz olur. Hz. İsa, İsrail Oğullarına" Ben size gönderildim." demiştir. Hz.Musa da İsrail Oğullarına "Ben size gönderildim." diye hitabetmiştir. Aynı sözü söyleyen Hz.Musa'nın daveti umûmî olurken, neden Hz. İsa'nın daveti husûsî olsun? Yine es-Saff suresindeki ayette Hz.İsa, daveti umûmî olan Ahmed (Muhammed)'i müjdelemektedir.
Bu dahi, onun davetinin de Hz.Muhammed'in daveti gibi umûmî olması gerektiğini gösterir.
Kur'an-ı Kerimde geçen "kavm" kelimesi ile, bir kan bağı veya ırkî bir birliği anlamak bize göre yanlıştır. Kur'ân, bu tabirle daha ziyade birlikte yaşayan bir topluluğu kasdet-mektedir. Kur'an-ı Kerimde geçen bu kelimeyi Eski Ahidin ırkçı ve siyonist mantığı ile yorumlamak, onun cihanşumullü-ğü ile bağdaşmaz. Kur'an-ı Kerim insanları şu veya bu ırka mensub olmaları açısından değil, inananlar ve inanmayanlar açısından tasnife tabi tutar.
Millî din, Sır dini gibi kavramlar, İslâmî inanca aykırıdır. Hristiyanlığın başlangıçta millî bir din oluşu, Hz. İsa'nın İsrail Oğullarından başkalarını bu dine davet etmemesi, onun sadece İsrail Oğullarını hakka davet etmesi ma'nasına gelir ki, bu İslâmdaki nübüvvet ve risalet anlayışına aykırıdır. Bir peygamber kendi yakınında bulunan insanlardan bir kısmını hak yola, Allah'ın birliğine çağıracak, diğer bir kısmını ise, "Siz benim ırkımdan değilsiniz, sizi hak yola çağıramam, sizi dinime alamam." diyerek onların kendi dinine girmesini reddedecek, bu vahye dayalı hiçbir din için düşünülemez.
Bütün peygamberlerin görevi, hangi ırk ve milletten olursa olsun bulabildiği ve ulaşabildiği her insana, Allah'ın varlığını ve birliğini tebliğ etmektir. Mamafih bazı peygamberlerin daveti mevzî olabilir, yaygın olmayabilir, hatta öyle peygamberler vardır ki, bırakın bir kavmi, sadece bir köyü hak yola davet etmekle yükümlü olmuşlardır. Ancak bunlar bile görevlerini yaptıkları köylerde insanları, "Sen şu ırktansın ,seni dinime alamam,sen ise benim ırkımdansın seni dinime alabilirim." tarzında bir ayırıma tabi tutmamışlardır.
Davetin umûmî veya mevzî oluşu, o peygamberin dini
yaymadaki etkisi ile orantılıdır. Eğer bir peygamber davetin
de başarılı olur, çevresindeki insanları hak yola iknada mu
vaffak olur ve kendisine çok sayıda insan tabi olursa, onun
faaliyet sahası kendine tabi olanların da yardımı ile gitgide
genişleyerek ilk olarak ortaya çıktığı yerin dışına taşar,
çevreye yayılır ve daveti zamanla diğer bölgelere ve ülkelere
ulaşır.
Hz. İsa'nın ortaya çıktığı bölgede yoğun olarak İsrail Oğulları bulunmakta idiler. Hz.İsa'nın kendisi de annesi tarafından İsrail Oğullarına dayanmaktadır. Dolayısı ile onun davete başladığı ortam, İsrail Oğulları ortamıdır. Kendisi bir İsrailli olduğu gibi, doğup büyüdüğü ve tebliğe başladığı cemiyet de bir Yahudi cemiyetidir. Ancak onun ortaya çıktığı Filistin'de sadece Yahudiler yaşamıyorlardı, Yahudilerin yanı-sıra yerli halk olarak Araplar ve diğer başka ırklar aynı yerde yaşamaya devam ettikleri gibi, dışardan gelen Romalılar, Yunanlılar vb. bazı ırklar da orada bulunuyorlardı. Hz. İsa, tebliğine ilk olarak Yahudiler arasında başlamıştır. Ancak o, ırkı ve dili ne olursa olsun bu bölgede yaşayan herkese hak dini tebliğ etmiş, çalışmalarını sadece İsrail Oğullarına tahsis etmemiştir. Hz. İsa'nın, Filistin'den çıkıp Hz. Musa ve Hz. İbrahim'in yaptığı gibi Suriye, Mısır ve Irak gibi yerleri dolaşarak oradaki insanlara dinini tebliğ etme imkânı yoktu. Çünkü peygamberlik süresi çok kısa idi ve üç sene zarfında diğer ülkelerin insanlarına ulaşması mümkün değildi. Onun daveti, kendisi dünyada iken mevzî kalmış ve hayatta olduğu süre içinde kendisine çok az kişi iman etmiş idi. Ancak, dünyadan ayrılmasından sonra öğrencileri tarafından onun daveti, Filistin sınırları dışına taşırılmış ve umûmî bir davet haline getirilmiştir. Hayatta iken onun daveti sadece Filistin bölgesi ile sınırlı kaldığı halde, o hiçbir zaman burada yaşayan insanları İsrailli olan ve olmayanlar şeklinde ayırıma tabi tutmamıştır. O, rastladığı ve konuşabildiği herkese karşı tebliğ görevini yerine getirmiştir.
Hristiyanlığın başlangıçta, Hz.İsa tarafından sadece İsrail Oğullarına tebliğ edilen bir din olduğu şeklindeki görüş, esas itibari ile İncillere dayanmakla beraber, daha önce belirtildiği üzere aynı İncillerde karşı görüşü destekleyen ifadelere de rastlamak mümkündür. Matta'ya göre Hz.İsa, çarmıha gerilişinden sonra yeniden dirilmiş ve öğrencilerine görünerek "İmdi-siz gidip bütün milletleri şakirt edin" demiştir. Acaba Mat-ta'da ve diğer İncillerde bulunan bu ifade nasıl yorumlanacaktır? Yoksa Hz. İsa, kendisi sadece İsrail Oğullarını dine davet ederken, öğrencilerine kendi yaptığının aksini yaptırıp, İsrail Oğullan dışına çıkmalarını ve diğer milletleri davet etmelerini mi emretmiştir? O, kendi yapmakta sakınca bulduğu şeyi yapmalarını niçin öğrencilerinden istesin? Bazı araştırmacılar, Matta, 28 : 19 daki ifade ile buna benzeyen ve öbür İncillerde yer alan diğer ifadelerin, İncillere sonradan sokulduğunu iddia ederek Hristiyanlığın başlangıçta sadece İsrail ırkına mahsus bir din iken, sonradan yukarda bahsedilen kısımların İncillere eklenmesi ile, bu hüviyetini kaybedip evrenselleştiğini ileri sürüyorlar. İncillere nelerin sonradan eklendiği ve nelerin çıkarıldığını anlamak için bu kitapların orjinal nüshalarının elde olması gerekir. Bu nüshaların hiçbiri ortada olmadığına göre, yukardaki iddia kadar, onun tam tersi de sözkonusu olabilir. Biri çıksa İncillere bu kısımlar değil de, diğer kısımlar sonradan eklenmiştir derse, onun iddiası da en az birinci iddia kadar doğru olabilir. Çünkü ne birinci iddianın, ne de ikinci iddianın ispatlanma şansı vardır.
Hristiyanların, Yahudi kutsal kitaplarını benimsediklerini daha önce açıklamıştık. Yani Hristiyanlar, şu anda Yahudi Tanahı içinde yer alan bütün kitapları kabul etmektedirler. Buna ilâve olarak Hristiyanlar, bazı Yahudi peygamberler tarafından yazıldığı söylenmekle beraber, Yahudilerce sahte (Apokrif) sayılarak reddedilen diğer bazı kitapları da benimsemektedirler. Yahudi Tanahı içinde yer almayan bu kitaplar, Hristiyan Eski Ahidi içinde yer almaktadır. Yahudiler tarafından sahte olduğu ileri sürülen bu kitapları kabul hususunda, Hristiyan mezhebleri arasında tam bir ittifak yoktur. Roma Katolik kilisesi, 1546 yılında Trento'da yapılan konsilde bu kitapların sahih ve kutsal olduğunu resmen ilan etmiş ve diğer kutsal kitaplara gösterilen saygının bu kitaplara da gösterilmesi gerektiğini söylemiştir. Protestan mezhebinin kurucusu Martin Luther ise, bu kitaplara kutsal yazı gözü ile bakmamış ve onları Kitâb-ı Mukaddesin içine dahil etmemiştir. Fakat Luther, yine bu kitapların okunmasının faydalı olabileceğini ileri sürmüştür. Katoliklerin Kitâb-ı Mukaddesi içinde yer alan bu kitaplara Katolikler "Apokrif" demezler, onlar bu kitaplara "Deutero Kanonik Kitaplar" (İkinci Derecede Kanunî Kitaplar) ismini verirler. Katoliklerce kutsal sayılan bu kitapların sayısı, Kitâb-ı Mukaddesin diğer dillere yapılan tercümelerinde birbirinden farklıdır. Yunanca Eski Ahidde bunların sayısı onikiye ulaşırken, Latince ve diğer bazı dillerdeki tercümelerde bu sayı daha azdır.
Katoliklerin "Deutero Kanonik " saydıkları, Protestanların ise "Apokrif" kabul ettiği bu kitaplar şunlardır : 1- Tobit'in Kitabı, 2- Yudit'in Kitabı, 3- Ester'in Kitabı, 4- Makabilerin Birinci Kitabı, 5- Makabilerin İkinci Kitabı, 6- Bilgelik Kitabı, 7- Si-rak Kitabı, 8- Baruh'un Kitabı, 9- Yeremya'nın Mektubu, 10-Danyal'ın Kitabına Birinci Ek: Şadrak'ın Duası ve Üç Delikanlının Ezgisi, l1- Danyal'ın Kitabına İkinci Ek: Suzanna, 12- Dan-yal'ın Kitabına Üçüncü Ek: Bel ve Ejderha. Hristiyanlara göre bu kitaplar Tanahın aslında var idi ve Tanah Yunancaya ilk tercüme edilirken, bunlar Tanah'ın içinde yer almakta idi. M.S. dördüncü asırda bu kitapların kutsal olup olmadığı Hristiyanlar tarafından münakaşa edilmeye başlanınca, Eski Ahidi Latinceye çeviren Aziz Hiyeronimus, bu kitapları Yunanca metindekinden farklı olarak ayrı bir kısma koydu.
Eski Ahid, Hristiyanlar tarafından ne zaman benimsenmeye başlanmıştır? Eski Ahid, Yeni Ahidle birlikte bir bütün olarak ne zaman tertiplenerek Hristiyan Kitâb-ı Mukaddesi meydana çıkmıştır? Araştırmacılar bu konuda kesin bir tarih verememektedirler. Eldeki mevcut İncillere göre Hz. İsa, dünyada iken Tevratı ve şeriatı iptal için değil, aksine onu teyid ve tasdik için çalışmıştır. Gerek İncillerin verdiği bilgilerden ve gerekse diğer Hristiyan kaynaklardan anlaşılan şey, Hz.İsa'nın dünyada iken, Hz.Musa'nın şeriati ile amel ettiği şeklindedir. Kur'an-ı Kerime göre de Hz.İsa, Hz. Musa'ya gönderilen Tevratı teyid ve tasdik etmiştir.
Bazı araştırmacılar, Hz. İsa ve onun talebelerinin Eski Ahidi, Yahudi hahamlarının kullanmış oldukları İbranice şekli ile okuyup anladıklarını ve kabul ettiklerini ileri sürmektedirler. Bu iddiayı ortaya atanlara göre, Hz. İsa zamanında, Hristi-yanların benimsedikleri Eski Ahid ile Yahudi Tanahı arasında hiçbir fark yoktu. Hz.İsa'dan bir süre sonra Kitâb-ı Mukaddesin tamamının Yunancaya tercüme edilmesini müteakip bu farklılıklar ortaya çıkmıştır. Bu tercüme olayından sonra Yahudi hahamları, Yunanca tercümelerin, Tanahın İbranice orjinal metninden farklı olduğunu söylemeye başlamışlardır.
M.S. ikinci yüzyılın ortalarında ortaya çıkan Marcion, Hristiyan Kitâb-ı Mukaddesi içinde Eski Ahidin yerinin olmadığını söyleyerek, Kitâb-ı Mukaddesin sadece Yeni Ahidden ibaret olduğunu ileri sürmüştür. Kilisenin, Yeni Ahid ile Eski Ahidi birleştirerek bir kitap yazma işine girişmesinden bir süre sonra, Marcion ve taraftarları ortaya çıkarak, Hristiyanlığın Eski Ahid ile bir ilgisinin olmadığını, bu dinin tek kutsal kitabının Yeni Ahid olduğunu söylemişlerdir. Marcion'nun başlattığı bu Eski Ahidi red hareketine "Marcionizm" adı verilmiştir.
Hristiyan dünyasında Yeni Ahid ile Eski Ahidi bir kitap halinde tertip etme işine İrenaeus, Tertullian ve Clement gibi Kilise babaları öncülük etmişlerdir. Ancak, bazı araştırmacılar bu hareketin başlangıcının Origen'e dayandığını ifade etmektedirler. Yukarda adı geçen Kilise babalarına göre, Yeni Ahid ile Eski Ahid birbirlerini tamamlamakta olup, Eski Ahid olmaksızın, ne Hz. İsa'yı, ne de Hristiyanlığı anlamak mümkün değildir. Yeni ve Eski Ahidin birlikte yazılarak bugünkü Hristiyan Kitâb-ı Mukaddesinin oluşturulmaya başlandığı yılların, M.S. 1801i yıllar olduğu ileri sürülmektedir.
KİTÂB-I MUKADDESİN TASNİFİ
- ESKİ AHİD
- YENİ AHİD